İtalya’dan mesaj: Devletlerinizi gerekli adımlara zorlayın yoksa geç olacak
İtalya örneği tüm ülkelerin önündeyken, yani virüsün yayılma hızı açıkken ve bunu önlemenin tek yolu insanları olabildiğince uyarmak ve kalabalık alanları kapatmak ve insanların dolaşımını olabildiğince yavaşlatmakken tüm ülkeler bu önlemleri uygulamak için neden şimdiye kadar beklemişti?
Miray Erbey*
Korona virüsü patlamasıyla dünyada hepimizin tanık olduğu ve geleceği çok büyük ölçüde etkileyecek olaylar oluyor. Pandemilere olan ilgimden dolayı olayları üç aydır yakından takip ediyorum, özellikle Avrupa’da ağırlıklı olarak Almanya ve aynı zamanda Türkiye'de olanları. Olay bildiğimiz üzere Çin’in Hubei eyaletinin Vuhan şehrinde patlak verdi. Korona virüsü yüzünden bildiğimiz ilk hastanın yaşamını yitirdiğinde tarihin 17 Kasım olduğu söyleniyor, fakat Çin bu yeni virüsü halka ve dünyaya duyurmak isteyen doktorları susturmaya çalışmıştı. Çin, virüsü duyurmaya çalışan doktorları baskılayıp bilgi paylaşımını engellediğinden, dünyaca hastalığın farkına vardığımızda artık çok geçti. Bir ay sonrasında vaka sayısı çoktan 60’a sıçradığında olay saklanamaz hale geldi. Çin bu konuda ilk baştaki bilgi akışını bastırmış ve hastalığın bu yüzden her yere yayılmış olmasına rağmen, Dünya Sağlık Örgütü bu gerçeğe hiç değinmeyip Çin’e övgüler saydırıyor, hastalığı idare etmekte çok başarılı önlemler aldığını söylüyordu.
Çin şehirleri tamamen kitleyerek ve sıkı karantina yöntemleriyle hastalığın yayılmasını kontrol edebilme noktasına geldiğinde artık tüm dünyadan korona pozitif vakaların giderek arttığına dair haberler yağmaya başladı. İnternette epidemiologlar bilgilerini paylaştılar: Hastalığın yayılmasını yavaşlatmanın tek yolu sosyal mesafeyi olabildiğince artırmaktı. Bu yöntem okulların, kalabalıkların olduğu alanların kapatılmasından başlayıp şehirleri karantina altına almak ve ev karantinası gibi yöntemler içeriyor. Vaka sayısı giderek arttığından İtalya bu önlemleri sırasıyla sıkılaştırarak artırdı, öyle ki şu an geldikleri noktada gerekli bir sebep göstermeden sokağa çıkmanın 206 Euro cezası, eğer pozitif olduğunuz halde sokakta yakalanmanızın ise 1-12 yıl arası hapis cezası var. İtalya’daki vakalar logaritmik artarken, Almanya’da okullar hâlâ açıktı. Çocuklar hasta olmakta büyük risk taşımamalarına rağmen taşıyıcı oldukları söyleniyor. Yani ebeveyninden ya da dışarıdan virüs kapan çocuk bunu diğer çocuklara ve de bu yolla onların ebeveynlerine taşıyabilir. Bu nedenle okulların kapanması önemli ve geçmişe baktığımızda da pandemilerde okulları kapatmanın hastalıkların yayılmasını yavaşlattığı görülüyor. Bu sırada Merkel çıkıp dünyada hiçbir ülke yöneticisinin yapmadığı açıklamayı halka, insanların en az yüzde 60’ı bu virüsü kapacak diyerek yapmıştı, ama ne öneriyordu? Sürü bağışıklığı ve önlem alma. Sonra aynı fikri İngiltere Başkanı Boris Johnson topluma kabul ettirmeye çalıştı, fakat gereken önlemleri sıkılaştırmayı ihmal ederek. Sürü bağışıklığı şu demek: Toplumun yeteri bir çoğunluğu virüsü kaptığında bağışıklık geliştiren kişiler yüzünden bulaşımın hızı düşecekti ve hastalıktan zamanla böyle kurtulunacaktı. Fakat bu, o noktaya gelene kadar özellikle sağlığı zayıf olan kişilerin hepsinin hayatını riske atmak oluyor. Zira yeterli karantina önlemlerinin vaktinde alınmamasından dolayı, birden hasta olan ve hastaneye yığılan kesimler için neredeyse hiçbir ülkenin hastanesinde yeteri kadar çalışan ve solunum cihazı yok. Hastalık herkes için öldürücü değil, fakat hastalığın ilerleyen aşamalarında insanlar nefes alamamaya başlıyor ve bu insanları hayatta tutmanın tek yolu solunum cihazları. O yüzden hastalıkla ve hastalanan kişilerin tedavi olabilme imkanlarını artırmanın tek yolu hastanın yayılma hızını yavaşlatmak, yani insanların dışarda hareketini tamamen yavaşlatacak önlemleri almaktan geçiyor.
Vaka artışı aynen İtalya’daki hızı yakalamasına hatta geçmesine rağmen birçok ülke dahil Almanya okulları kapatmakta geç kaldı. Tepeden gerekli kuralları uygulamaya sokmakta Almanya’da devlet, kararı eyaletlere bırakarak hareket etmekte çekimser davrandı. Bazı kurumlar, üniversiteler tepeden karar gemesini beklemeden kendileri kapanacaklarını açıkladılar. Merkel ülkede yeterince yoğun bakım yatağı olduğunu söylüyordu, fakat bilinen bir şey daha var ki Almanya sağlık işçisisi açığı yaşıyor. Böyle durumlarda sağlık çalışanları hastalığı kapmaya en yatkın kesim oluyor ve bu yüzden yatak kadar olabildiğince sağlık çalışanına da ihtiyaç var.
Danimarka henüz hiç kayıp vermeden ve vaka sayısı diğer ülkeler gibi yüksek değilken okulları kapatmıştı. İsviçre ve İngiltere okul ve sosyal alanları kapatmakta en çekimser davranan ülke oldu, üstelik İsveç panik yaratmamak adına yeni vaka sayısını açıklamayacaklarını açıkladılar. İngiltere’nin açıkça önerdiği sürü bağışıklığı sistemi, yani en sağlıklı olanın hayatta kalmasını öneren model halktan çok tepki gördü, bilim insanları bu modelin topluma kıyım olabileceği yönünde önemli uyarılarda bulundular. Bu sırada Amerika Birleşik Devletleri'nde nerdeyse test yapılmıyor, yapılacak testlerin parasını kimin ödeyeceği tartışılıyordu. Seattle’da gripten öldüğü söylenen bir hastaya daha sonra azimli bir doktor test yaptığında korona olduğunu ve bu takım vakaların gözden kaçırıldığını göstermişti. İran’da çoktan yüzlerce ölüm gerçekleşmişti. Korona virüsü 100'den fazla ülkeye sıçramışken, ilk korona vakası Türkiye’de 12 Mart'ta açıklanmıştı. Dünya korona ile çalkalanıyorken ve Türkiye’nin etrafındaki ülkeleri tamamen sarmışken hâlâ Türkiye’de vaka olmadığının söylenmesi, kullanılan testin güvenilirliğini hakkında sorular doğurmuştu ve Türk Tabibleri Birliği bu konuda bir açıklama yaptı. Testlerin güvenilirliğinin yanında, yapılan testler bundan bir hafta öncesine kadar hastanelerce Ankara’da devlete bağlı tek bir kuruma yollanıyor ve sonuçlar yine bu kurumdan açıklanıyordu. Bu da bu sürecin ne kadar şeffaf yürütüleceğine dair şüphe oluşturuyordu. Hem Tabibler Birliği’nin açıklaması üzerine, hem de Dünya Sağlık Örgütü’nün korona için ülkelere yardım fonu vereceğini açıklamasının ardından hemen ertesi gün Türkiye ilk vakayı açıkladı.
Güney Kore dışında, kendisi kadar zengin ülkeler dahil tüm ülkeler sınıfta kaldı. Güney Kore başından beri yılmadan test yaptı ve bu yüzden hastalığın kontrolünü daha iyi sağlandı. Güney Kore’de vakaların yayılması Shincheonji isimli Hıristiyan grup üyelerinin üzerinden olmuştu. Bu grubun 61 yaşında bir üyesi, kendisine test yapılması istendiğinde kabul etmeyip, sonrasında virüsü bulaştırdığı bir sürü kişiyle onlarca dini toplantıya katılmış ve büyük bir çoğunluğa virüsu bulaştırmıştı. Güney Kore halkı bunun üzerine bir imza kampanyası başlattı ve devlet bu grubun bazı kişilerine cinayet davası açtı.
Almanya’da okullar Türkiye ile geçen hafta aynı gün kapandı, bugünden itibaren ise işyerleri dahil, eczaneler ve marketler dışında her yer kapanıyor. Boris Johnson ise toplumun oluşturduğu tepkiyle sürü bağışıklığı modelinden geri adım atmak zorunda kaldı. İtalya vatandaşları ve doktorlar topluma haftalardır eğer şimdi hareket edilmezse çok geç olacağına dair uyarılarda bulunan çok önemli çağrıda bulunuyorlardı. Okullar kapalı olduğundan, insanların virüsü ciddiye almayarak dışarda sosyalleşmeye devam etmeleri ve şehirden şehirlere kaçmaları durumu bu felaket noktaya getirmişti.
İtalya, Çin’in yaşadıklarını alınan tedbirleri gittikçe sıkılaştırarak fakat felaket kayıplar vererek öğrenmişti, bizim yaptığımız hatayı yapmayın dediler. İtalya örneği tüm ülkelerin önündeyken, yani virüsün yayılma hızı açıkken ve bunu önlemenin tek yolu insanları olabildiğince uyarmak ve kalabalık alanları kapatmak ve insanların dolaşımını olabildiğince yavaşlatmakken tüm ülkeler bu önlemleri uygulamak için neden şimdiye kadar beklemişti?
Türkiye okulları kapattı, fakat Avrupa’dan gelen kişiler daha düne kadar sadece termal kameradan geçirilerek (bazıları termal kameralardan bile geçmediğini söylüyor) ve evde 14 gün karantina altında durmaları söylenerek salındılar. Umreden gelenler Konya’da geceyarısı dışarı atılan öğrenci yurduna yerleştirildi ve ertesi gün kaçmak için polisi zorluyolardı. Daha önce umreden gelen grup şu an halk içinde dolaşıyor. Çin’den buraya uçuşlarımız daha bir ay öncesine kadar devam ediyordu. Alışveriş merkezleri, yani en büyük sosyalleşme noktaları hâlâ açık. Toplum sağlığı bu tür önlemsizliklerle büyük tehlikeye atılıyor.
Şu noktada bize düşen görev devleti gerekli olan tüm önlemleri almaya itmek ve çok gerekli olmadıkça dışarıya çıkmamak. Virüs sağlık problemi olan kişiler ve yaşlı gruplar için büyük tehlike oluşturuyor. Sosyal mesafeyi olabildiğince artırmak şu noktada çok önemli. Örneğin Avusturya 5’ten fazla kişinin bir arada bulunmaması kararı aldı. Bunun dışında devletin, virüsün halk üzerinde oluşturduğu ekonomik zorluğu telafi etmek için atacağı ekonomik adımlara ve para yardımına ihtiyaç var. Bazı şirketlerin, salgın yüzünden çalışanlarına yıllık izinlerini kullanmaya zorladıklarına dair haberler paylaşılıyor. Devletin bu virüsün yol açacağı krizi yönetmekte planı nedir, henüz belli değil. Bildiğimiz ve tüm ülkelerde ortaya çıkan bir tablo, herkesin evden çalışma lüksünün olmadığı. Avrupa’da ücretli hastalık izni yaygın bir yöntem. ABD’de Demokratlar ücretli hastalık iznine dair bir öneri sundular, fakat bu izin sadece toplumun evde çalışabilen yüzde 20’si için geçerli olacak. Dışarıda çalışması zorunlu olan ve çalışmadığı durumda para kazanamayacak olanlar, hem hastalık kapma hem de hastalığı yayma riskini en çok taşıyan kesim.
Bu virüs en çok toplumdaki eşitsizlik ve adaletsizliğin açığa çıkarması dışında, ülkelerin toplum sağlığına ne kadar önem verdiklerini ölçen bir test. İspanya dahil bazı Avrupa ülkelerinde özel hastaneler şu an hastaları ücretsiz kabul etmeye başladılar. Devletin ekonomiyi öncelediği, yani virüsün yayılma hızını kesmek için her şeyi yapmakta adım atmadığı her an birçok yaşam yitirmemize sebep olacak. Bu da olabildiğince tüm dükkanların, işyerlerinin, özellikle alışveriş merkezlerinin kapanması, sadece ezcane ve süpermarketlerin açık kalmasını sağlamaktan geçiyor. Ve toplumun sağlığını umursuyorsak gerekmedikçe sokağa çıkmayalım.
*Psikolog, Humboldt Üniversitesi