Korona ulus devletin yeniden dirilişi mi?
Bundan sonra sınırlarda olağanüstü önlemler alınacak ve her millet kendi ulus-devleti içinde kendini korumak üzerinden bir savunma mekanizmasını devreye sokacak.
Oktay Candemir
2. Dünya Savaşı'nın ardından 1950’li yıllardan itibaren başlayarak, Sovyetler Birliği’nin çöktüğü 1990 yılına kadar insanlık tarihi, adına ‘Soğuk savaş’ denilen dönemi yaşadı. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra gelişmenin, genişlemenin ve ilerlemenin sadece savaşlarla mümkün olmadığını anlayan egemen güçler, 1960’lı yılların sonunda uzaya çıktıklarında insanlık yeni bir evreye giriyordu. Küreselleşme kavramı salt gelişen teknoloji ile değil, kapitalist sermayenin ihracat ihtiyacından kaynaklı olarak ortaya çıktı ve gelişti.
Aslında Küreselleşme dediğimiz olgu, tarihin eski dönemlerinde de vardı, ama kapitalist düzen içinde farklı ve gelişmiş bir versiyonuyla karşımıza çıktı. Örneğin Roma, Pers, Osmanlı gibi imparatorluklar da küreselleşmeyi doğurdu ancak sermaye ihracından daha çok işgal ve toprak genişlemesi biçiminde, kültür, bilim ve ekonomik değişimlerin küreselleşmesi gibi değişimlere neden oldu.
Teknolojinin gelişmesi de kapitalizmin daha çok kar güdüsünden kaynaklıydı, ama aynı zamanda ulus devletlerinde zayıflamasını sağladı. Çünkü toplumlar artık sadece kendi kültürleriyle, kimlikleriyle değil, kendilerinden başka kimlik, kültür, bilin, sanat gibi olgularla da hemhal olmaya başladı.
Uzaya ulaşmanın yarattığı bir sonuç olan teknolojide ki hızlı gelişmeler, küreselleşme kavramını da ortaya çıkarmış oldu. Bu teze göre tüm insanlar sosyal ve ekonomik olarak birbirine yakınlaşacak, o güne kadar büyük yıkımlara sebep olan toprak savaşlarına neden olan ulus devletler ve ideolojik ayrımlar ortadan kalkınca barış dolu bir dünya mümkün olacaktı. Küresel sermaye, küreselleşmeyi böyle anlatsa da bu böyle olmadı ve küreselleşme tamamen kar hırsıyla hareket eden sistemin yeni anaforu oldu.
Küreselleşme çağında ulus devleti savunanlar, ekonomik alanda uluslararası sermayenin içeri girmesine izin veren, üretici ve tüketicinin hakları için tehlike arz edebilecek yabancı yatırımlara karşı koruyabilen, iç savaş ve istikrarsızlıklar karşısında güvenlik şemsiyesi rolü üstlenen ulus-devletlerin varlığının sürmesi gerektiğini ısrarla savundu. Bu tezi savunanlar küreselleşmenin ulus devlet süreciyle birlikte yürümesinin daha faydalı olacağını savundu. Yani küresel sermaye ne yardan, ne de serden vazgeçmek istemiyordu.
Ulus-devletlerin döneminin sonunun geldiğini düşünenler ise 20. yüzyılın ikinci yarısında egemen olan Soğuk Savaşın ulus-devletleri ayakta tuttuğunu, 1990’larla birlikte bu sürecin sona erdiğini ve Fransız ihtilaliyle başlayan ulus-devletin temellerini sarsan dönüm noktasının Sovyetler Birliği’nin çözülmesi olduğunu belirterek, ulus devletin küreselleşmenin önünde engel teşkil ettiğini savunuyordu.
50 yıl önce ‘Küreselleşen Köy-Küreselleşen İnsan’ sloganıyla hayatımıza giren Küreselleşme ya da diğer adıyla globalleşme, yarattığı yeni sorunların ardından yerini tamamen ulus-devlete mi bırakıyor?
Eğer böyle olursa bu durum içe kapanan ve daha da otoriterleşen rejimlerin yeniden dünya sahnesine dönmesi anlamına geliyor.
İki binli yılların başına kadar normal seyrinde devam eden küreselleşme, 21. yüzyıldan itibaren neo-liberal küreselleşmeye evrilince insanlığın sorunlarını azaltmak yerine daha da artıran bir sisteme dönüştü. Küreselleşmenin geldiği son noktayı ‘vahşi kapitalizm’ olarak da değerlendirebiliriz.
Korona virüsünden sonra dünya artık şunu tartışıyor. Globalleşme yeni sorunlar üretiyor. Bundan sonra küreselleşen dünyanın yerine herkes kendi evine yani ulus-devletine mi sığınacak, tıpkı bugün evimize girip, dışarı çıkmadığımız gibi. Korona virüsünden sonra herkes kendi köyüne, mahallesine dönecek gibi görünüyor. Neo-liberal ekonomi tamamen çöktü mü, yoksa farklı formatlarla devam edecek mi hep birlikte göreceğiz.
Ebola, Sars ve günümüzde ortaya çıkan coronavirüsün (Covid-İ9) ardından küreselleşme ile ‘dünya nereye doğru gidiyor?’ soruları da arttıysa da salgın hastalıklar tek başına küreselleşmenin bir sonucu değildir. Örneğin feodal dönemde ortaya çıkan virüsler, yetersiz ve sağlıksız beslenme gibi nedenlerden meydana gelirken, kapitalist dönemin virüsleri, daha çok ekolojik dengenin bozulmasından meydana geliyor.
ABD Başkanı Trump, 25 Eylül 2018’de BM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada, "Küreselleşme doktrinini reddediyoruz" diyerek aslında Küreselleşmenin iflasını ilan etmiş ve ABD’nin bile kendi evine kapanarak, dış dünya ile arasına mesafe koyacağını söylemişti.
Peki, küreselleşme kavramını bugün tartışılır kılan unsurlar neler?
Bunları birkaç başlık altında toplarsak:
- Gelir dağılımındaki bozulma ve işsizliğin artması… Hızla artan yoksulluk
- Küreselleşme dünyadaki ülkeler arasında hem de ülkelerin kendi içerisinde zengin ve yoksullar arasındaki uçurumu arttırarak bir "kutuplaşmaya" yol açtı.
- Küreselleşme sonucu emek olgusu neredeyse ortadan kalktı.
- Küreselleşme cihatçı radikal teröristler için de yeni alanlar oluşturdu. Hızla küreselleşen cihatçı terörist gruplar tüm insanlığı tehdit eder boyutlara ulaştı.
- Küreselleşme doğanın yıkımı ve adeta yok edilmesi için sermaye gruplarına yeni fırsatlar sundu.
- Batı dünyasının ortaya koyduğu küreselleşme, uzak doğu ülkeleri; Japonya, Çin ve Kuzey Kore gibi ülkelerin ekonomik ve konvansiyel olarak daha da güçlenmesini sağladı.
- Salgın hastalıkların yayılmasını küreselleşmenin bir sonucu olarak görenlerde var. Bu iddia tamamen tarihsel olgulardan bağımsız ya da bihaber yapılan bir değerlendirmedir.
Her ne kadar ebola, sars ve günümüzde ortaya çıkan korona virüsün (Covid-19) ardından küreselleşme ile ‘dünya nereye doğru gidiyor?’ soruları da arttıysa da salgın hastalıklar tek başına küreselleşmenin bir sonucu değildir. Örneğin feodal dönemde ortaya çıkan virüsler, yetersiz ve sağlıksız beslenme gibi nedenlerden meydana gelirken, kapitalist dönemin virüsleri, daha çok ekolojik dengenin bozulmasından meydana geliyor.
Korona virüsü küreselleşmenin bir sonucu olarak gören ulus devletçi tezler, bu durumu gerekçe göstererek, daha çok ulus devlet savunusunu ön plana çıkarmayı amaçlıyor.
Velhasıl, bundan sonra sınırlarda olağanüstü önlemler alınacak ve her millet kendi ulus-devleti içinde kendini korumak üzerinden bir savunma mekanizmasını devreye sokacak.
Sözünü ettiğim son olgu ile birlikte ulus-devlet yeniden eski gücüne kavuşacak. İletişim ve ulaşım alanında yaşanan teknolojik gelişmeler, pazarlar ve toplumlar arasındaki sınırların kalkmasına neden olurken, ekonomik politika izleme imkânları azalan ulus devletler ekonomi düzlemindeki yetkilerini devrettikleri Dünya Bankası, IMF, OECD ve GATT gibi örgütlerden yetkilerini geri alarak içe kapanmayı tercih edecekler. Bu da ekonomisi daha zayıf ama aynı zamanda daha güçlü ulus devletler anlamına geliyor.
Klasik ulus devlet çağı küreselleşmenin geldiği noktada son bulurken neo ulus-devlet çağı başlıyor. Yağmurdan kaçarken, doluya tutulacağız. Günümüz bilim ve teknolojisi artık klasik ulus devlete izin vermez. Bir değişim olacaksa, kendini evrimleştiren bir değişim olur. Tıpkı ilk devlet biçimlerinin süreç içerisinde değişerek bugünlere evrilmesi gibi, ulus devlet ve kapitalist sistem de değişerek varlığını sürdürecek. Hiçbir şey eskisine dönmez, sadece biçim değiştirir. Bu anlamda küreselleşmeyle birlikte gelişen dünya ulusu kavramı önümüzdeki süreçte daha tartışılır bir duruma gelebilir. Sanırım Zizek’in söz ettiği komünizm de bu. Yoksa Marks-Engels’in ortaya koyduğu üretim ilişkileri üzerinden gelişmeyecektir. Bunun için artık çok geç…