Alevilik, mizah ve soykırım
En garip olan şey şudur ki Alevilik ve soykırım konusu ve ilişkisi bu ülkede her daim yaşayan bir meseledir. Kendi siyasetini ve hukukunu yaratması, kendi sözünü ve kavramlarını bulması gerekirken bir dilsizliğin, bir gülünçlüğün, sesini hâlâ bulamamış bir garipliğin alanı olmaya da devam etmektedir.
Orhan Gazi Ertekin*
Çok öğretici bir hukuk ve yargı tartışması yapılıyor bu korona günlerinde. Bir mizah gösterisinde “Alevilik ve katliam” bağlamları açılması vesilesiyle mizahın ofansif sınırlarından yargı, suç ve ceza meselesine kadar uzanan bir gündem çıkıverdi önümüze. Mizah gösterisinde izlediğim kadarıyla Alevilik, Cem, cemevi ve baskınlar ve Madımak Oteli'ndeki katliama göndermelerle bir mizahi düşünceye davet ediliyoruz. Trajedinin, hele trajediler serisinin mizah gündemindeki yeri hiç kuşkusuz olağanüstü öğreticidir. Cesaret işidir. Risklidir ama çok verimli olabilir. İki uçta uzanan tüm gerilimleri ile olaylar açıklaşıverir ve trajik ve komik olanın insan zihnindeki tüm yansımalarını ve psikolojik derinliklerini görme imkanımız genişler.
Buradan baktığımızda Alevilik ve katliam meselesinin mizahın sınırına taşınması büyük cesaret işi. Cesaret sınırını aşan kişinin utanç verici bir gülünçlük içinde debelenmesi ise trajik tabii ki. İnsanın mizah iddiası karşısında boynunu büküp durası geliyor. Buna karşılık geliştirilen tepkilerin bir toplumsal infial içinde karşılanması da anlaşılabilir. Fakat aynı infialin kurumlar ile kortej oluşturma eğilimi gerçek anlamda bir Alevilik ve Türkiye resmini ortaya çıkarıyor. Olay şu aslında: Alevi bir komedyenin performansında görülen şey sadece gülünç olanın utanç verici olması veya utanç verici olanın gülünç olması değil, aynı zamanda bu ülkenin hukuku, yargısı, iktidarı başta olmak üzere Sünni inanç ile kurulmuş toplumsal merkezden Aleviliğin kendisini politika, hukuk, yargı, sanat, edebiyat ve mizah alanlarında temsiline kadar uzanan geniş bir alanda bir hüküm haline gelmiş olmasıdır. Sadece şovmen değildir utanç verici gülünçlükte olan, aynı zamanda, Türkiye'nin kurumsal ve toplumsal ahvali ve dahi Aleviliğin politik, hukuki ve kültürel temsilleridir de. Hem gülünç hem de utanç verici olandan başlayıp Aleviliğin temsiline geçelim...
UTANÇ İLE GÜLÜNÇ ARASINDA
"Şovwomen"ın niyetini kuşkusuz bilmek zor. Ama gösteri sahibi bizi sarf ettiği sözlerin iddia edebileceği iki yanlı gerilimlerine hiç taşımıyor veya taşıyamıyor. Tersine öyle sade ve dolayımsız biçimde şiddete, kana ve baskına abanıyor ki sözleri, Maraş katliamındaki “iş”lerinden henüz dönmüş bir grup serserinin “Zafer şakalaşmaları” olduğuna ikna edecek hatıraları depreştiriyor derhal. İktidarın ve gücün içinden yapılan bu tür “kafadar şakalaşmaları”na çok rastlanır her yerde. İşkenceler sırasında özellikle işkenceciler ihtiyaç duyar böyle normalleştirme ve rahatlama biçimlerine. Aynı eğilim bizzat işkence görenler açısından da geçerlidir. Dolayısıyla burada sorunun “mizah” olmadığı çok açıktır. Önündeki kurbana mizahla yaklaşabilir bir işkenceci. Maraş katliamı sonrasında devrimcilere işkence yapılırken çok rastlanmıştır örneğin bu tür “mizah”a: “İşkenceyi biz yapmıyoruz aslanım. Sen kendin yapıyorsun. Asıl sen bize işkence ediyorsun. Konuş da evimize gidelim...” diyordu bir işkenceci örneğin. Aynı anlarda işkence gören devrimciler de mizah yapıyorlardı. İşkence tamamlanıp ranzalarına bağlandıklarında hemen yanındaki gözleri bağlı ve elleri zincirli arkadaşının varlığını fark eden devrimci diğerine “konuşsana anarşist!” diye seslenip birbirlerine kahkaha ile gülebiliyorlardı.
Benzer sözcüklerin farklı bağlamlarda nasıl mizaha dönüştüğünü görebiliyor muyuz? Burada kuşkusuz mizah ve mizahın sınırları ve dahi mizahın trajedi ile ilişkisi üzerine tartışmalar yapmak yerinde olabilir. Fakat komedyenin aynı zamanda Alevi olduğu bilgisi asıl olarak Türkiye'de Aleviliğin krizi üzerine konuşmayı öncelikli kılıyor gibi geliyor bana. Bir Alevinin hepimizin gözünün önünde yürüttüğü ve gülünç ile utancı yan yana getirdiği bu ifade ve temsil tarzı aslında mizah ile Alevilik, Alevilik ile utanç, utanç ile mizah ve suç ile ceza ve Türkiye'nin kurumlar alanı tartışması açısından oldukça verimli.
TOPLUMSAL MERKEZ VE 'DEVŞİRME ALEVİLİĞİ'
Şov sahibinin Alevi kökeni bu tartışmayı aynı zamanda Alevilik içindeki bir sorun haline de getiriyor ve Alevilerin kendilerini temsil biçim ve tarzları üzerinde durmayı da şart koşuyor. Genel olarak bakıldığında şovwomenimizi bu tarzda bir “mizah davranışı”na iten şey, bana öyle geliyor ki, asıl olarak Alevilerin bir “dilsizlik” yaşamaları ve başlarına gelen her şeyi “telafi etmeleri”ne ilişkin bir davranış kalıbından doğmaktadır. Şovwomenimizin eylem ve yorumunu özgürce kurduğunu zannedebiliriz. Oysa onunkisi belirli bir “Alevi davranışı”dır aynı zamanda. Bununla yüzleşmek kaçınılmazdır ve bizzat içeriye dönmeyi gerekli kılar. Şunu demeye çalışıyorum: Eğer bir toplumsal ve kültürel hal olarak varlığınızı bir hak olarak değil de herhangi bir ana akım ile simbiyotik ilişki içinde yürütmeye çalışırsanız, hem bağlı olduğunuz ana akımı ve grubu hem de ilişkisinizi “telafi” etmek zorunda kalırsınız. Varlığınızın bir “hak” sorunu ve talebi yarattığını fark etmezseniz bu ikincillik duygusuna alışırsınız. Yani buradaki asıl mesele “mizahın sınırı” değildir.
Şovwomen bir toplumsal boşluğun içinde hareket etmemiştir. O “Aleviliğin politik sınırları” içinde hareket etmiştir. Kendisine dair bir mizahın içindeyken dahi dışarı çıkmayı beceremeyen bir masumiyet iddiası ile içine kapanmıştır. Dışarıya taşıyamamıştır. “Sözsüz” kalmıştır. Onun dilsizliği, zavallılığı tam da buradan gelmektedir. Katliamların faillerine dokunacak onunla hesaplaşacak bir üslup, bir akıl ve zeka, bir söze sahip değildir o. Alevilerin her katliamda, her baskında, her şiddet eyleminde bir mağdur olarak kolaylıkla ve hızla bir fail haline gelmelerinin yolu da tam buradan açılmıştır. Doğan her boşluğu bizzat failin kendisi doldurur böylece ve Alevi kendi mağduriyetinin bile faili haline geliverir. Hem de kendi eliyle. Kendi bağımsız varlıkları olmadığı için bir başkasının bağımsız varlığında kendine ifade yolları ararlar. İşte bu nedenle tartışma Aleviliğin kendisine dayatılan ifade tarzları ile Aleviliğin kendi politik ve hukuki yollarını bulmasına ilişkin sorular ve cevaplarıyla alakalıdır. Sorun Pınar Fidan değildir. Belki de odur. Ama Aleviliğin kendi tecrübelerinin içinde bir performans olarak ele alınması şartıyla...
Bu tartışmada özellikle Türkiye siyaseti ve hukuku üzerine söylenecek çok şey vardır. Şimdilik bir sonraki yazıya bırakalım. Ama nihayetinde şöyle özetleyebiliriz: En garip olan şey şudur ki Alevilik ve soykırım konusu ve ilişkisi bu ülkede her daim yaşayan bir meseledir. Kendi siyasetini ve hukukunu yaratması, kendi sözünü ve kavramlarını bulması gerekirken bir dilsizliğin, bir gülünçlüğün, sesini hâlâ bulamamış bir garipliğin alanı olmaya da devam etmektedir.
Bana öyle geliyor ki Pınar Fidan olayında içeriye dönüp bakmak için oldukça fazla neden vardır. Maalesef bu ülkede ne gerçek anlamda bir Alevi hak hareketi vardır, ne de bir Bill Hicks'e sahibiz...
*Demokrat Yargı Eşbaşkanı