Ev mi korona mı?
Kalınan evlerin ısınma sorunu bulunuyorken, evlerdeki en temel ihtiyaçların bile en ilkel biçimlerde karşılandığı bir durumda evde kalmak bir sağlık sorunu haline dönüşür. Bir halk sağlığı sorunu olarak barınma, yeterli bir anlamda karşılanmamaktadır.
Ali Eren Demir
Covid-19 virüsü dünyada ve ülkemizde gittikçe artan bir tehdit olarak karşımıza çıkıyor. Bu pandemik durum hastalığın küresel anlamda ciddi bir boyuta ulaştığının göstergesi. Covid-19 virüsünü yayılmasını engelleme amacıyla ocak ayının başında Çin’de karantina uygulandı. Hızla yayılan bir hastalığın engellenmesi için en önemli nokta o hastalığın yayıldığı bölgeyi kısıtlamak, karantinaya almaktır. “Evde kal” çağrısı ile bugünlerde ülkemizde de bir bireysel karantina uygulaması sloganı yaygınlaştırılıyor. Operatörler, televizyon kanalları, sosyal medya ve gazeteler “evde kal” çağrısını yaygınlaştırmada. Bu salgın hakkında bir çok şey söylenilebilinir. Böylesi karmaşık süreçler hakkında bir şeyler söylemek oldukça zor bir hal alabilir. Ancak bu noktada, “kalınan evin” neresi olduğu sorusu geliyor aklıma ya da bu evlerin ısınma, besin, su, temizlik ihtiyaçları nasıl karşılanıyor? Bir sağlık sorunu olarak barınma yani ev meselesi bu nokta da oldukça önemlidir. Evde kalıyoruz ama nasıl evlerde? “Evde Kal” çağrısının koronanın önlenmesi için oldukça önemli bir çağrı olduğunu ancak bu çağrının ülkemizdeki; barınma, beslenme, temiz çevre koşulları gibi büyük sağlık sorunlarını göz ardı ettiğini düşünüyorum. Ülkemizde evde kalıp kitap okuyacak geniş bir kitle bulunmakla birlikte; aynı zamanda evinde sadece uymak için vakit geçiren ve fabrika diplerinde yaşayan büyük bir kitle bulunmaktadır.
Sağlık evrensel bir kavram olduğu kadar bir o kadar kültür ile bağlantılı yerel bir kavramdır. Bu nedenle ortak bir sağlık tanımı yapmak oldukça güçtür. Dünya Sağlık Örgütü tarafından sağlık, “fiziksel, ruhsal ve toplumsal açıdan tam bir iyilik hâli” olarak tanımlanmaktadır. Ancak sağlık tanımı, hasta olduktan sonra değil, hastalanmadan önce sağlığının korunmasıyla ilgili hakları kapsar. Bu anlamda temel insan gereksinimlerinin karşılanamadığı bir ortam hastalıkların tedavisi dibi delik bir sandaldan sürekli kova ile su boşaltıp, su sızan yeri kapatmamak gibi bir şey olur. Dolayısıyla sağlık hakkı barınma, beslenme ve çalışma koşulları nedeniyle sağlığının bozulmaması hakkını içeren geniş kapsamlı bir haktır. Çağımızda “sağlık” çok sayıda faktörün etkilediği, ekonomik, politik ve toplumsal bir olgu olarak ön plana çıkmaktadır. İnsanların yaşam alanları içerisindeki sağlıklı içme ve kullanma suları, sağlıklı besin ve barınma koşulları, atıkların yok edilmesi gibi çevresel faktörler birer sağlık sorunu meselesidir. Toplumsal sağlık kavramıyla gelir ve ekonomik koşullar, sosyal sınıf, toplumsal cinsiyet vb. etkenlerle toplum ve sağlık arasında bir bağ kurulmaktadır. Bu hakların manevi yönü ise insanca yaşama koşullarına, yani temel barınma, beslenme, giyinme, çalışma, çevre açısından sağlıklı bir yaşam sürebileceği koşullara sahip olmasıdır. Geçmişte tifo, verem, raşitizm gibi hastalıkların nedenleri doğrudan kapitalist üretim koşullarıyla ilişkili olduğu ortaya konmuştu. Bu nedenle hastalıkların ortadan kaldırılabilmesi için tek başına tıbbi müdahalelerin yeterli olmayacağı sonucuna varılmış ve suların temizliği, hava kirliliğine neden olan etmenlerin yok edilmesi gibi pratikler hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Bu anlamda hastalık, önlenemez bir biçimde bireyin biyolojik yapısı ile ilgili değildir. Hastalık insanların uzun saatler boyu ağır ve kötü çalışma koşullarında çalışmalarından, bu koşulları düzeltmeyen dayatmacı yönetim tekniklerinden, barınma ve beslenme için yetersiz olan düşük ücretlerle çalışmalarından, kısacası endüstriyel örgütlenme biçiminden kaynaklanmaktadır. Bu anlamda hastalıkları bireyi suçlayan bir yaklaşımla değil, toplumsal örgütlenme biçimiyle ilişkilendirerek açıklamak gerekmektedir. Toplumsal sağlık standartlarının yükselmesinin yeni tıbbi keşiflerden çok barınma ve beslenme koşullarındaki iyileşmelerden kaynaklanmaktadır.
Böylesi bir durumda yapılan “evde kal” çağrıları kalınan evin koşulları düşünülerek yapılması gerekir. Kalınan evlerin ısınma sorunu bulunuyorken, evlerdeki en temel ihtiyaçların bile en ilkel biçimlerde karşılandığı bir durumda evde kalmak bir sağlık sorunu haline dönüşür. Bir halk sağlığı sorunu olarak barınma, yeterli bir anlamda karşılanmamaktadır. Konut, insanların kendisini yeniden üretebileceği, sağlık, güvenlik ve özel hayat koşullarının sağlandığı bir yapının asgari düzeyde kaliteli malzeme ile dayanıklı olacak şekilde inşa edilmesi sonucu elde edilen mekândır. Türkiye'de konut sorununun başlıca iki yönü bulunmaktadır. Bunlardan ilki konut miktarıyla, diğeri de konutların niteliğiyle ilgilidir. Yoksulluğun giderek artıyor olmasının yanında konut ve kira fiyatlarının da sürekli artması, konut sorunun da büyümesine neden olan etkenlerden biridir. Özellikle göç alarak nüfusu hızla artan büyük şehirlerdeki kaçak yapılaşma, ortaya çözümü oldukça güç olan birçok ilave problem çıkarmaktadır. Bugün, şehir nüfusunun yaklaşık yüzde 35'i, büyük şehirlerde yaşayanların ise ortalama yaklaşık yüzde 50'si gecekondularda ikamet etmektedir (1). Yoksulluğun ve sağlıksız barınma koşulları arasındaki bağ oldukça önemlidir. Ayrıca Birleşmiş Milletler’in yayınladığı rapora göre dünya genelinde 100 milyona yakın evsiz insan ailelerinden kopuk, sokaklarda yaşıyor olduğu göz alındığında barınmanın çok önemli bir sağlık sorunu olduğunu anlayabiliriz (2). Bu bağlamda sağlıksız evlerde, zor bir biçimde ihtiyaçlarını karşılayan insanların “evde kal” çağrısına uyması için ilk olarak sağlıklı bir evleri ikinci olarak da kaldıkları evin masraflarını karşılamak için dışarıya çıkmak zorunda olmamasıdır. Koronanın engellenmesi için oldukça önemli olan “karantina” uygulaması bir başına yeterli görülmemektedir. Barınma ve ekonomik nedenler, en az korona kadar önemli bir sağlık sorunudur.
1- ÖZGIDA-İŞ, 7. Olağan Genel Kurul Çalışma Raporu, Ankara, 1992, s. 329.
2- Kaynak Yeniçağ: Türkiye’de 70 bin kişi sokakta yaşıyor