Göç ve açlık: Modern zaman pandemisi

Yunan polisi tarafından hem parasal hem de kıyafet anlamında soyulmuş bir göçmeni elleriyle yeniden tedavi edip Yunan tarafına yollayan Türkiye, Yunanistan’ın geri püskürttüğü göçmenlerin üzerine gaz fişeği sıkarak geri dönmesini engellerken, engel olabildi mi Covid-19’un davetsiz gelişine?

Google Haberlere Abone ol

Nurullah Yıldız*

Üniversite içerisinde gezerken, Çin’den geldiğini düşündüğümüz bir Asyalıya “Mao yoldaş” diye uzaktan bağırmıştık. Hong Konglu  olduğunu öğrendiğimiz bu arkadaş Mao telaffuzumuzu asla anlamadı. Belki de anlamak istemedi. Çünkü mutasyona uğramış Köylü Devrimi geride ne Mao’nun ideallerini ne de Çin Komünist Partisi’nin manifestosunu bıraktı. Kapitalist saldırganlık karşısında kendi toplumunu ayakta tutmaya çalışan Çin, saldırgan kapitalist sistemin bir parçası olmakla kalmadı, tek parti rejimini komünist bir partiyle sürdürmesine rağmen, kapitalizmin bayrak yarışçısı haline geldi. En ucuzu en kısa sürede, en kaliteliyi ise en yüksek fiyata üreten bu dev ekonomi, büyüdü ve artık kendine sığamaz oldu. Teknolojiden uzay çalışmalarına, nükleer çalışmalardan ticaret anlaşmalarına kadar, dünyadaki en küçük ülkeyle bile ikili ilişkiler geliştirdi. Bu ikili ilişkilerin yansıması Covid-19’un yayılma hızıyla anlaşılabilir. Her ne kadar acil önlemler ve karantina uygulansa da virüs dünyaya çoktan yayılmıştı Çin Halk Cumhuriyeti vatandaşları aracılığıyla. Geriye kalansa dünyanın diğer “güçlü” ekonomilerinin önlemleriydi.

Peki başka ülkeler de Çin’in aldığı önlemleri alabildiler mi? "Paniğe gerek yok" diyerek, uçakları boş dahi olsa kaldırmaya, fabrikaları çalıştırmaya ve üretimi her alanda sürdürmeye devam ettiler. Özellikle İran hiçbir önlem almayı kabul etmeyip, bunun bir “biyolojik silah” olabileceğini iddia etti. Ruhani, kendi iktidarını bağrından yakalayan bu virüse yenik düştü. Kabinesinden pek çok kişiyi bu virüse teslim etti. En olmayacak kararlarla zaten halk ile arasında mevcut olan mesafeyi iyice açmış oldu. Bu “demir yumruk rejimini” virüse bir tedavi bulunana kadar devam ettireceği kesin olsa da İran siyasetinde bir ters düz oluş olacaktır. Sokaklar Korona korkusuyla boş fakat, evlerinde bekleyen kalabalıklar öfkeli ve nefretle kendilerine zulmeden bu gerici yığına ateş püskürüyor.

Covid-19, 2019 yılında boy göstermiş, 2020’de aynen 100 yıl önce olduğu gibi dünyayı sallamaya yetti. “Yapılması gereken elleri yıkamak” söylemi hiçbir toplumda inandırıcı bulunmadı. Fransa Cumhurbaşkanı bu süreç başladığında emeklilik yasasına karşı sendikalardan gelen itiraz ve sokak hareketleriyle karşı karşıyaydı. Bir iddia olarak Covid-19 için “Macron’u kurtaran virüs!” söylemi yayılmak üzere. Fransa, İran kadar ciddiyetsiz yaklaşmasa da virüsün yayılışını üç aşamada göğüslemeyi hedefledi. İlk 100 yaka ve 10 ölüm, Fransa tarihi açısından büyütülecek ve yakıcı olmamakla beraber, ülkeyi bazı sert önlemleri almaya iten ikinci safhanın başlamasına yol açtı. Bu ikinci safha boyunca halka ciddi eğitimler sunulacak, okullar gerekli görülmesi halinde tatil edilecek ve her gün kriz toplantıları yapılacaktı. Neyse ki Fransa halkı alınan kararlara itiraz etmedi, sokaktan geri çekildi. Artık Seine nehri kıyılarında sadece evsizler vardı. Eğlenen o gençler şarap şişelerini balkonlarda diker oldular. Fransız isçi sendikası CGT’nin “emeklilik yasasını geri çekin” talebinin yankılandığı Champs-Elysées artık tek tük zengini ayarlayan Louis Vuitton, Chanel gibi mağazalar dışında pek cansızdı. 2 bin 281 vaka ve 48 ölüme ulaştığımız bugünlerde, üçüncü safha kapıda. Artık sokağa çıkma yasaklarına, sınır kapılarının kapatılmasına, belki İtalya’da gerçekleşen gibi tüm mağazaların kapanmasına doğru adım adım gidiliyor. Yunanistan sınırında bekleyen onlarca göçmen Macron’dan haber beklerken, emeklilik yasasına karşı en sert direniş sürerken, Macron ne de çok karar almak zorunda. Bu gibi pek çok konu olsa da öncelik Covid-19’da.

Her toplumda olduğu gibi, Fransızların içinde de insan soyunu kategorize eden ve üstün ırkın kendi soylarıyla bağlantılı olduğunu iddia edenler mevut. Marine Le Pen’in başını çektiği sağ blok bu iddiayı sürdürüyor. Vahim olan ise Génération Identitaire (Kimlikçi Kuşak) gençlerinin, Yunanistan sınırında bekleyen göçmenlerin geri püskürtülmesi mücadelesine omuz vermek istediklerini talep eden eylemler düzenlemeye başlamaları. Her ne kadar sesleri dayanışma ağı ören gruplar kadar çıkmasa da bu grubun bazı muadilleri İsviçre’de de bulunuyor. UDC (Demokratik Merkez Birliği) Covid-19’u bahane ederek İsviçre’nin Schengen anlaşmasını iptal etmesini, göçmen alımını sınırlandırmasını ve virüse aşı bulunana kadar ülkeye yabancı girmemesini talep ediyor. Bu doğrultuda bakılırsa, Covid-19 ve göçmen krizi merkez sağa yeni atılımlar için zemin hazırlıyor gibi duruyor. Yönetim ve üretim sorunuyla karşı karşıya olan saldırgan kapitalist sistem, kendisini bir üst aşamaya taşıması için yine 1900’lü yılların ilk çeyreğinden başlayarak olduğu gibi faşist bloklara olanak sunabilir. Bu olanağın doğumunda şüphesiz göçmen krizi önemli rol oynasa da daha şimdilerden her Asyalıya bir virüs gibi yaklaşılan Avrupa’da Covid’19’un da payı yadsınamaz.

Bu veriler ışığında, her üç yılda bir tekrar eden göç krizi ve neredeyse her on yılda bir tekrarlanan pandemi derecesindeki halk sağlığını tehdit eden küresel yayılıma müsait virüslerin varlığı bize neyi işaret ediyor?

Bazı göstergeler vardır, adını söylediğiniz bir şehri onlar temsil eder: Paris, Eiffel Kulesi gibi. İtalya denildiğinde derhal kalın hamurlu bir pizza canlanır kafalarda. Fakat bazıları için İtalya demek, dünyanın en “prestijli” markaları demektir. Ferrari, Lamborghini, Maserati, Alfa Romeo, Fiat bunlardan bazıları. Peki Milano moda haftası için harcanan bütçe? Şimdi ise karşı karşıya kaldığı Covid-19 için 25 milyar Euro ayıran İtalya gerçeği.

Hem Fransa hem İtalya örnekleri bize gösterdi ki, I Daniel Blake filminde olduğu gibi Avrupa’nın sosyal devlet teorisi büyük bir çöküş yasamakta. Mevcut sağlık sistemleri, sadece ilaç yazmak ve o ilacı temin edecek firmalara sahada alan yaratmaktan ibaret. Her doktorun ortak çalıştığı bir firma, her firmanın lüks araç sunduğu doktorlar. Dahası, sosyal devlet teorisi çoktan çökmüş iken bunu asla kabul etmeyen Avrupa devletleri, Covid-19'a karşı sonuçları daha ortada yokken, hemen emekçinin gündeliğine gözlerini dikmeye başladılar bile. Tartışmaların odağında ticari alanların kapatılmasıyla işyerlerine gidemeyecek onlarca emekçi evlerine hapsolduğunda onları koruyacak bir yasanın bulunmaması bulunuyor. Geçici bir önlem dışında gerçekçi bir yaklaşımın olmaması insanları zor da olsa virüse karşı önlem almak yerine, açlığa karşı önlem almaya itiyor. Virüs bir salgın olarak yayılırken, zihinlerde “açlığı gösterip sıtmaya razı etmek” deyimi dolanıyor.

Avrupa, eski Avrupa değil diyorlar. Aslında denmek istenen, kapitalizm eski kapitalizm değil. Daha saldırgan, daha vahşi. 19'uncu yüzyıl sonlarında çocuk işçilerin ter kokuları sokakların tek parfümüyken, 16 saate varan çalışma saatleri modern zamanlarda neyle karşılaşacağımıza bir örnek sunmuştu. Covid-19 akabinde şalterleri inen Çin’deki hava kirliliği tablosunun neredeyse 50 yıl öncesine dönmesi bile bu vahşi kapitalizmin ne denli insan hayatını hiçe saydığının en somut kanıtı olarak önümüzde duruyor. Başka bir soru: Covid-19 telaşıyla inen bu şalterler, duran üretim, ekolojik bir dünya, adil bir paylaşım, eşit bir yaşam için durdurulamaz mı?

Doğayı ve insan hayatını hiçe sayan bu saldırgan sistem, başka bir yerden de saldırılarına devam ediyor. Bu saldırı, insanlığa karşı yapılan, en vahşi ve en sert saldırı. Topraksız yoksullar sokaklara düşmüş, belki eline silah almak istemiş, belki savaştan kaçmış yahut açlıkla boğuşmuş, vb nedenlerle sığınma haklarını kullanan göçmenlere karşı saldırı devam ediyor. Göçmenlerin yer değiştirme talepleri, Covid-19 teşhisi konulmuş bir yolcunun havalimanında ülkeye girişi kadar sorun gibi görülmekte, kendi topraklarında virüsün yayılmasını engellemek için önlem alan iktidarlar, bir Afgan’ın başka bir Afgan’ı teşvik edeceği korkusuyla, yani yine pandemik bir olayın önüne geçme heyecanıyla insanlığa karşı kamp kurmayı sürdürüyor.

Tüm bu yukarıdaki sistemsel sorunlar Covid-19 ile bütünleşince, sağlık sitemine harcanan bütçenin Space X için Mars seyahatine harcananın yalnızda binde biri olması yanında, cevabını aramaya devam ettiğimiz bir göçmen gerçeğiyle yaşıyoruz. Ülkesine göçmenler girmesin diye çelik teller döşeyen Yunanistan engel olabilir mi bir Afgan’ın gelecek hayaline? Yunan polisi tarafından hem parasal hem de kıyafet anlamında soyulmuş bir göçmeni elleriyle yeniden tedavi edip Yunan tarafına yollayan Türkiye, Yunanistan’ın geri püskürttüğü göçmenlerin üzerine gaz fişeği sıkarak geri dönmesini engellerken, engel olabildi mi Covid-19’un davetsiz gelişine? Ne Birleşmiş Milletler ne Avrupa Parlamentosu ne Türkiye Göç İdaresi ne Yunanistan Parlamentosu. İnsanlar daima akıllarında tutacaklar, Covid-19’un ne denli yakıcı olduğunu ve sınırlarda açlıkla boğuşan insanların yalnızlıklarını. Ne var ki onlarca sıkı kuralla durdurulmaya çalışılan Covid-19’dan daha kötü olan ırkçılık ve daima yükselişte olan yabancı düşmanlığı her daim yayılmayı sürdürüyor. Bize düşense her türlü saldırıya göğüs germek oluyor.

*Araştırmacı-çevirmen