Eşik yavaş yavaş aşılırken!
İş eninde sonunda sıkı bir sokağa çıkma yasağına gidecek gibi görünüyor, ama böylesi bir durumda bile hayat durmayacak, durmamalı da zaten. Fırınlar, eczaneler, hastaneler, emniyet personeli, süpermarketler, hatta belki de fabrikalar da çalışacak, çalışmak durumunda. Devam eden hayat için üretimin de devam etmesi gerekir.
Necat Keskin
Dünya tarihinin belki de ilk küresel salgınında, korona virüsünden etkilenenlerin sayısı her geçen gün hatta saatte artıyor, öyle görünüyor ki önemli bir bölümü bir şekilde atlatıyor, ama durumu kritik olanlar arasındaki ölüm oranı da sürekli bir şekilde artıyor.
Türkiye de bu artıştan nasibini alıyor, vaka sayısı her geçen gün hemen hemen diğer ülkelerdeki artış hızında yükseliyor. Bunun böyle olabileceği de daha ilk başından beri konunun uzmanları tarafından dile getiriliyordu.
Halbuki Türkiye zaman olarak şanslı ülkeler arasındaydı, ilk vakanın görülmesi- ya da açıklanması- Mart'ın ortalarını buldu. Resmi rakamları baz alırsak, görece Türkiye'nin bu salgına geç maruz kaldığı da söylenebilir. İlk elde okulların tatil edilmesi çok yerinde alınmış bir karar ve tedbirdi. Salgın hakkında bilgilendirme, hijyen kurallarının topluma sunulması, daha sonrasında 65 yaş ve üzerindekilerin dışarıya çıkmalarının sınırlandırılması da hakeza öyle.
Fakat Türkiye'deki siyasal kutuplaşma, "biz" ve onlar" ayrımı, iktidarın "muhalefetin söylediğini kaale almama" refleksi yanında; bu salgının bizi "teğet" geçeceği inancı -büyük ihtimalle bizi bir 'iman' kalkanının koruduğu düşünülüyordu-; ve sonrasında bundan daha nasıl "kar" edilebilir/nasıl karlı çıkılabilir düşünceleri meslek örgütü ve STK'lerin konu ile ilgili uyarılarının dikkate alınmamasına yol açarak bizi yavaş yavaş bu günlere getirdi.
Devlet ve yetkili organları işi küçümsediler, palyatif tedbirlerle bu işin üstesinden gelip, hatta karlı bile çıkacaklarını düşündüler. İş dünyasına yönelik ekonomik destek paketleri, büyük çoğunluğa kolonya ve maske paketi gibi! Ki onlar da bulunamıyordu piyasada, ortaya çıktıklarında ise fiyatları birkaç katına çıkmıştı!
İçişleri Bakanlığı neredeyse bütün gücüyle sosyal medya paylaşımlarına yüklendi/yükleniyor. Neredeyse Twitter'ını açan hakkında soruşturma açacak! Şeffaflığın olmadığı yerde, bilgi kirliliği, söylentiler ve gitgide dezenformasyon devreye girer. Böylesi durumlarda kuşkusuz yetkili organların halkı paniğe sürükleyecek yanlış ve kasıtlı dezenformasyonlara yönelik tedbir almaması düşünülemez, ama örneğin bir tır şoförünün sosyal medyadan paylaştığı bir video ile de uğraşması da beklenemez! İlla da "halkı paniğe sürükleyen", halk arasında "kin ve öfkeye sebebiyet veren" paylaşım arıyorsa, öncelikle vatandaşın sıradan bir tek maske için bile 4 TL vermek zorunda kaldığı bir ortamda, cumhurbaşkanı forslu yüzüğü ile kendisine özel almış olduğu 124 test kitini paylaşan hakkında soruşturma açsın, açabiliyorsa tabii! Bunun yerine, STK'lerin konu ile ilgili uyarı ve önerileri dikkate alınacağına, görüşlerini ifade edenler hakkında soruşturmalar açıldı/açılıyor ki ibret-i alem olsun! Belediyelerin daha iyi bir şekilde hizmet vermelerini motive etmek ve imkan sunmak yerine ise kayyumlar atanıyor! Herhalde bu sürecin de üstesinden baskı ve korku ile gelinebileceği düşünülüyor! Bence, etkisi görülmeyen/dinlenilmeyen (olup olmadığı da belli olmayan) muhalefetin en büyük endişelerinden bir tanesi iktidarın bu süreçte Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edip, İstanbul, Ankara gibi belediyelere de kayyum atanması diye düşünüyorum!
Sağlık Bakan(lığ)ının her gün gece yarısı yaptığı açıklama insanları tatmin etmiyor olacak ki, sosyal medyadan yayılan görüntü ve haberler hala daha çok rağbet görebiliyor. Başta Tabipler Birliği ve Sağlık Emekçileri Sendikaları olmak üzere bir çok meslek örgütü ve STK devletin ağırdan alan uygulama ve tedbirlerini eleştirip, uyarı ve tedbir önerilerini, endişelerini dile getirdiler/getiriyorlar.
Geçen hafta da TTB konu ile ilgili 19 soruyu içeren bir yazıyı bakanlığa göndermişti, ki sorular arasında enfekte olmuş olan sağlık çalışanı sayısının ne kadar olduğu da bulunmaktaydı. Bakanlık günler sonra bir sağlık çalışanının hayatını kaybetmesi üzerine böyle bir durumun varlığını kabul edip, ama yine de sayı vermekten kaçındı. Gerekçe, toplumda panik yaratmamak! Açıklanmaması daha büyük panik yaratıyor aslında; demek ki panik yaratacak kadar önemli bir sayı! Bakanlığın sağlık personelinin 3 ay boyunca istifa edemeyeceklerine ilişkin yazısı ve normal şartlarda sevindirici olacak 32 bin yeni sağlık personelinin alınacağı haberi birlikte okunduğunda ister istemez insanda bir panik hissiyatı uyandırıyor. Sürecin başında yapılan uyarı ve öneriler dikkate alınsa ve bu çerçevede bu yazı ve haberler yayınlansa; sağlık çalışanlarının -her türlü- korunmasına yönelik tedbirler uygulanmaya konulsaydı toplum daha çok kendini güvende hissederdi büyük ihtimalle.
Devlet ve yetkili organları öneri ve uyarıları dikkate alma ve tüm topluma yayılmış koruyucu sağlık önemleri geliştirme yerine; sağlık personelini alkışlama, iş dünyası için ekonomi paketi açıklama ve herkesin kendi OHAL'ini ilan etmesini isteme yolunu seçti.
Herkesin kendi OHAL'ini ilan etmesini isteme ve "Evde kal" demek güzel ama kimler nasıl evde kalacak sorusunun da bir cevabının olması gerekir. Fabrikalar, mağazalar, işyerleri, süpermarketler açık ve buralarda çalışan binlerce, yüz binlerce insan var her gün evine ekmek götürme derdinde olan! Yine son yıllarda Batman, Diyarbakır, Midyat, Nusaybin'de -muhtemelen diğer birçok yerde de- sayıları hızla artan ve her birinde onlarca, hatta bazılarında yüzlerce kişinin çalıştığı tekstil atölyeleri hala açık ve insanlar işlerine gitmeye devam ediyorlar/etmek zorundalar! (Ki geçen günlerde Mardin Tabip Odası Başkanı Nusaybin ve Kızıltepe'de yüzlerce kişinin karantinada olduğunu ifade etmiş -ve akabinde de hakkında soruşturma açılmıştı). Buralarda çalışan insanlar pekala "Patron ben kendi OHAL'imi ilan ettim, ben işe gelmiyorum" diyebilir, ya sonrası? Zaten kıt kanaat geçindirdikleri ailelerini bundan sonra nasıl geçindirecekler? Geçinmenin yanında bir de korunma derdi var artık. 1 adet sıradan maskenin 4 TL; küçük bir şişe kolonyanın 20 TL; küçük el dezenfektanlarının bile 15-20 TL arasında satıldığı bir ortamda bu insanlar nasıl evde kalsın? Dolayısıyla iş dünyasına sunulan ekonomik tedbirlerin çalışanlara yönelik olanın da devreye sokulması gerekiyor ki insanlar evde kalabilsin!
İş eninde sonunda sıkı bir sokağa çıkma yasağına gidecek gibi görünüyor, ama böylesi bir durumda bile hayat durmayacak, durmamalı da zaten. Fırınlar, eczaneler, hastaneler, emniyet personeli, süpermarketler, hatta belki de fabrikalar da çalışacak, çalışmak durumunda. Devam eden hayat için üretimin de devam etmesi gerekir. Önemli olan bu tür yerlerde çalışan insanların sağlığına ilişkin tedbirlerin alınması ve imkanların yaratılması; çalışma koşullarının buna göre yeniden düzenlenmesi gerekir. Yine, koruyucu malzemelerin ihtiyaç dahilinde tüm topluma dağıtılması gerekiyor ki alınacak daha sıkı önlemler başarıya ulaşsın. Bunların yanında her şeyden önce şeffaf olmak, koruyucu mekanizmaları devreye sokmak, "biz", "onlar" demeden birlikte çalışmak! Bu sorunun üstesinden ancak bu şekilde gelinebilir yavaş yavaş eşik aşılırken...