ABD seçimleri üzerinden liberal demokrasiye giriş - 3: Korku seansları

ABD’deki seçim sistemi özelinde ortaya çıkan durum liberal demokrasinin gediği noktayı göstermesi bakımından önelidir. Farklı gibi görünen iki partinin (halk için) kazanılan hakların savunusu noktasında nasıl aynılaştığını, halkın çıkarlarının yerini belirli bir kesimin çıkarlarına bıraktığını ve halkın adeta kırılamaz gibi görünen bir ablukaya alınarak nasıl sömürüldüğünü göstermektedir.

Google Haberlere Abone ol

Sina Güneş

ABD’de Demokrat Parti aday belirleme seçimleri ve bu süreçte yaşanılanlar birçok insanı şaşırtmaya devam etse de siyaset tarihi açısından yaşanılanlar aslında tekerrürden başka bir şey değildir. Marx çözümlemelerinin birinde şöyle der: "Hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: Bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: İlkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak."

ABD'DEKİ DURUM

Geçtiğimiz hafta Süper Salı olarak tanımlanan ve Demokrat Parti aday belirleme seçimleri için önemli seçim süreçlerinden biri daha geride kaldı. Seçimlerden hemen önce Obama ve parti yönetiminin devreye girmesi ile merkez ve muhafazakâr kanadı temsil iki aday, seçim sonrasında ise aynı kanattaki son adayın da ikna edilmesi ile muhalif adaylar dışındaki tüm adayların Joe Biden’ın etrafında toplanarak oyların konsolidasyonu sağlanmış oldu. Kalan iki muhalif adaydan Elizabeth Warren’ın da seçimlerden çekilmesi ile en azından Biden için zorunlu birliktelik süreci tamamlanmış ve ikili seçim sürecine dönülmüş oldu.

Merkez ve muhafazakâr kanadın başarmış olduğu birleşme sonrası elde ettiği başarı müesses nizam için başarı sayılabilirse de aynı durumun halkın söylenmesi zordur. Özellikle muhalif aday olarak tanımlanan ve çoğunlukla eğitimli orta sınıfı temsil eden Warren’ın seçimlerden çekilmesinden sonra seçime devam eden diğer muhalif aday Bernie Sanders’ı desteklemeye henüz yanaşmamış olması 10 Mart'ta 6 eyalette daha gerçekleşecek seçimlerde seçmenlerinin önemli bir bölümünün Sanders’a karşı mesafeli olmasına sebep olabilir. Bu da Biden ve Sanders arasındaki farkın açılmasına ve Sanders için daha zorlu bir sürece işaret edebilir.

Warren ve Sanders’ın seçim boyunca benzer politikalar savunmasına karşın seçmen tabanlarının aynı olduğunu söylemek zordur. Daha çok yüzde 30 ila 40’lık bir kesişimden söz etmek mümkündür. Özellikle genç ve azınlıklardan oluşan bu kesimin Warren’a sosyal medya üzerinden yaptıkları birleşme çağrıları ve çığlıkları henüz bir karşılık bulmuş değil. Açıkçası seçimleri başından beri takip eden biri olarak Warren’ın bu çağrıya hemen cevap vereceğini sanmıyorum. Warren’in olumlu cevabının da ancak Sanders’ın 10 Mart seçimlerinden güçlü çıkması ya da kazanma şansını güçlendirmesi (en azından yüzde 51’in üzerine çıkması) ile mümkün olduğu dolayısıyla Türkiye siyasetçileri ile bir karşılaştırma yapılacaksa politik olarak değil ama davranışsal olarak Abdullah Gül benzeri garantici bir siyasetçi olduğunu söylemek mümkün.

10 Mart seçimleri bu anlamda hem Biden hem de Sanders için önemli bir dönemeç olacak gibi görünüyor. Müesses nizamın ekonomik ve politik desteği yanında medyanın tam desteğiyle seçime girecek olan Biden’ın kazanma şansının yüksek olduğu söylenebilir. Yine de halk önderleri ile birlikte yoksul ve yoksunları etrafında toplayan ve çoğunlukla sosyal medya üzerinden yayınlarla kitlelere ulaşmaya çalışan Sanders’ın kaybettiğini söylemek için erken. Ancak seçimlere düzenli katılımında yaş ortalamasının 45 ve üzeri olduğu ve bu yaş grubuna sosyal medya ile ulaşmanın zor olduğu da açık.

DIŞARIDAN BAKIŞ

ABD seçimleri her ne kadar dünya siyasetini belirleyen en önemli faktörlerden biri olsa da Amerika dışında yeterli önemi gördüğünü söylemek zordur. Seçimler üzerine yapılan yorumlar ve yazılanlara bakıldığında bir sistem okumasından çok ABD dışındaki halkları ilgilendirmediği üzerinden şekillenen, gereksiz bir eğlence aracına dönüştürülen ve sonucu önemsiz bir yarış gibi algılandığı görülmektedir. Özellikle adayların temsil ettikleri tabandan ziyade ideolojik tercihlerinin (Sanders’ın sosyalist olduğu yorumları gibi –ki tam olarak değil- ) öne çıkarılması söz konusu okumaların sosyolojik ya da politik çözümlemelerden çok ABD’de medyasının söylemlerinin kötü kopyala yapıştır örnekleri olduğunu söylemek gerekir.

ABD her ne kadar Trump döneminde merkez olmaktan ziyade taraf olmaya evrilmişse de Orta Doğu’dan Avrupa siyasetine, Asya’dan Arap dünyasının siyasi oluşumlarına kadar tüm dünya siyasetine ciddi şekilde etki ettiği hatta etkilediği (“Afrika dâhil”) unutulmamalıdır.

Demokrat Parti adaylık seçimleri bu nedenle tüm dünya halkları için ABD genel seçimlerinden daha fazla önem taşımaktadır. Adaylığı Biden kazandığı takdirde ABD başkanlığına seçilecek kişinin Biden veya Trump olması dünya siyaseti için yapısal bir değişiklik yaratmayacaktır ancak Sanders’ın kazanması halinde savaş politikalarından ekoloji politikalarına, otoriter iktidarlardan halk hareketlerine birçok siyasanın değişme olasılığı bulunmaktadır. Elbette bunda bir kesinlikten değil ihtimalden söz edildiğini vurgulamak gerekir. Dolayısıyla ortada göz ardı edilemeyecek bir değişim potansiyeli bulunmaktadır. ABD’deki Demokrat Parti adaylık seçimleri bu şekilde okunduğunda neden önemli olduğu da daha iyi anlaşılabilir.

SONUÇ

Liberal demokrasi her ne kadar halkın siyasete katılımı, siyaset üzerinde söz sahibi olması ve iktidarın paylaşılması olarak tanımlanmışsa da varılan nokta bunun hiç de böyle olmadığını göstermiştir. Siyasal hayata katılım halkın iktidar üzerinde söz sahibi olmasından ziyade iktidarın belirli grup ya da kişilerin tekeline girmesine sebep olmuştur. Özellikle neoliberalizm ile siyasal seçimlerin sandığa gitmeye indirgenmesi siyasal hakların kullanımını sağlamamış aksine siyasal haklarla birlikte yüzlerce yılda ve büyük mücadelelerle kazanılan birçok hakkında gasp edilmesiyle sonuçlanmıştır.

ABD’deki seçim sistemi özelinde ortaya çıkan durum liberal demokrasinin gediği noktayı göstermesi bakımından önelidir. Farklı gibi görünen iki partinin (halk için) kazanılan hakların savunusu noktasında nasıl aynılaştığını, halkın çıkarlarının yerini belirli bir kesimin çıkarlarına bıraktığını ve halkın adeta kırılamaz gibi görünen bir ablukaya alınarak nasıl sömürüldüğünü göstermektedir.

Marx “Critique of Hegel’s Philosophy of Right” adlı eserinde “Koşullarına dair yanılsamalarından uyanmaları çağrısında bulunmak, yanılsamanın içkin olduğu koşullardan da uyanma/çıkış çağrısıdır” der. Amerikan halkı yapılan bütün kara propaganda ve müesses nizamın bütün çabalarına karşın Sanders üzerinden bu çağrıya yanıt vermiş gibi görünüyor. Demokrat Parti adaylığı seçimlerinde cesaret verici olan budur, halkın yeniden özne olma çabası ve mücadelesidir.

Liberal demokrasi uzun bir süredir ehven-i şer, yani en az kötü olan üzerinden şekillenmektedir. Oysa egemenleri harekete geçiren korkuyken halkları mücadeleye iten umuttur. Amerikan halkının umuda mı yöneleceği yoksa egemenlerin yarattığı korkuya mı teslim olacağını yine zaman gösterecektir.