Korona virüsü için acil önlemlerimiz!
Anayasa’nın 56'ncı maddesi gereği devletin herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlama yükümlülüğü bulunmaktadır. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'nun 13'üncü maddesi gereğince ise ciddi ve yakın tehlike ile karşı karşıya kalan çalışan gerekli tedbirlerin alınmasını talep edebilir, gerekli tedbirler alınıncaya kadar çalışmaktan kaçınabilir. Çalışanların çalışmaktan kaçındığı dönemdeki ücreti ve diğer hakları saklıdır.
Cem Gök*
Şu an bütün dünyada ortak gündem giderek yayılan korona virüsü salgını. Her yerde görülmüşken Türkiye’de görülmediğine pek inanan yoktu zaten ki Sağlık Bakanı da “Tespit edilmiş korona virüsü yok ama bu şu an tahlil yapılınca bile karşımıza çıkabilir.” açıklamasından birkaç saat sonra bir kişinin korona virüs testinin pozitif çıktığını açıkladı. Ancak “hasta mahremiyeti” gerekçesiyle hangi şehirde görüldüğünü, nasıl enfekte olduğunu (en azından şu ana kadar) açıklamadı. Her olayda olduğu gibi bu olayda da devletin ilk önlemi, sosyal medyada konuyla ilgili sansasyonel bilgi yayanlara yapanlara soruşturma açılacağı tehdidi savurmak oldu.
Konuyla ilgili uzmanlar hijyene önem vermemiz, başkalarıyla temastan olabildiğince kaçınmamız, sık sık elimizi yıkamamız, yüzümüze dokunmamamız gibi önerilerde bulunuyor. Fiiliyatta ise çoğumuzun arada elimizi yıkamak, yüzümüze gözümüze kolonya sürmek dışında bir şey yaptığımız yok. Hükümetin adım atmaya niyeti yok, patronların ise kârlarının düşmesinden başka bir şeyi dert etmediği ortada. Oysa yüzlerce kişinin çalıştığı, çoğunda doğru düzgün havalandırma ve hijyen koşulları olmayan iş yerlerinde çalışan ve o iş yerlerine gitmek için hınca hınç dolu toplu taşıma araçlarını kullanmak zorunda olan işçiler için bu salgın ölüm kalım meselesi. Bu salgının dünyanın her yerinde en fazla yeterli beslenme, hijyen koşullarına sahip olmayan ve sağlık hizmetinden yeterince yararlanamayan yoksulları, emekçileri tehdit ettiği ortada. Dolayısıyla emekçilerin kendi önlemlerini almaktan başka bir yol yok gibi gözüküyor.
Üzerinden tartışmaya ve geliştirilmeye açık olmak kaydıyla birkaç somut ve hızla uygulanabilir talep etrafından mücadele etmeye başlayabiliriz. Bakanın açıklamalarından sonra hızla yayılan okulların tatil edilmesi talebi haklı ama yeterli değil. Virüsün en az okullar kadar yayılma imkanı bulacağı yerler iş yerleri ve o iş yerlerine ulaşmak için kullanılan toplu taşıma araçları. Salgın tehdidi devam ettiği sürece tüm çalışanlara ücretli izin verilmeli ve temel ihtiyaçların ücretsiz olarak karşılanmalıdır. Yalnızca kapitalistlerin kârına dayalı ve toplumsal faydası olmayan işletmelerde çalışma derhal durdurulmalıdır. Sağlık, beslenme ve barınma gibi hizmetlerin ise çalışabilecek herkesin katılımıyla kolektif biçimde ve rotasyonla sürdürülmesi sağlanmalıdır.
Bu talepleri dayandırabileceğimiz yasal düzenlemeler de bulunuyor. Öncelikle Anayasa’nın 56'ncı maddesi gereği devletin herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlama yükümlülüğü bulunmaktadır. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'nun 13'üncü maddesi gereğince ise ciddi ve yakın tehlike ile karşı karşıya kalan çalışan gerekli tedbirlerin alınmasını talep edebilir, gerekli tedbirler alınıncaya kadar çalışmaktan kaçınabilir. Çalışanların çalışmaktan kaçındığı dönemdeki ücreti ve diğer hakları saklıdır. Çalışanlar ciddi ve yakın tehlikenin önlenemez olduğu durumlarda kanunda belirtilen usule uymak zorunda olmaksızın iş yerini veya tehlikeli bölgeyi terk ederek belirlenen güvenli yere gidebilir. Çalışanların bu hareketlerinden dolayı hakları kısıtlanamaz.
Elbette esas olarak patronları koruyan yasal düzenlemeler bu acil talepleri savunmamız için yeterli olmayacaktır. Bu sistem işçileri hiçbir zaman ölmeleri pahasına çalıştırmaktan geri durmadı. İş yerlerinde iş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle her yıl yüzlerce işçinin yaşamını yitirmesini dert etmedi. Sağlığın ticari bir meta olması, bilimin toplumun genelinin yararına değil sermayenin çıkarlarına hizmet ediyor olması dünyanın her yerinde kapitalizmin kanıksanmış gerçekleri. Büyük bir çoğunluğun nitelikli sağlık hizmetinden yararlanma imkanından yoksun olması da öyle.
Dolayısıyla biz mücadele etmezsek alınacak önlemler toplumun genelinin yararına değil, devletin güvenliği ve şirketlerin kârlılığııa göre belirlenecektir. Öncesinde de resesyon beklentisi olan küresel ekonominin korona virüsü nedeniyle tüketimin düşmesinden etkilenmesi kaçınılmaz gibi gözüküyor. Bu koşullarda şirketlerde işçilere ücretsiz izin verilmesi, yıllık izin haklarını kullanma baskıları ve toplu işten çıkarmalar gerçekleştirilmesi konuşuluyor. Çin ve İtalya gibi salgından yoğun olarak etkilediği ülkelerde de benzer politikalarla işçiler ya salgından etkilenmeye ya da açlığa mahkum ediliyor. Bu nedenle kendi taleplerimizle mücadele yürütmemiz bizler içim ölüm kalım meselesi.
Bugün yine insanlığın ortak çıkarlarının yine işçi sınıfının çıkarlarıyla örtüştüğünü gördüğümüz bir andan geçiyoruz. Dolayısıyla bunlar yasalarla sınırlanamayacak, dünyanın her yanında savunmamız gerek taleplerdir. Bu taleplerin hayata geçmesi kolektif bir mücadeleden yani iş yerlerinden başlayarak biçimde bu talepler etrafında mücadeleyi büyütmekten geçiyor.
*Avukat