En ölümcül virüs: İnsan
İnsan karşılaşması ve teması yoğun bir işte çalışılıyorsa, çalışma kıyafetlerin değişimi ve tüm bedenin hijyenik temizliği her gün gerçekleştirilmelidir.
Erdem Kaşıkçıoğlu*
Geçen günlerde dijital basına düşmüş olan yüreğimi buran haberlerden birisini sizler de hatırlayacaksınız. Tereddüt etmeden, beyaz zürafa türünü de yok etmişiz. Bunu söylerken, haksız savaşlarla yitip giden o kadar çocuk, kadın, yaşlı ve gençlerden oluşan masum kitlelerin ölümüyle karşılaştırma gafletinde bulunmayacağım. Biliyorum ki, trajik bir komedyaya dönmüş olan insan yaşamında, tüm tartışmalardan yoksun bir şekilde fütursuzca devam eden yok edişle, bir türün kaybının önemi birçokları tarafından yine de önemsenmeyebilir. Ama insanoğlu olarak, her bir türün ortadan kalkmasıyla birlikte kendi türümüzün de yok oluşunu kolaylaştırdığımız bilimsel gerçeği sürekli olarak inkâr edip görmezden gelme eğiliminde olundu. Ne yazık ki; bu yok etme eğilimi, her çağda ve toplumda şiddeti değişken bir şekilde ırk, milliyet ve de inançtaki farklılıklar hedef alınarak Homo Sapiens türü içinde de devam etti. Çoğu zaman, yok etmek için yeterli sebep sunmaya bile gerek duyulmadı. Şu ana kadar, öldürme güçleri en fazla olan silahlar ve nükleer bombaları yaratırken ve onları denerken büyük bir gurur ve iradeyle sunulup duruldu. Hatta yıkıcı bir yaşam şekliyle yerkürede yarattığımız değişimlerin yaşayan tüm canlılar için önemli riskler oluşturabileceği bilimsel gerçeklerine mutlak hissizlikle tavır takınıldı. Dünyanın insan ve diğer canlılar için yaşanabilirliğini mümkün olduğunca sürekli kılabilmek adına, oluşturulmaya çalışılan uluslararası ortak kararlar yapılan ihlallerle her seferinde işlemez hale getirildi. Her şeyin genetiğini ve doğal dönüşümünü bozarken kendimize vicdani rahatlık sağlamak adına kapitalizmin sıradan argümanlarıyla geliştirmiş olduğumuz ve içinde bolca yalanlar barındıran sanal tanrılardan af dileyip yardım isteme seansları histerik bir şekilde sürdürülüp durdu. Birbirimizi kitlesel silahlarla göz kırpmadan yok etmeyi gerçekleştirirken ve de usanmadan tüm canlılara ait olan doğanın tüm kaynaklarını savaş endüstrilerine aktarmaya devam edildi. İşin sonunda, suçluyu bulmak adına bütün olan biteni bir yarasaya ya da Afrika orijinli yarasa yiyen hayvanlara bağdaştırmaya çalışırken tamamen zavallı bir görüntü içinde kalındığının farkında olamamak ne acıdır. Durum böyleyken, bedeli ağır olacağa benzeyen etkileri yeni başlayan doğal seleksiyon için, şimdiden, küçük insana geçmiş olsun.
Diğer taraftan, her geçen gün daha karmaşık bir denkleme dönüşen pandemiden mümkün olduğunca az hasarla nasıl çıkılacağı belirsiz. Çünkü, salgının şekli ve seyri mucizevi bir şekilde olumlu yönde değişmediği taktirde – virulans dediğimiz virüsün inisiyatifine kalmış bir durum, başka gezegenlerde yaşam koşulları arayan insanoğlu için en kötü senaryo; dünyayı anahtar teslim bir şekilde farelere teslim edeceğidir. Tabii ki, bütün bunları ifade ederken, yaşama ait paranoid korkuları artırmaktan ziyade, bir parça umut kapısını bir şekilde aralayabilmek hissiyatındayım. Ama bu zorlu sorunun en hassas noktası, insanın kendi içinde hâlâ beslemeye devam ettiği yok etme hisleriyle sarmalamış bir şekilde uzun süredir içinde taşıdığı yok etmeye ait virüsü kendinden uzaklaştırıp uzaklaştırmayacağıdır. Görünen o ki; kör bir köstebek gibi, yalnız bir şekilde evinin odasında stoklarıyla beslenerek oldukça hayati duran bu problemin üstesinden gelebileceği mümkün görünmemektedir. Son dişi beyaz zürafanın öldürülmesi haberinden sonra içimi umutla ısıtan haber ise, Amerikan karasularında dönüp duran hasta yolcuları mevcut olan turistik gemiye kucak açan Kübalılar oldu. Yıllar boyunca süren ambargolar altındaki Küba halklarının yaptıkları açıklamalar ise, insan sağlığının korunması ve tedavisinin tüm insanlar için doğal bir hak olarak tanımlamış olmaları ise 21. yüzyıl uygarlığına unutulmayacak olan bir ders niteliğinde olmuştur. Kendi kendimize sorduğumuz bu virüsten kurtulup kurtulmayacağımızın da bir yanıtının o sözlerde saklı olduğunu düşünmekteyim. Acaba, zaman ilerledikçe, stoklar azaldıkça, kapı komşusuyla geriye kalan yiyecek ve içeceklerini paylaşabilecek bir duygulanım ve istekte olabilecek mi?
Bütün bu düşüncelerin karmaşasında, yeri gelmişken, özellikle risk grubunda olan kronik hastalıkları ve ilaç kullanmak zorunda olan hastalar için daha önce ortaya konmuş olan bilimsel kanıtların ışığında daha önce kamuoyunda çok fazla paylaşılmamış olan hipotetik bir takım öneri, inceleme ve düşüncelerimi (bir kısmı Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Ofisi'yle paylaşılmıştır) aktarmadan geçmek istemiyorum.
- Özellikle Dünya Sağlık Örgütü'nün yerinde önerilerinden birisi her yaş grubunda ateş kontrolünde sıklıkla kullanılan ibuprofen’in risk oluşturabileceği uyarısıdır. Bu arada, unutulmaması gereken önemli noktalardan biriside, özellikle kas ve eklem ağrılarında kullanılan çoğu non-steroid antiinflamatuar grubundaki ilaçların da benzer riski taşıyabileceğini hatırlamak gerekir. Yaşadığımız pandemi döneminde, çok şiddetli olmayan ya da dayanılması mümkün olabilen kas, bağ ve eklem ağrılarında mümkün olduğunca bu grup ilaçların kullanımından kaçınmakta fayda olacaktır. Bunun dışında, kortikosteroid grubu ilaçların immüniteyi olumsuz etkileyip virüse karşı duyarlı hale getirip hastalığın dokulara yayılmasını artırabilme olasılığı olabileceğini de hatırlamalı ve bu konuda takibi üstlenen doktordan ilave görüş almanızda fayda olacaktır.
- Özellikle kalp ve damar hastalığı olan hastaların kullanmak zorunda olduğu aspirin kullanımına dikkat etmek gerekir. Şu ana kadar aspirinle ilişkili olarak, bilimsel kanıtlı bir risk ortaya konulmamasına rağmen sadece korunma amaçlı olarak kullanımı önerilen hastalarda günlük 320 mg’ı aşmamasında fayda olacaktır. Daha yüksek dozlarda, non-steroid antinflamatuar grubu ilaçların kullanımına benzer bir biyokimyasal etkiye yol açabilmektedir. Kullanımı önerilen dozun, takibi üstlenen doktordan tekrar teyit alınmasında yarar vardır.
- Özellikle çocuklarınıza, ateş düşürmek amacıyla aspirin ve de aspirin içeren grip ilaçları kullanmayınız.
-Hipertansiyon ve kalp yetersizliği olan hastaların tedavileri takip eden doktor tarafından tekrardan gözden geçirilmelidir. Bilimsel kanıtları daha net ortaya çıkıncaya kadar ihtimali risk artışı yaratabileceği düşünülen bir grup ilaçlarda alternatif ilaç seçimleri sorgulanmalıdır.
- Her yaş grubu için sıvı tüketimi oldukça önemlidir. Susama hissi olmasa bile, günlük su tüketimi artırılmalıdır.
-Dinlendirici bir uyku, bedenin immun direnci açısından en önemli unsurlardan birisi olduğu unutulmamalıdır.
-Eğer mümkünse, insan topluluklarından uzak günde 30 dakikalık yürüyüş virüsle karşı savunma gücünü artırabileceği hatırlanmalıdır. Sadece eve ya da odaya kapanıp hareketsiz kalmak daha ölümcül riskleri beraberinde getirebilir. Bununla birlikte, aşırı spor ve egzersizden kaçınılmalıdır. Çünkü aşırı spor ve egzersiz immun direnci özellikle korona virüsünün vücuda giriş yollarındaki direnci azaltan bir etkendir.
-Uzun süreli açlıktan kaçınılmalıdır. Kilo verdirici diyetler ve yöntemler virüsün yayılım periyodunda kesinlikle bırakılmalıdır. Öğünlerin küçük porsiyonlu ve sık tekrarlı yapılması üst solunum yolu direncini destekleyecektir.
-İnsan karşılaşması ve teması yoğun bir işte çalışılıyorsa, çalışma kıyafetlerin değişimi ve tüm bedenin hijyenik temizliği her gün gerçekleştirilmelidir. Sadece el ve yüzün yıkanması, virüs bulaşmasından korunma için yeterli olmayacaktır.
-Bu dönemde, kişisel, ev veya araba deodorantları gibi uçucu ve uzun süre görünmeden havada asılı kalabilen ürünler kullanılmamasında fayda olacaktır.
-Sigara, nargile, tütün ve diğer keyif maddelerin içimi ve tüketimi mutlaka kesilmelidir.
- Dokuların immünitesini zayıflattığından dolayı, yoğun alkol tüketiminden kaçınılmasında fayda olacaktır.
-Günlük miktarı karşılayacak şekilde D vitamini ve çinko gibi eser elementleri ihtiva eden vitamin preparatlarından ve Omega 3 ihtiva eden gıda takviyelerinden alınması hücre direnç ve fonksiyonu açısından destekleyici olabileceğini düşünmekteyim.
Öncelikle risk azaltılması amacıyla paylaşmış olduğum bu ikaz niteliğindeki maddeler, her bireyin mevcut yapısı ve akut-kronik sorunlarıyla mutlaka detaylandırılmaya ve özgünleştirilmeye ihtiyaç gösterecektir. Şu ana kadarki, kısıtlı bilimsel veriler ölçütünde söylenebileceklere ilave edilebilecek daha kesin ve detaylı önerilerin, virüsün etki spektrumunun genişlemesiyle birlikte ortaya çıkacak büyük ölçekli araştırma sonuçlarıyla yakın bir zamanda desteklenebileceğini düşünmekteyim.
Sonuç olarak; bilim ve sosyal yaşamı bir arada bütün olarak düşündüğümüzde, korona virüsü hepimiz için çetin bir öğretmen rolünde ve yaşam korkusu içindeki insanoğluna hiç unutamayacağı zorlu bir dersi vermekte kararlı gibi durmakta. İnanıyorum ki; yaşanmakta olunan karabasan günlerinin sonunda, güzel umutlar ve duygularla bezeli sade bir insanlık tekrardan filizlenecektir.
*Prof. Dr.