Covid-19 ve küresel ekonomi: Ne yapmalı?
Covid-19’un ABD’ye ciddi olumsuz etkileri olacağını anladığı anda da, FED, tabir uygunsa, silahındaki tüm kurşunları kullanarak olabilecek en genişleyici para politikası uygulamalarından birini devreye soktu. Sıfır faiz ve 700 milyar dolar düzeyinde bir parasal genişleme. Ancak, piyasalar bu müdahaleyi yeterli görmemiş olacak ki, sadece ABD’de değil, Türkiye de dahil hemen her ülkede borsalar çakıldı.
Ceyhun Elgin*
Küresel ekonomi oldukça sıra dışı günlerden geçiyor. Çin’in Vuhan kentinde ortaya çıkan ve ilk etapta kentin bulunduğu eyalete, ardından daha kontrollü bir ölçüde Çin geneline, son olarak da farklı ülkelerde farklı ölçülerde olmak üzere dünya geneline yayılan Covid-19 hastalığı etkilerini sadece halk sağlığı alanında değil iktisadi alanda da göstermeye başladı. Bir iktisatçı olarak, “Elinizi düzenli olarak yıkayın” ve “Evden gerekmedikçe çıkmayın, çıkarsanız da kendinizi sosyal açıdan soyutlamaya çalışın” şeklindeki genel tavsiyeler dışında halk sağlığı ile ilgili bir tavsiye vermem pek mümkün değil. Gelişmeler, henüz çok yeni, ancak, zannediyorum ki, iktisadi açıdan en azından bazı noktaları vurgulamak ve ne yapılabilir diye sorup bu soruya cevap aramak mümkün.
Öncelikle, bu kriz, birçok açıdan diğer krizlere benzemiyor. Evet, özellikle 2008 yılından beri küresel kapitalist sistem oldukça kırılgandı ve Türkiye’de 2001’de yaşanan anayasa kitapçığı krizi gibi balonu patlatacak bir iğne bekleniyordu. O açıdan Covid-19’u bu iğne gibi düşünmek mümkün. Ancak, mevcut iktisadi krizin, kapitalizmin krizi olmaktan öte farklı dinamiklere de sahip olduğunu vurgulamamız gerekiyor, zira bu, içinde bulunduğumuz iktisadi sistemden bağımsız olarak oldukça ciddi etkileri olacak bir kriz.
Genellikle iktisat politikasında iki temel müdahale aracının var olduğu düşünülür. Para ve maliye politikaları. Doğaldır ki, işgücü piyasası politikası, ticaret-gümrük politikası gibi araçları da ekleyebiliriz; ancak bunlar iki temel politikanın para politikası ve maliye politikası olduğu gerçeğini değiştirmez. Dolayısıyla, iktisadi durgunluk dönemlerinde devletler ekonomiye müdahale etmeleri gerektiklerini düşündüklerinde, genellikle, belirli oranlarda bu iki politikayı kullanırlar. Farklı iktisadi düşünce okulları ve bu okulları takip eden iktisatçılar da hangi politikanın daha etkili olduğu ve ne zaman, hangi araçlarla kullanılması gerektiği konusunda zaman zaman ayrışırlar.
2008 krizinde, hem Avrupa hem de ABD’de krize genişleyici para politikası ile müdahale edildi, bu politikaya kimi ülkelerde bir de borç krizini aşmak için daraltıcı maliye politikası eklendi.
Bu müdahale tarzı doğru muydu değil miydi, ya da bu politikalar krizi aşmakta yeterli oldu mu, bu yazının konusu değil. Ancak kısaca görüşümü belirtmem gerekirse bence kesinlikle yeterli değildi ve yeterli olmadığı için de Covid-19’un iktisadi etkileri çok daha sert olacak.
Mevcut küresel sistemin lideri konumundaki ABD’de ekonomiye yön veren kurumların başında gelen merkez bankası (FED), zaten bir süredir yürütme organı konumundaki başkandan yeteri kadar genişleyici bir para politikası gütmediği konusunda eleştiri alıyordu. Covid-19’un ABD’ye ciddi olumsuz etkileri olacağını anladığı anda da, FED, tabir uygunsa, silahındaki tüm kurşunları kullanarak olabilecek en genişleyici para politikası uygulamalarından birini devreye soktu. Sıfır faiz ve 700 milyar dolar düzeyinde bir parasal genişleme (quantitative easing). Ancak, piyasalar bu müdahaleyi yeterli görmemiş olacak ki, sadece ABD’de değil, Türkiye de dahil hemen her ülkede borsalar çakıldı. Buna ek olarak, mevcut ortamda, herkesin güvenli liman gördüğü ABD doları Türk Lirası ve gelişmekte olan ülke para birimlerine karşı ciddi değer kazandı ve kazanmaya da devam ediyor.
Halk sağlığı, immünoloji ve enfeksiyon uzmanları dünya genelinde Covid-19 için araştırmalara, kafa patlatmaya duraksamadan devam ediyorlar. Yine de bu bilim dallarından hastalık ve olası etkileri ile ilgili çelişkili bulgular gelmeye devam ediyor; ki bu da gayet doğal, zira bilim sihirli bir değnek değil ve bir soruya anında cevap bulunması mümkün değil. Hastalığa ikinci kez yakalanmak mümkün mü? Hastalığa neden olan virüs mutasyona uğruyor mu? Gençler de daha mı az etkili? İbuprofen kullanımı hastalık için zararlı mı? Bilim adamları bu soruların cevapları üzerine bir oydaşma sağlamış değil. Dolayısıyla, öncelikle, iktisatçıların da “bu krizden nasıl çıkarız” sorusuna aynı cevapları vermelerini beklememek gerekiyor.
Kanımca, “Ne yapılabilir? Bu krizden nasıl çıkarız?” sorularının cevabı her ne kadar farklı ülkelerde bazı ortak paydalar içerse de gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde farklı olacak. Bu doğrultuda özellikle Türkiye özelinde nasıl bir iktisat politikası düşünülebilir, aşağıda sıralamaya çalışacağım.
1- Öncelikle, ne Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ne de ABD gibi gelişmiş ülkelerde para politikasının bu krizden çıkmada yeterli olmayacağı oldukça açık ve sosyal medyadan görüldüğü kadarıyla, an itibariyle en katı neoklasiğinden post-keynezyenine birçok iktisatçı bu konuda mutabık. Zaten öyle olduğu için de FED’in faizi indirmesi ve piyasaya ciddi bir miktar enjekte etmesi pek de işe yaramadı. Bu politika 2008’de olduğu gibi ancak finansal piyasalara biraz rahatlatıcı gelebilirdi ama işgücü piyasalarına ya da talebe çok fazla bir etkisi olmayacağı da açık. Örneğin, talebi sıfıra inen bir restoran ya da sinema sahibinin, faizler sıfıra indi diye kredi çekip çalışanlarını işte tutmaya çalışması çok yüksek bir olasılık değil. Ya da bir şekilde işlerini koruyan ve maaşlarını almaya devam eden insanlar, böylesine korkutucu bir halk sağlığı sorununda faizlerin düşüşünden yararlanıp bankadan kredi çekip yeni yatırım arayışlarına girmeyeceklerdir.
2- Yine de Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, krizin ciddiyetinin boyutuna göre, en azından kısa vadede döviz kurundaki gelişmeler gözden çıkartılıp (hatta yine krizin boyutuna bağlı olmak üzere belki daha ileri gidilip sermaye hareketleri dahi sınırlandırılıp) para politikası ile faizler bir miktar daha düşürülebilir. Ancak, ne yapılırsa yapılsın para politikası yeterli olmayacaktır.
3- Para politikası yeterli olmayacağına göre bu konuda maliye politikasını devreye sokmak gerekecek. Bunun da olması gerektiği konusunda iktisatçılar arasında bir oydaşma var gibi. Ancak, bu konuda da iki sorun var. Birincisi, örneğin ABD’de, hâlâ krizin ciddiyetinin farkında olmayan ve ekonomiye kamu müdahalesi alerjisi olan bazı politikacılar var ve burada engel çıkarmakta hiçbir beis görmüyorlar. İkincisi ise, genişleyici maliye politikasının nasıl yapılması gerektiği ile ilgili çok farklı fikirler var. Türkiye’de de durumun çok farklı olmadığını söyleyebiliriz.
4- Bu krizin öncekilerden çok farklı olduğunu unutmamak ve ulusal çapta bir karantina uygulansa da ya da sadece kısmi bir sosyal uzaklaşma tavsiyesi verilse de bazı sektörlerde talebin sıfıra ya da sıfıra çok yakın bir düzeye ineceğini fark etmek gerekiyor. Dolayısıyla, maliye politikasının da bu farkındalıkla tasarlanması şart. Söz konusu sektörlere yönelik ciddi bir mali teşvik politikası, bu sektörlerdeki olası yıkımın önüne geçilmesini sağlayabilir. Bu doğrultuda yıkımın en büyük olacağı sektörden (turizm, ulaşım, eğlence, eğitim vs.) başlayarak maaş desteği, sosyal güvenlik prim muafiyeti gibi destekler kullanılabilir. Böylece bu sektörlerdeki yıkım en azından krizin etkisi geçinceye kadar kontrol altına alınır ve istihdam azalışı engellenebilir. Örneğin, asgari ücret üzerindeki tüm vergiler ve primler geçici bir süre için tamamen sıfırlanabilir. Hatta devlet daha ileriye gidip söz konusu ücretlerin bir kısmının ödemesini üstlenebilir.
5- Devlet, her ne kadar sektörlerdeki yıkımı sınırlı tutmaya çalışsa da istihdam azalışının engellenemediği sektörlerde işsizlik fonu hızlıca devreye sokularak, işsiz kalacakların gelir seviyeleri belirli bir süre için korunabilir.
6- Bir süredir iktisat biliminde popüler bir tartışma konusu olan ve bir ülkede ikamet eden (ya da vatandaş olan) her bireye belirli bir minimum aylık geliri (örneğin 1000 TL) sağlayan vatandaşlık geliri (universal basic income) uygulaması derhal uygulamaya konabilir. ABD’de muhafazakar Cumhuriyetçi Parti senatörlerinden Mitt Romney’nin bile mevcut krizden çıkış için (aylık 1000 dolar olarak) bu öneriyi ortaya attığını düşündüğümüzde, bu uygulamanın Marksist sosyolog Eric Olin Wright’ın önerdiği şekliyle kapitalizmi daha insancıl bir hale getireceğini belki de hep beraber görmüş oluruz.
7- Her ne kadar gelirin ve istihdamın düşüşü engellense de insanların dışarıya çıkmadığı ve bu geliri harcamadıkları bir ortamda bu yine de talebi canlandırmak için yeterli olmayabilir. Bu durumda da merkez bankalarına atfedilen son kredi mercii (lender of the last resort) örneğinde olduğu gibi, Berkeley’den Gabriel Zuchman ve Emmanuel Saez’in önerdiği geçici bir süre için devletin son alıcı mercii (buyer of the last resort) olarak bu sektörlerde bizzat talebi kendisinin yaratması uygulaması başlatılabilir.
8- İşe yarayıp yaramayacağı tartışmalı olsa da genişleyici para politikasını uygulamak oldukça kolaydır, merkez bankalarının tek bir kararına bakar. Ancak, genişleyici maliye politikasını uygulamak için devlet hazinesinin ek kaynak bulması gerekmektedir. Mevcut ortamda, örneğin ABD hazinesinin, bu parayı bulması oldukça kolay olacaktır, zira piyasa adeta Amerikan hazinesine “Benden borç al” diye yalvardığı ve faizlerin sıfır olduğu bir ortamdayız. Ancak, Türkiye için, en azından şimdilik, benzer bir durum söz konusu değil, dolayısıyla devletin ucuz borçlanması pek olası değil. Normal şartlarda vergi ya da borçlanma ile finanse edilebilecek bu genişleme, mevcut ortamda vergi artışı ve borçlanma olanakları sınırlı olacağından, ancak bütçeden farklı harcama kalemlerinde yapılacak ciddi bir kesinti ile veya olağanüstü yöntemlerle (servet vergisi, yüksek gelir grupları için ciddi vergi artışı) ya da piyasa yanlısı Chicago iktisatçısı Nobel Ödüllü Milton Friedman’ın ortaya attığı helikopter atışı önerisi ile hazinenin merkez bankasından borçlanması ile finanse edilebilir.
Unutulmamalıdır ki, yukarıda yazılan politika önerilerinin birçoğu, mevcut iktisadi paradigma içinde ancak kısa süre için ve sınırlı olarak uygulanabilecek olağanüstü uygulamalardır; kalıcı olmaları ise ancak anlamlı bir iktisadi paradigma değişikliği gerektirmektedir. Bu politikalarının ve etkilerinin ne ölçüde anlamlı ve kalıcı olacağı sorusunun cevabını ise Nikolay Chernyshevsky’nin çok sevdiğim “Nasıl Yapmalı” adlı eserinde geçen şu sözlerle verebiliriz: “Qui vivra verra” (Yaşayanlar görecek!)
* Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat bölümü