3 mikron etrafında şekillenen Avrupa düzeni
Genel geçer kuraldır, “Yardım etmezsen, yardım alamazsın”. Esasında Almanya ve Fransa kendilerini yalnızlığa mahkûm etmiş iki ülke durumunda bugün maalesef. Salgın sona erdiğinde belirecek yeni politik dengeler içerisinden çıkacak, İtalya’nın AB’den ayrılmasına atfen “İtexit” ve İspanya’nın birlikten çıkmasına ilişkin kullanılacak “Spainexit” kavramlarını sıkça duyacağız tahminimce. Korona virüsü, sadece insanlara değil politik sistemlere de ölüm şarkısı söylüyor şu aralar.
Özgür Çoban
3 mikron büyüklüğünde bir virüsün neden olduğu (insan saç telinin ortalama kalınlığı 70 mikron civarında) salgın, “Avrupa dayanışması”nın bir rüyadan ya da başka bir deyişle ulaşılması zor bir ütopyadan ibaret olduğunu gösterdi.
Korona virüsü, İtalya’yı kasıp kavururken, henüz sınırları içerisinde konforlu yaşamın devam ettiği Almanya’nın, aniden endişe histerisine tutularak koruyucu tıbbi kıyafet ihracatını yasaklaması, Fransa’nın ise tüm tıbbi maskelere el koyarak dışarıya gönderilmesini engellemesi, salgın sona erdiğinde en çok konuşulan olaylar arasında yer alacak. Tıbbi yardım gönderilmeyerek kaderiyle baş başa bırakılan İtalya, bugün canla başla çalışırken kendileri de korona virüsüyle enfekte olan binlerce doktor ve hemşiresini bir onur madalyası gibi göğsünde taşıyacaktır hiç şüphesiz. Bakın öyle basit şekilde geçiştirilecek bir hayal kırıklığından bahsetmiyoruz. İspanya’nın da İtalya ile aynı kaderi paylaştığını ve kendi imkânlarıyla salgınla mücadele etmeye çalıştığını ekleyelim. Bu tip acil dayanışma gerektiren durumlarda insanların hafızaları ve duyguları daha da keskinleşiyor. Örneğin, İtalyanlar Çin’den ve Küba’dan gelen yardımları, geride kalan tarihleri boyunca unutmayacaklar ve şükranla yad edeceklerdir.
Tüm bu insanlık dışı tavırların Almanya ve Fransa için elbette bir bakiyesi olacaktır. Genel geçer kuraldır, “Yardım etmezsen, yardım alamazsın”. Esasında Almanya ve Fransa kendilerini yalnızlığa mahkûm etmiş iki ülke durumunda bugün maalesef. Salgın sona erdiğinde belirecek yeni politik dengeler içerisinden çıkacak, İtalya’nın AB’den ayrılmasına atfen “İtexit” ve İspanya’nın birlikten çıkmasına ilişkin kullanılacak “Spainexit” kavramlarını sıkça duyacağız tahminimce. Korona virüsü, sadece insanlara değil politik sistemlere de ölüm şarkısı söylüyor şu aralar.
TAMAM MI DEVAM MI?
Meselenin, AB ayağında politik pozisyona ilişkin olarak da bir şeyler söylemek gerekiyor. Bu pandemi sona erdiğinde AB’nin “tamam mı”, “devam mı” sorusuyla yüzleşmek zorunda kalacağına ilişkin savı destekleyen siyasi teorisyenlerin sayısı bir hayli fazla. Bu iddialarını da “Salgının ardından özellikle İtalya, İspanya gibi ülkelerde anti-Brüksel ve anti-eurozone taraftarı neofaşist partilerin güçlenmesi olasılığına” dayandırıyorlar.
Bu iddiaya ilişkin bazı tereddütlerim var. Ben AB’nin bu derece şiddetli bir türbülansa gireceğini sanmıyorum. Diğer yandan virüs salgınıyla birlikte ülkelerin sınırlarının içine çekilmesi ve duvarları yükseltmesi, izolasyonist neofaşistlerin rüyasının gerçekleşmesi anlamına geliyor. AB esasında şu anda faşistlerin önerdiği; dışa kapalı, sınırların belirginleştiği, ülkeler arası insani dayanışmanın en aza indirildiği bir yönetim sistemini test ediyor. AB’nin bu sistemi test etmesinin faydalı sonuçları da olacaktır diye düşünüyorum. Bir süre sonra salgınla mücadelenin yerelde başlayıp uluslararası ölçekte sürdürülmesi gereken bir çalışma olduğu anlaşılacaktır. Sonuç itibarıyla insani ve medeni temas eksikliğinin yaratacağı boşluğu faşizm ile doldurmazsınız. Nitekim Avrupa’nın o iri iri faşistlerinin, İtalyanların imdat çığlıklarına kulaklarını tıkaması, sosyalist Küba’nın yardıma koşması da ayrıca etkili olacaktır. Hiç beklemedikleri ülkelerden gelen bu insani dayanışma girişimleri, önüne gelen yabancı kökenliye “ülkemi terk et” diye höyküren yeni nesil İtalyan Nazileri de düşünmeye sevk edecektir, buna inanıyorum. Boşuna dememişler, “Sosyalizm yaşatır, kapitalizm öldürür” diye.
İtalyan Neonazilerin, Avrupalı Nazi yoldaşlarının kendi arkalarını kollamak için kafalarını kuma gömmelerini unutacaklarını sanmıyorum. Sıcak Akdeniz günlerinde İtalya’da ağırladığı Avrupalı Neonazi liderlerle ırkçı sloganlar eşliğinde şampanyasını yudumlayan eski İçişleri Bakanı küçük Mussolini Matteo Salvini şu aralar ne düşünüyordur diye merak etmiyor değilim doğrusu. Yine Türkiye-Yunanistan sınırında binlerce mülteciyi zorbalıkla, dayakla ve envaiçeşit şiddetle açlığa ve soğuğa terk eden AB yetkililerinin, sınır boylarında yaptığı dayanışma şovlarını müstehzi bir gülümsemeyle hatırlıyor olmalı İtalyan ve İspanyollar bugünlerde.
İŞBİRLİĞİNİ GÜÇLENDİRMEK
Bununla birlikte korona virüsü salgını AB’nin başka zayıf yönlerini de ortaya çıkardı. AB belki de geçmişinde hiç olmadığı kadar bölünmüş durumda ve yöneticilerin kafası karışık halde. Birlik bu krizden insani dayanışma ögesi güçlü ve hareket alanı daha genişlemiş olan bir demokrasi çıkarabilir, bu mümkün. Tam tersi otoriter yönetimlere evrilmek inanın bana kendini yok etmekle eşdeğer olacaktır.
Kıta sathında daha güçlü bir demokrasinin inşasının birinci şartı, solo çabalar yerine işbirliği duygusunu güçlendirmek. Ülkelerin, AB’nin üzerine inşa edildiği, aynı zamanda nirengi noktaları olan tüm ideleri fiilen devre dışı bırakan bu içe kapanmacı tutumları hızlıca terk etmeleri gerekiyor. Bu kadar kısa sürede AB dayanışma mekanizmalarının çökmesi inanılır gibi değil. Virüs zaten kıtanın dört bir yanını zapt etmiş vaziyette. Bu da ulusaldan öte uluslararası dayanışmayı zorunlu kılıyor. Üye ülkelerin birliğe olan inançlarını kaybetmemeleri için bu hayata geçirilmeli. Unutmayın, Çinliler ülkelerinde salgının en pik olduğu noktada İtalya’nın yardımına koştular.
Demagojinin dünyanın her yerinde politik enstrüman sıfatıyla güç kazandığı bir dönemden geçiyoruz. Şimdi salgın nedeniyle politik meseleler biraz geride kalmış gibi görünse de daha sonra tüm hızıyla konuşulmaya devam edilecektir. Yine buna ek olarak salgının ardından neofaşistlerin, yaşanan sıkıntıları ve insanların kaygılarını yağmalamak için nasıl meydanlara döküldüğünü hep birlikte göreceğiz. İşte tam da bu noktada, AB’nin tüm kurumlarıyla demokrasiyi güçlü şekilde destekleyeceği bir zemin oluşturulmalı.
Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’un, “İnsanlığın yabani, barbar ve kötücül dürtüleri yok olmadı ve bastırılmış halde var olmaya devam ediyor. Bu dürtüler harekete geçebilecekleri fırsatları kolluyorlar” sözü bu bağlamda oldukça önemli mesajlar içeriyor. Salgının yeni nesil faşistlere bu saldırı alanını açmasına izin verilmemesi gerekiyor. Hindistanlı Yazar Pankaj Mishra’nın, “30 yıldır süregelen ekonomik liberalizmden türemiş kavram ve sınıflandırmalarımız, bu dizginlenemeyen güçlerin patlamasını sindirememişe benziyor. Kitleler artık çok daha her yöne çekilebilir ve öngörülemez olmaya başladı” derken yukarıdaki tespitimize dikkat çekmeye çalışıyordu kanımca.
Sonuç olarak, ben AB’nin bu salgından dağılarak çıkacağını düşünmüyorum. Ancak yapıları itibarıyla oldukça duygusal olan İtalyan ve İspanyolların aşırı sağcıların yaratacağı rüzgâra kapılarak birlikten çıkmayı isteyecek olmaları ihtimaldir. AB’nin bununla yüzleşmek zorunda kalacağına inanıyorum. Bu durum, AB’den gerekli yardımı göremeyen küçük üyelere de sirayet edebilir. Ancak henüz kaybedilmiş bir şey yok.
Dayanışma kanalları sonuna kadar açılarak, kötücül duygular ve hayal kırıklıkları tersine çevrilebilir. Bakın haberler geliyor, İtalya’da maske, eldiven ya da koruyucu tıbbi kıyafet bulamadığı için enfekte olarak yaşamını yitiren doktorlar, hemşireler var. Daha fazla izolasyon sadece daha fazla sıkıntıya neden olacaktır. Virüs zaten tüm ülkelere yayılmışken, karantina ya da sınır tanımazken bu kadar içeriye dönmenin, ulusların birbirlerini bu kadar yalnız bırakmasının anlamı nedir?