Gece ile gündüzün yârenliği: Nevruz
Kapımızı çalmadan sinsice geldi. Şimdi bizi esir aldı ve onun kuralları, yasası işliyor. O da gücünü doğadan alıyor. Hani bizim lanetlenip kendimizi kaybettiğimiz, yok ettiğimiz doğadan. Şu bahar günlerinde içimizdeki Hakk’ı, Ali’yi Hızır’ı, Demirci Kawa’yı büyütüp, kendi cahilliğimizi, nefsimizi yenip onunla uyuşabilecek miyiz?
“Merhem sürme kurtlar düşsün yarama”
Kul Duran
Hasan Harmancı*
Bizim gibi onlarda üzerine yerleştiği yeri sahipleniyor. Neden benim dediğim gibi değil bu hücre diyor. Hemen onu değiştirmeye çalışıyor. İşi bitince ya da sayıları artınca yeniden göç yollarına düşüyor.
Her seferinde çevresinde ne var ne yok önce tüketiyor sonra oradaki tüm canlıları hallediyor. Ayrıca mutasyona uğrayarak da bizim gibi değişiyor, evrimleşiyor. Rengi değişiyor, orada ne varsa onunla besleniyor. İçinde bulunduğu ormanı bilinçli ya da bilinçsiz yakıyor, değerli bir gram maden için tüm diğer yiyeceklerini, rahatını feda ediyor. Onlarda burası benim deyip bir diğer virüs grubu ya da güçsüz olanla yer, yurt savaşı, işgali yapıyordur.
Diğer virüslerle, kendinden kat kat büyük koloni canlılarla, bakterilerle savaşıyor. Kiminde yenilip teslim oluyor kimini ise esir alıyor.
Onun ömrü ile bizimkini karşılaştırmak doğru olmaz ama yaptıklarını karşılaştırınca epey tanıdık geldi değil mi. Unutma insan, bir zaman önce sende bilinci gelişmemiş, düşünemeyen ve kendinden güçlülerle savaşamayan bir primattın.
Virüs insandan daha uzun ömürlü. Daha fazla ürüyor. Üstelik ölmezlik suyu içmiş, ölmezlik otu yemiş gibi ölümsüz. Hiçbir şey yiyemediği zaman kaybolmadan hiçleşiyor. Tam bir Tanrı desek teşbihte hata etmiş olmayız.
İçindeki sevgi, yasa, yaşama sevinci ve savaşma gücü bizden kat kat üstün. Doğa yasasını iyi biliyor. Sadece vahşi ve kural tanımaz.
Biz kendisi ile yeni tanışıyoruz. Tam olarak nereden ve nasıl geldiğini daha iyice bilmiyoruz. Bizimle yaşamak için bizim değil onun karar vermesini, mutasyona uğrayarak uyumlanmasını bekliyoruz.
Kapımızı çalmadan sinsice geldi. Şimdi bizi esir aldı ve onun kuralları, yasası işliyor. O da gücünü doğadan alıyor. Hani bizim lanetlenip kendimizi kaybettiğimiz, yok ettiğimiz doğadan.
Üstelik bizim bütün ritüellerimizi, dini yasalarımızı yerle bir etti. Yetmemiş gibi bedenimizin zaaflarını da bize çip takılmış gibi çok iyi biliyor.
Barış bilmez bir zalim Dehak gibi ciğerlerimizi yiyor. Yediği ya da yendiği her ciğeri diğer insanlar için suç mahalline çeviriyor.
Şu bahar günlerinde içimizdeki Hakk’ı, Ali’yi Hızır’ı, Demirci Kawa’yı büyütüp, kendi cahilliğimizi, nefsimizi yenip onunla uyuşabilecek miyiz?
Doğanın öfkesi, doğayı dinlemeyen insanı daha ne hale getirecek göreceğiz.
Doğanın, tüm diğer canlıların köleleştiricisi ve aynı zamanda virüsü insan, gece ile gündüzün eşitliğinde, ekinoksunda, diğer her bir görünen, görünmeyen, taştan, topraktan ve illa da sudan özür dileyebilecek mi?
İnsanın doğayla barışı, sevgisi ve yaşam döngüsünün sürmesi için özür dilemeliyiz.
Ancak kuru kuruya özür değil.
İnanarak, hakkını vererek ve yarattığımız hatayı telafi ederek. Özrü, doğayı talan etmeden, hiçe saymadan, sömürmeden ve doğa yasasını çiğnemeden dilemek durumundayız.
Şimdi çekildiğimiz evlerimiz az biraz güvenli olabilir ancak bu geçici bir durumdur.
İnsan fazla dayanamaz. Doğanın en sabırsız ve sebatkar olmayan canlısı. İçindeki kurt onu yiyecek eğer bencilliğini, tüketim çılgınlığını ve insan olmayı öğrenemezse.
Nevruz’a inanan insan yarattığı talanla mücadele etmek için çıkar yola.
Nevruz’unuz kutlu olsun.
Newroz pîroz be.
*Sosyal Antropolog