Mülteci Domlar ve diğer mülteci gruplar korona virüsü riski altında

Pandemi sebebiyle toplumun kırılgan kesimleri tehdit altında. Yapılan çalışmalar bu kırılgan kesimlerin, başta mülteciler olmak üzere sağlık ve hijyen koşullarına erişim sorunları yaşayan toplum kesimleri olduğunu ortaya koyuyor.

Google Haberlere Abone ol

Kemal Vural Tarlan*

Yaşadığımız şu dönemi tarihçiler, bir gün, nasıl yazacak bilinmez ama biz, eskisi yenisiyle, bu ülkede yaşayanlar öyle günler yaşıyoruz ki, sanal olanla gerçek olanın iç içe geçtiği zamanlardayız. Birkaç hafta öncesinde adı konulmamış bir savaş içindeydik, sanal cephelerde kırkan kırana dövüşürken ölüm haberleri için çaldı evlerin kapı zilleri, anaların ağıtları yankılandığında kulaklarımızda, tuşlardan parmaklarımızı kaldırdık, sanal olandan uzaklaştı gözlerimiz ve genç bedenlerin tenlerinin soğukluğunu his ettik parmak uçlarımızda, şimdilik ara verilse de, bu coğrafyanın yüzlerce çocuğu bir birini öldürdü İdlib cephelerinde ve hala öldürmeye devam ediyor…

Sonra, yine o günlerde, Batı sınırlarımızda mültecilerin geçişini engellemeyeceğimizi ilan etti bizi yöneten siyasetçiler. Sanal cephelerde yerimizi aldık yeniden. Bu sefer, batıya açmıştık savaşı, biz sanal platformlarda yürütürken savaşı, ülkenin farklı yerlerinde binlerce mülteci bu umutla yollara düştü.

İnsan tacirleri yıllardır işledikleri suçları, millet-devlet hayrına yaptıklarını da vurgulayarak, ballandıra ballandıra anlatmaya, sınırdan geçiş tarifelerini yayınlamaya başladılar. İnsan kaçakçıları sosyal medya gündeminin, ilk sıralarına tırmanıp, yeni kahramanlarımız oldular, binlerce beğeni aldılar… Batı'ya açtığımız sanal savaşın sisi dağılınca ortaya yeni bir gerçek çıktı. Sınırın berisi ve ötesinde yaşananlarla insan hakları açısından korkunç bir durumla karşı karşıyaydık. 1951 Cenevre Anlaşması ve o günden bu güne göç ve mültecilere dair kabul edilen ne kadar hak varsa ayaklar altına alınmaya hazır, yerlere fırlatılmış… Sınırlara yönlendirilen on binlerce insan haftalardır orada çaresizce bekliyor. Çünkü, sınırlar kapalı, jiletten teller, betondan örülen duvarlar yükseltiliyor. Yunanistan hükümeti AB’den aldığı destekle sınır güvelik sistemini her gün daha da sıkılaştırıp, takviye ediyor. Yunanistan hükümetinin ağır şiddet uygulayarak durdurduğu insanlar, sınırda son derece sağlıksız ortamda haftalardır oradalar ve tüm güvenlik önlemlerine rağmen bir şekilde sınırı geçenlerse AB hukukuna ve uluslararası hukuka rağmen, insan haklarına aykırı bir şekilde, geri gönderiliyor. Sınır hattı boyunca on binlerce mülteci ve binlerce çocuk, bulaşıcı hastalıklara açık dezenfekte olmayan ortamlarda yaşıyor. Siyasetçilerin bir gecede aldıkları kararlar sebebiyle bu insanlar sınırda büyük risk altında yaşamaya çalışıyor.

Tüm bunlar yaşanırken, uzaklardan, çok uzaklardan, bir virüs en yakınındakilere tutunarak yavaş yavaş bize doğru yaklaşıyordu. Bu sefer sanal savaş meydanlarında onun üzerinde cephe açılıyordu. Ulu genlerimiz, ki onlar Orta Asya’dan geldikleri günkü gibi arı kalmışlardı, virüs onlara kar etmez, sabır ve dua ile def ederdik...

Ve derken Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından resmi olarak pandemi ilan edilen yeni korona virüsü hepimizin içine hapsedildiğimiz sanal hayatların ortasına bir bıçak gibi saplanıp bizi gerçek hayata geri getirdi. Oysa sanalken hiç birimiz ondan korkmuyorduk. Hatta rengarenk küçük şirin bir topla benziyordu. Sanal olan yeniden gerçek hayatımıza girmeye başlamıştı. Bu sefer sanal olanın gerçek hayatta gelip bizim kapımızın zilini dahi çalmadan sinsice bedenimize gireceğini, oradan yavaş yavaş bedenimizi ele geçirip bizi yok edeceğini idrak etmemiz kısa sürdü. Yaşanabilecek dehşet ve ölüm korkusu hepimizi, eğer zorunda değilsek, evlerimize kapattı, kapılarımızı yakınlarımıza, en yakın arkadaşlarımıza dahi açmaktan imtina ediyoruz.

Peki dışarı çıkmak zorunda olan insanlar, ancak günübirlik işlerden geçim çıkartanlar, bu gün kazandığıyla diğer gün ancak barınabilenler, ne yapacak…

Günlük işlerle geçimini sağlayan insanlar açısından bu günler daha zor geçiyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından, bu hastalık artık salgın değil pandemi ilan edildi. Yani, bütün dünyayı etkisi altına aldı ve Türkiye’ye de ulaştı.

Pandemi sebebiyle toplumun kırılgan kesimleri tehdit altında. Yapılan çalışmalar bu kırılgan kesimlerin, başta mülteciler olmak üzere sağlık ve hijyen koşullarına erişim sorunları yaşayan toplum kesimleri olduğunu ortaya koyuyor.

Korona virüsüne karşı alınan önlemler, İçişleri Bakanlığı sivil toplum kurumlarına gönderdiği 16.03.2020 tarih ve 5361 sayılı yazısı ile “Korona virüs tedbirleri kapsamındaki talimatlarıyla; Sivil toplum kuruluşlarının (dernek, vakıf) genel kurulları ve sivil toplum kuruluşlarının eğitimler dahil insanları toplu olarak bir araya getiren her türlü toplantı ve faaliyetleri (icrai zorunluluk gerektiren yönetim faaliyetleri hariç) 16.03.2020 Pazartesi saat 24:00 itibariyle geçici olarak ertelenmiştir.” denerek, askıya alındı.

Alanda çalışan sivil toplum kurumlarının çalışanları, toplu faaliyetlere yasak getirildiği için saha çalışmalarını yani mültecilere verilen hizmetleri durdurdular. Zaten bu tür kriz zamanları için bir programları da olmadıkları için ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar, bazıları bilgilendirme çalışmaları için sosyal medyaya yöneldiğini söylüyor.

Hükümet tarafının korona virüsü ile ilgili olarak planlanmış ya da uygulamaya konulmuş herhangi bir hazırlık veya koruma planı olup olmadığı ve mültecilerin bu ulusal mücadele planlarının bir parçası olup olmadığıyla ilgili net bir bilgi de şimdiye kadar kamuoyuyla paylaşılmış değil. Şimdilik, home office çalışan sivil toplumun gündeminde de bir acil eylem çağrısı yok…

Bu durum mülteciler içindeki dezavantajlı ve kırılgan gurupları korumasız duruma getiriyor. Mülteciler, her ne kadar homojen olarak algılansa da içinde pek çok sosyo-ekonomik farklılığı barındıran toplumsal bir kesim. Bu nedenle mülteciler içinde ki daha dezavantajlı gruplar içinde bulundukları koşullar nedeniyle bulaşıcı hastalığa yani koronavirüse karşı potansiyel olarak daha kırılgan haldeler.

Suriye’den Türkiye’ye sığınan, Mülteci Dom ve Abdal Toplulukları bu dezavantajlı toplum kesimlerinin en altındakileri oluşturuyor. Bu topluklar, Ortadoğu coğrafyasında diğer halklarla birlikte yaşayan, Çingene, Nawar, Ghajar, Kıpti gibi jenerik isimlerle adlandırılan, tarihsel olarak sanayi üretimi öncesi toplumlarda, birlikte yaşadıkları halklara, iş aletleri üreten, çoğu zaman sözlü ve müzikal kültürlerinin taşıyıcısı olan, dişçilik, sünnetçilik, gibi geleneksel halk hekimliği, sirk, hayvan terbiyeciliği, cambazlık, müzisyen, dansçı gibi eğlence alanında çalışan, demircilik, kuyumculuk, kalaycılık, sepet, kalbur, deri işlemeciliği, gibi pek çok farklı alanda geleneksel zanaatları icra edip, hizmet veren ve bu hizmetlerin karşılığında besin-gıda maddeleri alan, göçebe-yarı göçebe topluluklardır. Özellikle son 50 yılda, üretim ilişkilerinin gelişimi ve değişimiyle birlikte peri-patetik toplulukların geleneksel zanaatları büyük ölçüde geçerliliğini yitirdi. Topluluklar yeni iş alanlarına yöneldi, hurda-atık toplayıcılığı, mevsimlik tarım işçiliği, ayakkabı boyacılığı, hamallık, çiçekçilik, seyyar satıcılık gibi, gündelik işler yaparak, çoğunlukla kayıt dışı alanlarda çalışarak, göçebeliği bırakıp yerleşik hayata geçmeye başladılar.

Bu coğrafyada on yıllardır süregelen, iç savaş ve çatışmalı süreç Ortadoğu’da yaşayan Dom topluluklarını, savaşta taraf olmamalarına rağmen şiddet ve zorunlu göçe maruz bıraktı. Özellikle Suriye’de yaşanan çatışmalı ortam, bu ülkede yaşayan Dom topluluklarının ve diğer Peri-patetik toplulukların, komşu ülkelere sığınmalarına sebep oldu. Lübnan, Ürdün, Irak ve Türkiye gibi ülkelere sığınan topluluk üyeleri, ülkelerin göç programları ve politikaları içerisinde diğer ana-akım mülteci gruplarına göre dezavantajlı duruma düştüler, geleneksel Çingene karşıtlığından kaynaklı ayrımcılık ve dışlanmaya maruz kalmaktadırlar. Yaşadıkları ülkelerde, hem ev sahibi ülke yönetimleri ve toplum hem de ana-akım mülteciler tarafından marjinalleştirilen ve savunmasız kalan bu toplulukların, barınma, sağlık, eğitim gibi temel hizmetlere erişimini konusunda sorunlar yaşanmakta, topluluk üyeleri hizmet almaya gittikleri yerlerde ayrımcılığa uğramakta ve dışlanmaktadır.

Bu topluklar son 9 yıldır, sığınıp, yaşadıkları ülkelerde, beslenme, barınma, işsizlik gibi sorunlarla baş etmeye çalışırken ortaya çıkan bu virüs salgını olayın vahametini arttırmıştır. Toplulukların özellikle temiz ve hijyen suya erişimi konunda çok büyük sorunları bulunmaktadır. Bugün bu topluklar büyük ölçüde Türkiyeli Roman, Dom ve Abdal Topluluklarının yaşadığı mahaller ile kentlerin çeperlerinde ki yoksul mahaller ve de kentsel dönüşüme uğrayan bölgelere sığınmış durumdalar. Fahiş kira fiyatları sebebiyle birden çok aile ancak bir ev kiralayabilmektedir. Çoğu zaman faturalarını dahi ödememekte elektrik ve su sistemleri kapatılmaktadır. Bazı ailelerin yaşadıkları evlerde içme suyu ve kanalizasyon sisteminin olmaması, temiz ve hijyen suya erişimi zorlaştırmaktadır. Aileler günlük ihtiyaç duydukları suyu, komşularında, yakınlarda ki derelerde kuyularda ya da inşaat alanlarında almakta yani temiz suya erişimde sıkıntılar yaşamaktadırlar. Özellikle çocuklar ve yaşlılar sağlıklı beslenemedikleri için salgın hastalıklara açık haldedirler. Gündelik işlerde kazandıkları ancak beslenmelerine yetmekte bu sebeple temizlik ve hijyen malzemeleri alamamaktadırlar.

Aileler büyük ölçüde, atık toplayarak, sokakta tespih, küçük süs eşyaları ve yardım toplayarak yada hamallık gibi gündelik işler yaparak geçinmeye çalışmaktadır. Hurda ve atık maddeler toplayanların bulaşıcı hastalıklarla temasını arıtmaktadır. Kış aylarında yakacak almak için paraları olmadığı için çöplerde topladıkları kağıt, plastik, tahta, vb. maddeleri sobada yakmak için evlerine taşımakta bu durum bu ailelerin tüm bireylerini hastalığın bulaşma riskini artırmaktadır. Çünkü, bilim insanları yaptıkları çalışmalarda korona virüsünün; plastik, cam, tahta ve kâğıt üzerinde 4-5 gün, metal yüzeylerde 2-8 saat yaşadığı tespit etmişlerdir.

Birkaç gündür görüşmeler yaptığım pek çok aile, evde sabun bulunmadığını, ellerini yıkayabilecekleri suyu dahi komşularda almak zorunda kaldıkların, söylüyor. Pek çok aile acil yiyecek, temiz su, yakacak, elektrik, hijyen malzemesi gibi temel yaşamsal gereksinimlere ihtiyaç duyuyor. Görüştüğüm bir baba, “Evde sabun yok çocuklar ellerini mintak*la yıkasa olur mu?” diye sordu. ( *Mintak Arapçada bulaşıkları yıkamak için kullanılan deterjan)

Mülteci Dom Toplukları yaşadıkları yerlerde ayrımcılığın her türüne maruz kalıyor. Temiz suya, hijyen malzemelerine ve uygun temizlik koşullarına erişimi olmayan insanların mahalle aralarında, dükkan içlerine, kentsel dönüşümün yapıldığı inşaat alanlarına kurdukları çadırlarda, fahiş fiyatlarla zar zor bulabildikleri eski derme çatma evlerde ve kentlerin çeperlerinde yaşadıkları mahallelerde sadece bir kişiye virüs bulaşsa bile ölümcül salgını önlemek imkansız hale gelebilir.

Bu günkü yaşam koşulları Dom Toplulukları ve diğer kırılgan mülteci grupları için; hijyen, suya erişim, temiz olmayan yüzeylerle temas, gerekse sosyal mesafe gibi kurallar bu mülteci guruplarının yaşadığı mekanlar açısından uygun seviyede değil. Araştırmalara göre; enfeksiyon hastalıklarından yoksullar daha çok etkileniyor. Şimdiye kadarki deneyimler korona virüsünün daha çok yoksulların yaşadığı bölgelerde görüldüğünü gösteriyor.

Türkiye gibi geniş mülteci nüfusunun yaşadığı bir ülkede korona virüsüne karşı kırılgan olan bu toplulukları korumak zorundayız, mültecilerin sağlığa erişim hakkını sağlamak ve temiz koşulları yaratmak bu topluklar için yaşamsal önemdedir. Sağlık Bakanlığı’nın ve konuyla ilgili diğer kurumların bir an önce harekete geçmesi gerekmektedir.

*Araştırmacı ve belgesel fotoğraf sanatçısı, Kırkayak Kültür Genel Koordinatörü ve Kırkayak Kültür - Göç ve Kültürel Çalışmalar Merkezi’nin yöneticisi