İlk soru: Ne iş yapıyorsun?
Bir arkadaşımla bir yere gidip oturmak istesem ailemin verdiği sınırlı parayı harcayıp harcamama ikilemini yaşıyordum hep. Bitecek olan sınırlı para ve sonrasını düşündüğümde hafakanlar basıyor, iptal ediyordum çoğunlukla görüşme tekliflerini. İstemiyordum aynı zamanda işi olan arkadaşlarımın benim ekonomik yükümü çekmesini.
Erol Malçok
Bağırdım yüksek çıktığını zannettiğim ama aslında kimselere duyuramadığım sesimle… Belki gerçekten kimse duymadı ya da duymak istemedi. Yanında yaşamak zorunda kaldığım annem-babam içime gömülen sesime kulak verip, yaşama katılmamı salık vererek bunu desteklediğindeyse öfkeyle bilenip sesimi yükselttim onlara. Bana dışarı çık gez-dolaş rahatlarsın, istersen harçlık verelim dediklerinde evde istenmediğimi düşündüm hep. Öyle ya bu yaşa gelmiş, üniversiteyi de bitirmiş ama hâlâ onlara yük oluyordum. Böyle düşünüyordum ya da içerisinde bulunduğum psikolojik buhran beni böyle düşünmeye sevk ediyordu. Evde, mahallede işle ilgili kim ne cümle kursa batıyordu bana. Tanıştığım her insanın duygularımı, hal-hatırımı, dünyaya ve insanlığın gidişatına yönelik ne düşündüğümü, edebi-sanatsal zevklerimi soracağına ilk olarak ne iş yaptığımı sorması iğreti ediyordu beni. Bulantı haline geçiyordum insanlardan ve aslında bu kadar zor olmaması gerektiğini düşündüğüm ama zor olan bu yaşamdan. Sanki çalışacak çok güzel işler vardı da ben nankörlük edip çalışmıyordum hissi veriyordu çevremdeki insanların tek kalıptan çıkmış davranışları. Bir arkadaşımla bir yere gidip oturmak istesem ailemin verdiği sınırlı parayı harcayıp harcamama ikilemini yaşıyordum hep. Bitecek olan sınırlı para ve sonrasını düşündüğümde hafakanlar basıyor, iptal ediyordum çoğunlukla görüşme tekliflerini. İstemiyordum aynı zamanda işi olan arkadaşlarımın benim ekonomik yükümü çekmesini. Bu durum aslında kalmak istemediğim aile evinde daha çok kalmak zorunda olduğum bir paradoksla karşı karşıya bırakıyordu beni. Tam bir kısır döngü. Ve bunu çözecek olanın da belki hiç sevmeyeceğim ama para kazanacağım bir işimin olması ne büyük öfke uyandırıyordu bende. Oysa ben “tembellik hakkı” diyordum, “çekici emek” kavramına kulak verip insanların sıkılmadan çalışması için dönüşümlü ve az sürelerde çalışmasını savunuyordum. Onlarca saat hiçbir toplumsal-kişisel yararı olmayan işler yerine üretken şeyler yapmayı düşlüyordum. Şimdi düşüncelerimle pratik yaşamın çıldırtıcı kabalığı arasında sıkışmış hissediyorum kendimi. Bir an önce ne olursa olsun iş bulmak istiyorum hemen ertesi gün bunalacağımı bilsem de.
Hangimiz olursak olalım bir genç işsiz olarak ev hayatına hapsolsaydık yukarıdaki cümlelere benzer cümleler kuracaktık belki de. İşsiz olmamak için AVM’de çalışan bir kadın işçi olsaydık aldığımız küçücük primin farkında olan bir adamın mont alırken bizi de satın aldığını zannetmesi karşısında duygularımızı nasıl ifade edecektik. Reddetseydik AVM’leşmiş ilişkiler ağının sağladığı bu işi ve dönseydik evimize, nasıl katlanacaktık satın alınmaya çalışılan bedenimizin aile tarafından hapsedilmeye çalışılan bir bedene ikame edilmesine? Ya da turizm sektöründe çalışan bir erkek işçi olarak etnik ayrımcılığa uğrasaydık aşağılanmanın nasıl bir travmasını yaşardık? Bazı steril sahil kentlerinde sırf etnik kökenimizden dolayı işe alınmasaydık öfkemiz nereye sığardı? Neoliberal kapitalizmin en basit işleyiş kurallarının bile şovenizmden dolayı işlememesi nasıl bir çaresizlik psikolojisine sürüklerdi bizi? Mülteci olsaydık bu topraklarda sırf düzenli ücretli köle statüsü kazanabilmek için tuttuğumuz Avrupa yolundaki aşağılanmalarla baş edebilir miydik?
Ya emekliliğimiz geldiği ve çok da ihtiyacımız olmadığı halde sırf sıkılırız, boşluğu idare edemeyiz diye sürekli çalışma halimize ne demeli? Ömrümüzü tüketen bu sıkıcı işleri bile bırakamayacak kadar aciz miyiz? Yok mu dünyada daha anlamlı uğraşlar? İşkolikliği bir sorun olarak kabul edip hiç değilse bu sıkıcı işlerimizi gençlere çok görmesek olmaz mı?
Hiç düşündünüz mü? Empatinin yittiği, diğerkâmlığın tamamen kaybolduğu bir dünya ne kadar anlamsız ve sıkıcı olurdu? Peki henüz kaybetmediğimizi düşündüğümüz bu hasletlerimiz 2019 TÜİK verilerine göre 2 milyon 801 bin genç işsizin sosyal-psikolojik yaşamını düşündüğümüzde nereye oturuyor. Buna resmi olarak iş başvurusu yapmayanları, mevsimlik işçileri ve küçük aile işletmelerinde cep harçlığına çalışanları da eklerseniz durum içler acısı. Bu durumu fark edip Genç İşsizler Platformu’nu kurarak çok kıymetli bir iş yapıp “Amacımız işsizliğe dikkat çekmek ve işsizliği istatiksel bir veri olmaktan ileri taşıyabilmek” (1) diyen insanların varlığı yüreklere su serpiyor. Son sözü onlara vermek lazım:
“Peki ne yapmalıyız? İşsizin veya hak ettiğini alamayan emekçinin en büyük gücü birliğidir, yani dayanışması. Bizler bir olduğumuz ve kendimizi suçlamak yerine sistemi sorguladığımız kadar güçlü oluruz. Küçük ve mutlu bir grubun içerisine her ne pahasına diyerek girmeyi amaçlamak ve çoğu kez hayal kırıklığı ile karşılaşmak yerine; o ayrıcalıklı grubu büyütecek yeni bir sistemi savunmakla kendimizin ve ardımızdan geleceklerin kaderini baştan sona değiştirme imkânı buluruz. Bırakalım onlar bizi suçlamaya ve yetersiz görmeye devam etsinler; biz gerçek suçun ne, suçlunun kim olduğunu artık biliyoruz.
İşte Genç İşsizler Platformu’nun amacı bu! Yalnız olmadığımızı hatırlatmak; sonu gelmeyen bireysel çabalar yerine, toplumsal olarak mücadele etmek için vesile olmak. Belki bu dayanışma kısa sürede bizlere bir iş kazandırmayacak; ancak böyle bir mücadele yapmadığımız müddetçe her yeni yılda iş gücü piyasası denilen arena milyonlarcamızın daha yitip gittiği yer olacak.”(2)
(1) Genç İşsizler Platformu Bülteni 18 Aralık 2019
(2) Genç İşsizler Platformu Sosyal Medya Tanıtım Sayfası