Muhammed’in Kostas Ağabeyi

Muhammed ile Hasan’ın dosyaları göç idaresinde bir şekilde birbirlerinden ayrılmış ve bağımsız olarak değerlendirilmeye alınmıştı. Sığınma başvurusu sonucunun ilk aşaması olan ana karaya gitme onayı Hasan’a gelmiş fakat Muhammed için sürecin halen devam ettiği söylenmişti. Hasan adadan ayrılırken Muhammed’i çok sevdiği Kostas’a emanet etmişti.

Google Haberlere Abone ol

Rakel Sezer

Halepli Muhammed’i Yunanistan’ın Sakız adasında, gönüllü olarak görev aldığım mülteci kampında tanıdım. 2016 yılının Ağustos ayında ölümü göze alarak Çeşme’den Sakız adasına botla ulaşabilen göçmenlerden biriydi. Ondan birkaç yaş küçük kardeşi Hasan’ı da yanında getirmişti. “İnsan taciri bize kardeş indirimi yaptı,” diyerek yarı şaka yarı ciddi insan tacirlerinin göçmenleri nasıl sömürdüğünü anlatmıştı bana.

Kampta çalıştığım ilk günlerde Muhammed ve kardeşi Hasan’la epey vakit geçirmiştim. Tanıştığımda güleç, enerjik bir delikanlı olan Muhammed’in aylar geçtikçe içine kapandığını hatta çadırından çıkmadığını fark etmiştim. Kamptaki gergin günler, sığınma başvuru sürecinin anlaşılmaz ve öngörülemez uzayışı herkesi, özellikle de Muhammed gibi 20’lerindeki gençleri umutsuzluğa sürüklüyordu.

Bir gün kampta öğlen yemeği kuyruğunda rastladığım Hasan’a Muhammed’i sorduğumda, “Çadırda uyuyor herhalde, bugün de yemeğe gelmedi, yemeğini çadıra götüreceğim,” demişti. Hasan’la çadıra gittiğimizde Muhammed’in bir zamanlar umutla gülen gözlerinden eser yoktu; bakışları donuk, yüzü solgundu. Bana beni tanımıyormuşçasına boş gözlerle bakıyor, zoraki gülümsüyordu.

Bir süre sonra Muhammed’e travma sonrası depresyon teşhisi kondu. Muhammed’in kamp koşullarında yaşayabilmesi imkansızdı. Durumu, Birleşmiş Milletler Göç İdaresi'ne ayrıntılı bir şekilde raporlandı. Muhammed bir aylık sürecin sonunda “korunmaya muhtaç” statüsü aldı. İki kardeş bir apartman dairesine yerleştirildi. Hasan artık Muhammed’in yasal koruyucusuydu. Yirmi beş yaşındaki Hasan bu sorumluluğu almaya hazır değildi fakat buna rağmen bu çetin zamanı atlatmak için canla başla uğraşıyordu. Hatta evlerinin yakınındaki bir kahvede bir Yunan psikolog ile tanışmış ve onu haftada bir iki kere Muhammed’e terapi vermeye ikna etmişti. Bir yandan da başvuru sürecini ağabeyi adına bizzat takip ediyordu çünkü ağabeyinin ofis kuyruğunda yaşanan olumsuzluklara maruz kalmasını istemiyordu.

Kaldıkları evin yakınında benim de sık sık gittiğim bir lokanta vardı: Kostas’ın Yeri. Oraya sık gelir olmuşlardı. Kostas ile çok iyi anlaşıyorlardı. Kostas, bu sırada bir yandan restoranını işletiyor bir yandan da kampa gönüllü olarak yemek sağlayan People’s Kitchen (Halk Mutfağı) adında bir mutfağı yönetiyordu. Hasan adadan ayrılana kadar orada “daimi gönüllü” olarak çalıştı.

Maalesef Hasan yıllardır süren başvuru sürecinin sonunda adadan ayrıldığına sevinememişti bile. Muhammed ile Hasan’ın dosyaları göç idaresinde bir şekilde birbirlerinden ayrılmış ve bağımsız olarak değerlendirilmeye alınmıştı. Sığınma başvurusu sonucunun ilk aşaması olan ana karaya gitme onayı Hasan’a gelmiş fakat Muhammed için sürecin halen devam ettiği söylenmişti.

Hasan adadan ayrılırken Muhammed’i çok sevdiği Kostas’a emanet etmişti.

Hasan’ın gidişi ile iyice içine kapanan ve herkesten korkar hale gelen Muhammed’in artık tek güvendiği insan Kostas’tı. Kostas’ın yerinde Muhammed’in masası hep hazırdı. Ne zaman akşam yemeği için oraya gitsem Muhammed’i tek başına yemek yerken görüyordum. Bana hâlen beni tanımıyormuş gibi bakıyor ama yanına gittiğimde artık unuttuğunu düşündüğüm mimiklerle bana memnuniyetini göstermeye çalışıyordu.

Kostas, Muhammed 2018 yılının sonuna doğru adadan ayrıldıktan sonra da mültecilere yardım etmek için çalışan küçük sivil toplum örgütlerini desteklemeye devam etti. 2019 yılına gelindiğinde büyük bütçeli uluslararası sivil toplum örgütleri adayı terk ettiğinden, mültecilere yiyecek ve kıyafet tedarikinin aksamaması için bu kuruluşlara bir hayli iş düşüyordu. Kostas, pek kullanmadığı iki katlı bir binasını küçük bir yardım örgütüne tahsis etmiş ve böylece onları kira ödemekten kurtarmıştı.

28 Şubat’ta Türkiye, Avrupa Birliği ile Mart 2016’da imzaladığı anlaşmayı yok sayarak Avrupa’yla kara ve deniz sınırlarını mültecilerin geçişine tek taraflı olarak açtı, akabinde Ege kıyılarından adalara ve Edirne'deki sınır köylerinden Yunanistan ana karasına doğru akın eden mültecilerin sayısı on binlere ulaştı. Buralarda, Yunan güvenlik güçlerinin mültecileri düşman telakki ederek onları insanlık dışı yöntemlerle geri püskürtmeye başladığını gördük. 3 Mart sabahı yani Türkiye’nin sınırları açması sonucu adalarda mülteci karşıtı protestoların şiddetlenmesinden ve gönüllülere saldırıların başlamasından dört gün sonra, aşırı sağ bir grubun Kostas’ın binasını içindeki tüm ihtiyaç malzemeleri ile birlikte yaktığı haberini aldık.

Avrupa Birliği ülkeleri, 2015 mülteci akınını hatırlatan bu günlerde, Yunanistan’a maddi manevi tam destek vererek Türkiye’yi anlaşma kriterlerine geri dönmeye davet etti. Yunanistan hükümeti, 1951’den beri yürürlükte olan Mülteci Hakları Beyannamesi'nde yer alan sığınma başvurusu hakkının, sınırlarındaki mülteci sayısının ülkenin güvenliği için tehdit edici bir boyuta ulaştığı savıyla, mültecilerin sığınma başvuru hakkını bir ay süreyle dondurduğunu Avrupa Komisyonuna bildirdi.

1 Mart’tan beri, kara ve deniz sınırını aşıp sığınma başvurusu yapmak isteyen mülteciler gözaltına alınıyor ve geri gönderme işlemleri başlatılıyor. Bu insanlar göçmen kamplarına alınmıyorlar. Adalarda kamplara giden yollarda yoğun güvenlik önlemleri var ve giriş çıkışa izin verilmiyor.

2015 Ekim'den 2016 Mart'ına kadar Avrupa Birliği ülkelerine yapılan başvuru sayısı 1,3 milyon olarak tespit edilmişti ve bu rakam Türkiye ile imzalanan anlaşma ile yılda 20 binler seviyesine indirilmişti. Bu sayı anlaşmanın başarı ile sürdüğünün bir işareti miydi? Sınıra kaç mülteci yığılırsa bir tehdit oluştururdu? Kaç kişi sınırı geçmişti? Kaçı denizde durdurulmuştu? Kaç ölü vardı? Bir mülteci kaç para ediyordu? Bir bota kaç mülteci sığıyordu? Bir otobüse kaç mülteci sığıyordu? Sınırda kaç Suriyeli vardı? Acaba Afganlar daha mı fazlaydı?

Mülteciler televizyonda canlı yayında herkesin gözü önünde sınırı geçmek için nehre atlarken, lastik botla kıyıdan ayrılırken, otobüslere bindirilirken, denizde botları alabora olur ve boğulurken devlet yetkilileri, güvenlik güçleri, insan tacirleri, otobüs şoförleri ve bot satıcıları bu soruların cevaplarını arıyorlardı.

Muhammed’i aradım. Kostas’ın başına gelenleri anlattım. “Kim yaptı?” diye sordu. Başka bir şey diyemedi. Bütün bu yaşanılanların arasında tek sevindirici haber Muhammed’in yüzündeki umut dolu ifadenin geri geldiğini görmem oldu. Çünkü biliyordum ki umudun önünde hiçbir baskı, önlem ve tehdit uzun süre dayanamazdı.

Kostas dayanışmaya, yardımlaşmaya duyduğu güveni ve beraberinde gelen umudu hiç kaybetmedi. O Muhammed’in ve daha pek çoklarının manevi abisi ve destekçisi olmaya devam ediyor çünkü onun önceliği Muhammed gibi milyonlarca mültecinin yaşama tekrar tutunabilmesi.

Mülteci olma talebi insanca yaşama talebidir ve en temel haktır. Mültecileri sınırlar arasında pazarlık konusu yapmak ve pazarlık bozulduğunda onları denize atmak, çırılçıplak soyup darp etmek ve insanlık onurlarını çiğnemek ise en adi insanlık suçudur.