Salgınla savaşta her şey mübah değildir
Stoklama davranışı, salgın gibi ancak toplumsal olarak başa çıkılabilecek bir soruna ne kadar bireysel tepkiler verebildiğimizin bir göstergesi oldu. Salgın, tanımı gereği tsunami gibidir. Kendimizi birey olarak bir salgından koruyamayız.
Bilge Serin*
Covid-19 tüm Avrupa’da hayatı etkin olarak durdurmuş durumda. Son bir aydır pek çok savaş benzetmeleri duyuyoruz. Kimi devlet başkanları ‘görünmeyen bir düşmanla savaştayız’ derken, diğerleri ‘bu düşmanı yeneceğiz, bize güvenin’ diyor. Son alınan kararlardan sonra Birleşik Krallık’ta restoranlar, kafeler ve barlar kapatıldı ve kısmi sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Sokaklar görece tenha ve halk üç haftadır evlerinde yiyecek ve diğer temel ihtiyaç ürünlerini stokluyor. El temizleme jeli ile başlayan kompülsif satın alma davranışı, tuvalet kağıdı ve makarna gibi uzun süre saklanabilen ürünlerden sonra, taze sebze meyvelere kadar yayıldı. Birleşik Krallık hükümeti ve marketlerin ortak yaptığı açıklamaya göre, son üç haftada, yani salgın fırtınasının Britanya’da hissedilir olmasından bu yana, fazladan bir milyar sterlinlik yiyecek satın alınmış.
İşin asıl önemli kısmı bu sayının büyüklüğünden öte, bunun herkesin eşit biçimde besin ve temel ihtiyaç maddelerine ulaşabildiğini göstermiyor olması. Birleşik Krallık yaşamın çeşitli alanlarında eşitsizliklerin çok derin olduğu bir ülke. Neoliberal politikaların etkisiyle, yoksulların ücretsiz olarak yiyecek ve temel ihtiyaçlarının bağışlarla karşılandığı kurumlar olan yiyecek bankalarının sayısı gittikçe artıyor. Yani, salgın gibi bir felaket ortada yokken bile açlık sınırında yaşayan bir kitle temel gereksinimlerini karşılayabilmek için bu kurumlara başvurmak zorunda kalıyordu. Yiyecek bankalarını kullanan ya da maaşı zaten gündelik harcamalarına ancak yeten insanların böylesine fazladan bir harcamayı birden yapması beklenemez. Bu davranış biçimi, yiyecek ve temel ihtiyaç maddelerine erişimde zaten var olan eşitsizlikleri daha da derinleştiriyor. Örneğin, yaşlıların, salgın anında en ön saflarda vardiyalı olarak çalışan sağlık emekçilerinin ve toplumun ezilen kesimlerinin bu temel gereksinimlere ulaşmasının zorlaşması gibi. Ürün sürekliliğini sağlamak için bazı marketler belirli ürünlerin satışına sayı sınırı koyarken, bazıları yaşlılar ve sağlık çalışanları için belirli alışveriş zamanları belirlemeye başladılar. Bu önlemlerin ne kadar etkili olabileceğini zaman gösterecek. Yiyecek sürdürülebilirliği üzerine çalışan bazı uzmanlar ise bu gibi önlemlerin marketlere bırakılmasının demokratik olmadığı konusunda hükümeti uyarıyor, ve limitlerin insanların gereksinimleri üzerinden belirlenmesi için harekete geçmeye çağırıyor.
Yiyecek stoklama davranışında bireysel tepkinin rolü yadsınamaz, ancak kurumların süreci yönetememesinin - ya da yönetmemesinin - de bunda etkili olduğu söylenebilir. Salgın ilk başladığında, İngiltere Halk Sağlığı Merkezi’nin ‘evinizde karantinaya alınmanız olasılığını göz önüne alarak hazırlıklarınızı önceden yapın’ duyurusunu geçmesi gibi. Dahası, krizin başında salgının kontrollü yayılımı politikası salık verildi, önlemler oldukça kısıtlı alındı ve sürü bağışıklığı gibi yüz binlerce insanın canına mal olabilecek bir yaklaşım benimsendi. Mevcut hükümetin krizi yönetmedeki bu başarısızlığı ve önlem almayı kasıtlı olarak geciktirmesi, insanlarda hem güvensizlik hem de kendini kurtarma duygusunu güçlendirmiş olabilir. Sonrasında toplumsal baskı ve bilim insanlarının çabaları ile bu yaklaşımdan geri adımlar atıldı. Sistemin durma noktasına geleceği anlaşılınca da hükümet krizden etkilenen çalışanların maaşlarını ödeme sorumluluğunu üstlenmek zorunda kaldı. Ki bu önlem, günümüze kadar uygulanan ve propagandası yapılan tüm neoliberal politikalara karşı bir tutum.
Tüm bunların ötesinde, stoklama davranışı, salgın gibi ancak toplumsal olarak başa çıkılabilecek bir soruna ne kadar bireysel tepkiler verebildiğimizin bir göstergesi oldu. Salgın, tanımı gereği tsunami gibidir. Kendimizi birey olarak bir salgından koruyamayız. Evde belirli bir süre için yetecek yiyecek ve temel ihtiyaç ürünlerinin bulunması bizi zihinsel olarak rahatlatabilir. Belirsizlikle baş etmemize de yardımcı olabilir. Ama, salgın gibi bir sorun, ancak kolektif bir mücadele ve dayanışma ile aşılabilir.
Bu salgın fırtınası bitecek ve geriye bakacağız. Böyle bir durumda nasıl davrandığımızı, buna nasıl bir tepki verdiğimizi göreceğiz. Önemli olan bu süreci onurla ve dayanışma ile aşmak. Eğer çokça benzetildiği gibi bu salgın bir savaşsa, bu savaşta her şey mübah değil.
*Şehir plancısı, akademisyen, araştırmacı. Glasgow Üniversitesi’nde kentsel eşitsizlikler, konut ve kent mekanının üretimi üzerine çalışmaktadır.