Korona ile dans
Bizim “bu günleri” yaşarkenki tutumumuz pek çok şeyi belirleyebilir. Denemeden bilemeyiz. Son olarak adına ister entropi, ister kaos, ister kargaşa diyin, olanları ister kuantum ile, ister dünyadaki üç beş aile ile ister akış ile ister mukadderatla açıklayın, bildiğim tek şey hareketsiz kalırsak ölürüz, henüz ölmemişsek de çürürüz.
Aytül Hasaltun
Yağ kuyruklarının olduğu zamanları hayal meyal hatırlıyorum. Evcek, bir süre sonra hayatımızın akışı hep böyleymişçesine bir kabulle uyum sağlamıştık. Ayakları üzerinde durabilen ve bakkalın yolunu bilen bir çocuk olarak saatlerce kuyrukta beklemek benim işimdi. Tüm mahalle ile birlikte, bitmeyecekmiş gibi duran kuyruk zamanlarında beklemek, etrafımdaki dünyanın ne menem bir şey olduğu anlama yolculuğumda, büyük bir gösteri alanının seyircisi olmak demekti. Kızgın, mutsuz, korku ve endişe dolu idi büyükler. Ve elbette diğeri/diğerleri, yaşamda kalmak için önüne geçmek zorunda hissedilendi. Misal, çocuk olduğum için sırada öne alındığımı hiç hatırlamıyorum. Şimdi seneler sonra benzer bir ruh hali ikliminde gibiyiz. Bir farkla, artık çok daha güvensiz hissetmekteyiz. Kimilerinin baba diye andığı devletlerin, aslında bizlerden çok koruyup kolladığı başka çocukları olduklarını az ya da çok hepimiz bilmekteyiz. Ben de iyi biliyorum ki şimdinin hükümeti bu sözünü ettiğim zamanları, o zamanın hükümeti şimdinin muhalefeti olan siyasi partiyi yıpratmak için gani gani kullandı, kullanıyor.
Yine de; bana kızabilirsiniz belki ama böylesi zamanları sevdiğimi söyleyebilirim. Gözle bile görülemeyecek küçüklükte bir virüs tarafından yok edilebileceğimiz gerçeği, bize önceliklerimizi ve aslında kim olduğumuzu yeniden gözden geçirme imkanı sunuyor. Makarna rafları boşalırken, kolonya ve maskeye ulaşım zorlaşırken, paket paket eve yığdıklarımızla bir başkasının ulaşabilirliğini zorlaştırdığımızı bilmiyor olabilir miyiz? Evinde lavabosu olmayan yüzdelerin haberlerini beraber okuduk, makarnaya sıra bile gelmiyor. Aslında bir kaç liralık bir malı on kat yirmi kat farkla alırken kimin cebini doldurduğumuzu bilmiyor olabilir miyiz? Fiyat artışı bizim sorumluluğumuz değil diyen eczacıların haberlerini de okuduk. Azaltılan emek gücü ile, hangi hak ve özgürlüklerimizin tırpanlanacağını bilmiyor olabilir miyiz? AVM’lerde azaltılan çalışma saatleri, çalışanların yıllık izinlerinden kesileceği bilgisini de okuduk. Eve kapatılan çocuğumuza bakıp, yavaş yavaş bilmenin bir hükmünün kalmayacağını öngörmüyor olabilir miyiz? Ki çocuk evde en az bir yetişkinle kalmak zorunda ve evde kalan yetişkin “uzaktan eğitim” modelinin aslında aktif bir katılanı olacak. Ve takdir edersiniz ki öğretmen-öğrenci ilişkisinin dinamikleriyle ebeveyn/öğretmen-öğrenci ilişkisindeki dinamikler aynı olmayacaktır ve bu her iki taraf için de ziyadesiyle yıpratıcı olabilir. Eğitim için yeni bir düzenleme getiriliyorken inanç/ibadet yol ve yöntemleri için herhangi bir önleyici uygulama olmaması da ayrıca düşündürücü elbette. Umreden dönenler, hali hazırda dolu olan öğrenci yurtlarına yerleştirilmiş, bu da bugünün haberi…O zaman soru şu; her şeyin bizim dışımızda olup bittiğine inanıp/ kabullenip başkasının bizim için yazdığı senaryolarda figüran/kurban gibi mi takılacağız yoksa kendi bencilliğimizle yüzleşip -ki bilerek ya da bilmeyerek sistemi böylelikle onaylıyor oluyoruz- kendi hayatlarımızın kahramanı olabilmek için kollarımızı mı sıvayacağız?
Eski olanın sürdürülebilir olmadığı aşikar. Yeniyi inşaa etmek zorundayız. Ve bunu yaparken yüzümüzü, zaten parçası olduğumuz doğaya dönerek ve birlikte yapmak zorundayız. Evet hijyen evet mesafelenme belki ama aklın ve duygunun dengesini bulmak, evde yaratıcılık ve sosyalleşme için de alan açmak, bütün gücümüzü temizlik için kullanmak yerine evlerimize başka bir açıdan bakıp yeniden evle ilişki kurmak, çoluğumuzla çocuğumuzla, eşimizle ya da her kim ile yaşıyorsak olunla/onlarla bozulanları tamir edip daha sağlıklı ilişkiyi kurmak, uzun zamandan beri yapmak istediğimiz/sevdiğimiz uğraşlar için alan açmak, yüksek volumlu bol protein tozlu spor salonları yerine evlerimizde “nasıl hareket ederizi” araştırmak, birlikte “nasıl ve neyle doyarız” ın peşine düşmek önemli diye düşünüyorum. Panik halde makarna raflarını boşaltmak yerine, belki çocuğunuzla birlikte, yapımı hakkında hiçbir fikrinizin olmadığı makarna yapmayı araştırmak, denemek ve ortaya çıkanı, her ne çıkmışsa onu yemek ya da yememek seçimini birlikte yapmak, ezberci eğitim sisteminden daha çok fayda sağlayabilir. Birlikte yapma sürecinden neşe de duymuşsanız bağışıklığınız da kuvvetlenebilir. Delirmiş gibi soğana, sarımsağa ya da kelle paçaya saldırmanıza gerek yok. Ayrıca “yapmış/eylemiş” biri olarak uykunuz da sorunsuz olabilir. Ve hayat bu kadar basit, eşitlikçi ve daha az yıpratıcı olabilir. Ama elbette ilişki içerisindeyken diğerini duymak, diğerini görmek ve dili; yargılayıcı, yıkıcı bir ifadeyle değil de, bize hissettirdiği ve düşündürdükleri üzerinden anlayan ve şefkatli bir ifadeye evriltmek gerekir.
Ben bedeni, benliğin evi olarak gören ve bütün bilgi ve deneyimi bedenden gelen bir dans sanatçısı ve ruh sağlığı alanında ise yaratıcı sürecin tanıklığıyla, sanatın iyileştirici, koruyucu, dayanıklılığı arttırıcı gücüne kapı aralayanım. Daha önce “ev” fikri üzerine şunları yazmıştım, evde bol bol vakit geçirmek zorunda olduğumuz bu günlerde faydalı olabilir diye düşünüyorum. Ve bitirmeden şunu da söylemek isterim; bu bir süreç ve tüm süreçler gibi bu günler de bir gün bitecek. Ama bizim “bu günleri” yaşarkenki tutumumuz pek çok şeyi belirleyebilir. Denemeden bilemeyiz. Son olarak adına ister entropi, ister kaos, ister kargaşa diyin, olanları ister kuantum ile, ister dünyadaki üç beş aile ile ister akış ile ister mukadderatla açıklayın, bildiğim tek şey hareketsiz kalırsak ölürüz, henüz ölmemişsek de çürürüz. Bu bu kadar net, her şey için bol bol vakit varken, şapkalarınızı bir süreliğine çıkarıp, öncelikle kendiliğiniz, sonra eviniz ve ailenin ve en son ortak geleceğimiz üzerine düşünmenizi çok isterim. Çok sevdiğim bir kitabı buraya yeniden iliştiriyorum. Başlamak için iyi bir seçenek.*
An’da Olmak/ Ruhun Evi Olan Beden
Bedeni ruhun evi olarak görmeyi seviyorum.
Ruhu ilk ve en temel aynı zamanda en basit yaşam bağımız olarak görmeyi sevdiğim gibi. Nefes al, nefes ver. Dışarıda olanı içeri al, içeride olanı dışarı çıkar, sakince ve olan değişimleri farkederek. Biliyorum; boş beyaz bir sayfadan bakınca çok indirgemeci ve bu haliyle fazlasıyla itici duruyor olabilir. Yol, herkes için zor, herkesin yolculuğu biricik ve kişiye özel. An’da Olmak yazılarını bunları hep aklımda tutarak yazıyorum.
Ev ile başladık oradan devam ediyorum; sözcüklerin etimolojik anlamlarına bakmayı da seviyorum. Nişanyan sözcükten ev’in anlamına baktığımda, yazar çok emin olmamakla birlikte “çevrili yer” olabileceği notunu da düşmüş. En büyük duyu organımız olan derimizle çevrili yer olması sebebiyle ruhun evi(nin)/mekanı(nın) beden olarak anlamam/anlatmam artık çok daha yakın geliyor.
En basit haliyle düşünmeye devam ediyorum. Ev bana ne sağlar, diye soruyorum; ilk evlerimizin mağaralar ve ağaç kovukları olduğunu hatırlayıp, yırtıcılardan( bugünkü ve sizin için olan karşılıklarını size bırakıyorum müsadenizle :-) ) korunmamızı yani güvenliğimizi sağlar diyorum. Mevzu bahsimiz iyilik, sağlık ya da dengeli bir yaşamsa eğer, ilk olarak güvendiğimiz bir evde, güvendiğimiz kişilerle evi paylaşmak çok değerli. Bunu derhal cebime koyuyorum.
Sonra düşünmeye devam ediyorum; evde hangi ihtiyaçlarım için alan buluyorum?
Beslenmem için alan var, mutfak. Arınmam/temizlenmem/kişisel bakımımı sağlayabilmem için alan var, banyo. Dinlenmem için alan var, yatak odası. Özgürce yaşamak için alan var, evimin salonu. Tüm bu alanlara geçmemi sağlayan koridor ya da hol var bir de. Beni yeni bir alana hazırlayan, belki bir soluklandığım, belki keşif duygumu geri çağıran, belki bilinmeyene doğru ilerlerken sıkıntı yaratabilecek… Ve biraz şanslıysak eğer içerisi ile dışarısını birbirine bağlayan balkon ya da bahçelerimiz var.
Nihayet esas meseleye geldik; evlerimizde beslenmek için mutfağa gidiyoruz, peki ruhumuzu nerede ve nasıl besliyoruz?
Evlerimizde arınmak/temizlenmek/kişisel bakımımızı sağlamak için banyoyu kullanıyoruz, peki ruhumuzu nerede ve nasıl arındırıyoruz?
Evlerimizde dinlenmek için, uyku için yatağımızı kullanıyoruz, peki ruhumuzu nerede ve nasıl dinlendiriyoruz?
Evlerimizde özgürce yaşamak için salonu kullanıyoruz, peki ruhumuz nerede ve nasıl özgürlüğünü hissediyor ve yaşama aktif olarak katılabiliyor?
Evlerimizde alanlar arası geçiş için hol ya da koridorları kullanıyoruz, peki ruhumuz nerede ve nasıl geçiş için hazırlanıyor?
Evlerimizde içerisi ile dışarısını birbirine bağlayan balkon ya da bahçelerimiz var, peki ruhumuz nerede ve nasıl doğa ile bağlanıyor?
Bu soruların cevaplarının da kişiye özel olduğunu unutmamanız dileğiyle ve tüm kalbimle…
* Başka Bir Uygarlık İçin Manifesto, Nasıl Üretmeli, Nasıl Tüketmeli, Nasıl Yaşamalı-Fikret Başkaya (İlk basım 2016) Yordam Kitap