GELECEK'in geleceği yok DEVA dertlere deva değil, peki ama neden?

GELECEK ve DEVA partileri toplumsal muhalefetin güçlü olduğu ve AKP’nin seçim yenilgisi nedeniyle savunmada kaldığı bir konjonktürde kurulmalıydı. Davutoğlu kendini partiden attırdı. Sonra apar topar partileşmek zorunda kaldı. Babacan ekibi ise iktidar partisinin iç ve dış siyasette kontrolü tekrar ele aldığı bir konjonktürde kuruldu. Şu an çok az kişi Davutoğlu ve Babacan’ın sözlerine dikkat kesiliyor.

Google Haberlere Abone ol

Armağan Öztürk*

Gelecek ve Deva parti programlarını peş peşe okumalarını tavsiye ediyorum güncel siyasi gelişmelere ilgi duyan herkese. Bahsi geçen programlarda Türkiye’nin pek çok sorununa dair sayısız nitelikli öneri sıralanmış. İki partinin de ısrarla vurguladığı bir nokta var: OHAL ve başkanlık sisteminin yarattığı tahribata karşı demokrasinin alanı genişletilerek devlet yeniden düzenlenmeli. Temel hak ve özgürlüklerin korunması, keyfilik ve siyasi ayrımcılıkla mücadele edilerek liyakatin tesis edilmesi, adalet ve ekonomi gibi kritik konularda istikrarın sağlanması temel hedefler. KHK ile ihraç edilenler, Aleviler ve Kürtler dahil olmak üzere toplumun yaralı kesimlerinin birikmiş sorunları da ele alınıyor.

Programları okumayı bitirip düşünmeye başladığınızda şunu hissediyorsanız ama: Ne GELECEK'in aslında bir geleceği var ne de DEVA dertlere deva. Türkiye’nin sorunları ve sorunların muhtemel çözümleri hakkında birbirine bu kadar yakın tespitleri olan bu iki partinin yaklaşık 6 ay arayla ayrı partiler olarak kurulması zaten başlı başına bir sorun. Davutoğlu, Babacan ve Gül ekipleri, aralarındaki her türlü kişisel sürtüşmeyi bir kenara bırakıp ortak bir lider ve programın etrafında birleşmeliydi. Ama onun yerine üç parçaya bölündüler. Gül yine denklemin dışında. Davutoğlu ve Babacan ise sağ siyasetteki AKP hegemonyasını kıramayacak kadar güçsüz iki partiyle yola çıktı. Siyasette varlıklarını korusalar dahi asla başat siyasi aktörler olamayacakları şimdiden belli.

Nereden belli diye sorabilirsiniz. GELECEK ve DEVA partileri daha yeni kurulmuşken onların siyasi ömürleri hakkında olumsuz bir sonuca doğru peşin hükümlü olmak doğru mu? Şüphesiz ki siyasette hayatın diğer alanlarında bir benzeri görüldüğü üzere bir öngörülemezlik hali var. Olmaz dediğiniz şeyler olabiliyor. Dolayısıyla “GELECEK” ve “DEVA” konusunda yanılıyor olabiliriz. Ama bu o kadar düşük bir ihtimal ki. Nedenleri sıralayalım.

Siyasette başarı ne söylediğinizden çok o söylenen şeyin ne zaman, nasıl ve kim aracılığıyla söylediğiyle ilgili. Bu kıstaslara tek tek baktığınızda karşınıza şöyle bir tablo çıkıyor: Zamanla ilgili bir sorun var her şeyden önce. AKP siyasi gücünü seçim başarılarından alıyor. Ne kadar hata yapsa da seçimlerde halktan çoğunluk onayı aldığı için o hatalar önemsiz ayrıntılara dönüşüyor. Ancak 2019 yerel seçim sonuçları, özellikle de tekrarlanan İstanbul seçimi iktidar partisinin çoğunlukçu üstünlüğüne ağır bir darbe vurdu. Haziranı takip eden ayları hatırlayalım. İktidarda bir dağılma ve çöküş korkusu, muhalefette ise başarı hissi vardı. 2019 yaz ayları itibariyle herkes Babacan ve Davutoğlu’dan siyasi bir hamle bekliyordu. Ancak bu iki siyasetçi talihin önlerine koyduğu fırsatı kaçırdı. GELECEK ve DEVA partileri toplumsal muhalefetin güçlü olduğu ve AKP’nin seçim yenilgisi nedeniyle savunmada kaldığı bir konjonktürde kurulmalıydı. Davutoğlu kendini partiden attırdı. Sonra apar topar partileşmek zorunda kaldı. Babacan ekibi ise iktidar partisinin iç ve dış siyasette kontrolü tekrar ele aldığı bir konjonktürde kuruldu. Şu an çok az kişi Davutoğlu ve Babacan’ın sözlerine dikkat kesiliyor. Ama geçen sene durum böyle değildi.

Mesele sadece doğru zamanın kaçırılmış olması değil şüphesiz ki. Söylenen sözlerin söylenme biçimi ve liderlikte de sorunlar var. Popülizmin, özellikle de sağ popülizmin çok güçlü olduğu bir siyasal zamanı yaşıyoruz. Türkiye dahil olmak üzere pek çok ülke güçlü liderler aracılığıyla sağ popülizm bir zihniyetle yönetiliyor. Popülizmi durdurmanın ise tarihte başarısı sınanmış tek bir yolu var. Başka bir popülizm. Popülist bir siyaset ancak başka bir popülist siyaset tarafından durdurulabilir. İmamoğlu’nun seçim zaferi muhalif kesimlerin alternatif popülizm inşa etme kapasitesi bakımından oldukça umut verici. Davutoğlu ve Babacan ise hem liderlik nitelikleri hem de kurdukları partilerin oluşum biçimleri bakımından başka bir istikamette konumlanmış durumdalar. Her iki hareket de aslında elitlerin isyanı. Erdoğan’ın güçlü liderliği karşısında partide siyaset yapma imkanını yitiren, bir anlamda dışlanan ekipler popülist lidere isyan ederek partilileştiler. En zayıf noktaları da bu. Siyasi partilerin başarılı olması için elitler tarafından desteklenmesi yeterli değil. Elitlerin başlattığı isyana halk desteği gerek. Oysa AKP tabanına bakıldığında parti liderliğinin haklılığı konusunda beslenen inanç hâlâ çok yüksek düzeyde. Davutoğlu ve Babacan’ın ses getirmemesinin temel nedeni bu.

Tabii bir de liderlik meselesi var. Ne Davutoğlu ne de Babacan geniş kitleleri arkasından sürükleyecek kapasiteye sahip. Davutoğlu eski bir akademisyen, Babacan ise siyasi hayatı boyunca neredeyse hiç siyaset yapmamış, hiçbir siyasi tartışmaya katılmamış teknokrat nitelikli bir bakan. Bu iki kişinin isimleri halk tarafından biliniyor şüphesiz ki. Ama isimlerle politik tahayyül yaratma kapasitesi arasındaki bağlantı çok zayıf.

Peki, sonuç olarak geldiğimiz nokta nedir? Dün olduğu gibi bugün de AKP karşıtı muhalefetin sağ ayağı topallamaya devam ediyor. Umut varsa bile, bu partilerde değil, başka yerde.

*Doç. Dr. Artvin Çoruh Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü