Dayanışma ekonomileri ve kadınların özgürleşmeleri

Kadınların örgütlenebilmeleri ve kendilerine dayatılanlara dur diyebilmeleri için öncelikle ekonomik özgürlüklerinin olması ve dolayısıyla özgürleşmeleri gerekir. Kadın sorunlarının kalıcı çözümünde bu çok önemli bir faktördür. Kapitalizmin dayatmalarına karşı son yıllarda gelişen halk ekonomileri-dayanışma ekonomileri kadınların ekonomik özgürlüklerini kazanmalarında çok etkili oluyor.

Google Haberlere Abone ol

Göknur Yumuşak*

Yıllar hızla geçiyor. Yine bir 8 Mart haftasındayız. Kadınlar salonlarda ve alanlarda çeşitli etkinliklerde buluşacaklar. Kadın emeğinin görünür olması için ortaya çıkan 8 Mart günümüzde kapitalizmin etkisiyle metalaştı. Kadın emeği görünür değil; artık tüketim çılgınlığı öne çıkıyor. 8 Martlarda bize çiçek verir erkekler. O çiçekleri hangi emekçi kadınlar üretiyor hiç düşündük mü?

Tarım işçiliğinin en riskli alanıdır seralar. Çoğunlukla kadın işçilerin çalıştığı seralarda çok fazla tarım zehri kullanıldığı için kansere yakalanma riski yüksektir. Evlerinin bahçesindeki seralarda sigortasız günde 12 saat çalışırlar kadın tarım işçileri. Sadece evin erkekleri sigorta yapılır. Tarımda ve daha bir çok iş kolunda sigortasız kötü koşullarda çalışan milyonlarca emekçi kadın hak ettikleri gibi yaşamadıklarının farkında bile değiller…

Türkiye’de yine küçük bir kesim kadın “Bizde varız” diyecekler 8 Mart’ta alanlarda. Nüfusa oranladığımızda bu sayı yok denecek kadar az. Türkiye’de kadın hareketi toplumsallaşamadı. Ancak her şeye rağmen feminist hareketten doğru kadın hakları konusunda kazanımlar çok oldu. Kadın hareketinin toplumsallaşamamasının bir çok nedeni var. En önemlisi genel anlamda örgütlenme sorunu. (Kadınlara dokunulamaması.) Kadınların çok büyük bir kesiminin ekonomik özgürlüğünün olmaması ve özgürleşememeleri. Diğer önemli bir neden ise sistemin kadınlar üzerindeki baskısıdır. Peki biz bu koşullarda ne yapabiliriz? Bu soru çok önemli. Yaşam döngüsü içerisinde her insanın bir işlevi vardır. Bunu herkes kendisi haklarla düşünerek (doğa hakkı, insan hakkı, kadın hakkı, çocuk hakkı vs.) bulabilir.

Kapitalizmin çok uluslu şirketlerinin politikalarıyla kırsal kesimde yaşayan nüfus tüm dünyada çok azaldı. Örneğin Türkiye’de Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre köylerin nüfusu yüzde 7.2 oldu. Bu oran neredeyse kır nüfusunun bittiğini gösteriyor. Kentlerin-şehirlerin nüfusu ise yüzde 92.8 oldu. Yani o politikalar Türkiye’de de başarıya ulaşmış. Bu politikaların amacı yığınları kentlere göç ettirerek her alanda iyi bir alıcı kitlesi oluşturmaktır. Bu yığınlar kentlerde bir çok sosyal ve ekonomik sorunlar yaşıyorlar. İşsizlik açlık ve yoksulluk en büyük sorun. Oysa köylerinde kalabilselerdi yaşam koşulları daha iyi olacaktı. İklim krizi de olmayacaktı bence. Bu işsiz kesim içinde kadınların oranı çok daha fazla. Türkiye İstatistik Kurumu 1918 verilerine göre istihdam oranı erkelerde yüzde 65.6, kadınlarda yüzde 28.9.

Dolayısıyla milyonlarca kadın üretime katılamıyor, açlık ve yoksullukla mücadele ediyor. Ekonomik özgürlükleri olmadığı için özgürleşemiyorlar. Bu kadınlar şiddette görseler, öldürülme riskleri de olsa, ya da sadece mutsuz oldukları için bile olsa boşanamıyorlar.

Milyonlarca kadın aç ya da yoksul yaşıyor Türkiye’de. Evlerinden çıkamadıkları için sosyalleşemiyorlar. Taciz tecavüz ve her türlü şiddete maruz kalıyorlar. Dolayısıyla bu kadınlar başta depresyon olmak üzere birçok ruhsal hastalığa yakalanıyorlar. Türkiye’de depresyon hastası kadınlar yüzde 65-70 erkekler yüzde 30-35 oranında. Açlık ve yoksulluktan en çok kadınlar etkileniyor. Çünkü onlar mutlaka yemek yapmak zorundalar, toplum her koşulda onlara aileyi doyurmayı dayatıyor. Kadınların örgütlenebilmeleri ve kendilerine dayatılanlara dur diyebilmeleri için öncelikle ekonomik özgürlüklerinin olması ve dolayısıyla özgürleşmeleri gerekir. Kadın sorunlarının kalıcı çözümünde bu çok önemli bir faktördür. Kapitalizmin dayatmalarına karşı son yıllarda gelişen halk ekonomileri-dayanışma ekonomileri kadınların ekonomik özgürlüklerini kazanmalarında çok etkili oluyor.

24-25 Şubat tarihleri arasında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde bir “Halk Çalıştayı” düzenlendi. Projenin adı “Bacılar”dı. British Academy ve Newton Fonu tarafından finansa edilen çalıştayda, düzenleyiciler Dr. Ferda Dönmez Atbaşı (Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anabilim Dalı Başkanı), Dr. Irene Sotiropoulou Hull Üniversitesi) ve Türkiye’nin farklı bölgelerinden gelen özellikle kadın katılımcılar “halk ekonomisi nedir, halkın ekonomisine dair bilgi nasıl üretilir ve yeni nesillere nasıl aktarılır konularında tartıştılar. Ben de katılımcıların tespit edilmesi ve iletişim konusunda düzenleyicilerle dayanışma içerisinde oldum. Çalıştayın amacı iktisat bölümleri dışında ve bir çok durumda akademi dışında bulunan ekonomik bilgileri, üreten paylaşan ve bu konu üzerinde düşünen herkese yer ve zaman sağlamak olarak ifade edildi. Araştırma ekibi bir yanda ekonomik teoriler ve modeller ile diğer yanda gerçek ekonomik uygulamalar arasında dikkate değer farklılıklar olduğunu düşünerek yola çıkmışlar.

Tüm insan topluluklarının bildiği, geçmişte ürettiği ve şimdi üretmeye devam ettiği ,ancak “bilgi” olduğu tanınmayan bu ekonomik bilgilerin bilgi olarak tanınması ve aktarılabilmesi çalıştayın diğer amacı olarak öne çıkmış.

Düzenleyiciler Dr. Sotiropulou ve Ferda Dönmez Atbaşı: “Bunun için biz bu yaklaşıma farklı adlar veriyoruz: Halk ekonomisi, Grassroots economics, veya ( iktisadı okuyan) Bacılar. Bacıyan-ı Rum geleneği ve Anadolu’da yaşamış kadınların emek ve örgütlenmelerine saygı göstermek amacıyla çalışmamıza böyle bir isim verdik. Biz, kadınların iktisada dair tecrübeleri ve düşüncelerinin çok önemli olduğu , iklim krizi koşullarında ve her türlü adaletsizliğin her ortamda yaşandığı bir çağda, toplumun bilgisini dikkate almayan ve kâr peşinde koşan “ekonomik adam”ın modellerinin faydalı olmadığını düşünüyoruz. Kolektif, doğaya ve adalete uygun bir iktisada olan ihtiyacımız her zamankinden daha yakıcı bir şekilde kendini hissettirmektedir” dediler.

Türkiye’nin her bölgesinden toplam 43 kişinin katıldığı çalıştay çok verimli geçti.

Dayanışma ekonomilerinde (özellikle ortaklarının tamamı kadın olan tarımsal kalkınma kooperatifleri ve tüketim kooperatifleri) yer alan kişiler arasında dayanışma ve güç birliğine dair çok güzel ilişkiler gerçekleşti. Türkiye’de mevcut iktidar; kadınları eve hapsederek çalışma hayatına girmelerini ve üretime katılarak ekonomik özgürlüklerini kazanmaları konusunda sorumluluğunu tam olarak yerine getirmiyor. Bunda kapitalizminde çok etkisi var. Bu yüzden yerel yönetimlere çok iş düşüyor. Sistemin kadınlara sağlamadığı olanakları onlar sağlayabilir ve kadınlarla dayanışma içerisinde olabilirler. Zaten sosyal belediyecilik de bunu gerektiriyor. Örneğin kadınlar Seferihisar Belediyesi'yle dayanışma içerisinde 6 Nisan 2010 yılında ortaklarının tamamı kadın olan 60 ortaklı Seferihisar Hıdırlık Tarımsal Kalkınma Kooperatifi'ni kurdular. Çok başarılı bir kooperatif. Belediye üretim ve pazarlama aşamalarında vb. bütün kooperatiflerle her zaman dayanışma içerisinde oluyor. Ben bu kooperatifle ilgili 2019 Karaburun Bilim Kongresi'nde bildiri sundum. Kadınlarla yüz yüze yaptığım görüşmelerin sonucunda hepsinin sosyalleştiğini ekonomik özgürlüklerini kazandıkları için özgürleştiklerini ve çok mutlu olduklarını gördüm.

Şimdi ise Seferihisar modeli (Tüm dünyada köylülük ve çiftçilik bitirilmişken “Başka bir köylülük ve çiftçilik, başka bir yaşam mümkün,” diyerek yola çıkıp tarım konusunda devrim niteliğinde yapılan çalışmalar.) İzmir ölçeğine uygulanıyor. Büyükşehir Belediyesi kenar semtlerde yaşayan dezavantajlı kadınları üretime katmak için çalışmalar yapıyor. O bölgelerde semt evlerinde kadınlar kooperatif çatısı altında örgütlenerek dayanışma içerisinde birlikte üretiyorlar. İzmir’de Tarımsal Kalkınma Kooperatiflerinde üretilen ürünler işlenerek ya da doğrudan kadınlar tarafından tüketici pazarlarında satılıyor. Bunlardan biriside Kadifekale'de kurulan Pagos üretici pazarı. 24 kooperatif katılıyor, yüzlerce kadın satış standı açıyor pazarda. Bu kadınlara belediye tezgah açmadan önce hijyen vb. gibi eğitimler veriyor. İzmir’in her semtinden pazara ulaşım sağlıyor belediye. Bu yüzden kadınların pazarlama sorunları hiç yok. Kimisi 50 yaşında hayatında ilk kez para kazanıyor (Evde yaptığı börekleri ve dolmaları satıyor). Sigortalarını yaptırarak primlerini ödeyebiliyorlar.

Böylece kadınlar üretime katılarak ekonomik özgürlüklerini kazanıyorlar. Özgürleşiyorlar. Bu arada tüketiciler sağlıklı ürünlere erişiyorlar ve aracılar ortadan kalkıyor. Kapitalizmin çok uluslu şirketlerinin market zincirlerine dur deniliyor. İzmir’i İzmir’de açlık ve yoksulluk sınırında yaşayan kadınlar doyurmaya başlıyorlar, köylülük yeniden canlanmaya başlıyor. Kapitalizmin çok uluslu şirketlerinin dayatmalarına karşı tüm dünyada kadınlar işsizlik sorununu dayanışma ekonomilerinde örgütlenerek güçlerini birleştirip üretime katılarak çözmeye başladılar. Halk ekonomisi çalıştayının 2. gününde akşam İreni hoca ve Neptün Soyer’in Ankara Mülkiyeliler Derneği'ndeki panelde kendi ülkelerindeki (Türkiye ve Yunanistan) dayanışma ekonomilerini karşılaştırdılar. Panelde kapitalizmin etkisiyle Yunanistan ve Türkiye’deki kadınların üretime katılma konusunda aynı sorunları yaşadıklarını gördük.

Başka kentlerde de İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin dayanışmasıyla kadınların ekonomik özgürlüklerini kazanmaları için kooperatif ve üretici pazarları kurma çalışmaları başladı. İstanbul’u ele alırsak, iyi bir örgütlenme ve üretici tüketici ağının kurulmasıyla milyonlarca kadın gıda sektöründe kooperatiflerin çatısı altında güç birliği yaparak üretime katılabilir. İstanbul’u İstanbul’da yaşayan yoksul kadınlar doyurabilir. O çok uluslu dev market zincirleri devre dışı kalabilir. Tüketiciler güvenilir gıdaya erişebilir. Bu mümkün.

Dayanışma ekonomileri toplumsal adaleti sağlıyor. Özellikle kadınlar konusunda emek sömürüsü ortadan kalkıyor. Çünkü kolektif bir çalışma var. Rant yok. Ortakların dayanışması ve güç birliği ön planda. Dayanışma ekonomileri iklim krizinin önlenmesinde de çok önemli. Çünkü herkes yaşadığı bölgelerde küçük çapta tarımsal üretim yapıyor. Ürünler fosil yakıt çok kullanılmadan tüketiciye ulaşabiliyor. Enerjilerini sürdürülebilir kaynaklardan sağlıyorlar. (Zonguldak Devrek Güneşi T.K.K. Kooperatifi, ortaklarının hepsi kadın. Güneş enerjisiyle elektrik üretiyorlar.) Tarım kimyasalları, tarım zehirleri kullanılmadığı için ve yerel tohumlar kullanıldığı için ekolojik döngü bozulmuyor. Endüstriyel tarım yerine küçük alanlarda sürdürülebilir doğayla uyumlu agro ekolojik tarım yapılıyor. En önemlisi de her bölge kendisine yetecek kadar üretim yapıyor bin yıllardır olduğu gibi.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun. Dünyada hiçbir kadın ağlamasın.

*Sosyolog