Korona ve gerçeklik
Kendimi iştahları kudurtulmuş bir varlık olarak iktidarların kollarına bırakırsam olduğum kişiyi başkasının yönlendirmesine bırakmış, böylelikle de özerkliğimi yitirmiş olurum. Türkiye insanı açısından çoktandır kaybedilmiş olan o özerkliği geri kazanmanın farklı yolları vardır ama bu dönemde bunun tek yolu korona kılığında başkaldırmış olan doğanın çağrısına yanıt verecek bir toplumsallığı örgütlemek olabilir.
2013 yılında göreve başladığım Van’dan yola çıkıp Ankara ve İstanbul’a varıncaya değin üzerinde 20-24 saat direksiyon salladığım “Anadolu” denilen varlık, bana sık sık Husserl’in yukarıda özetlemeye çalıştığım kuramını hatırlatmıştır. Büyük çoğunluğun hayat boyu adını telaffuz etmekten öteye geçmediği Anadolu bu anlamda deneyimle doldurulmamış bir isimden, boş bir ifadeden ibarettir. Ne zaman ki koca bir günü onu baştan başa kat etmek üzere uyanık geçirmeyi göze alırsınız, o zaman fiziksel varlığını aslında hiç umursamamış olduğunuz bu varlığın ismini ne kadar sık kullandığınızın ayırdına varır; “bir karışı için canınızı vermeye hazır olduğunuzu” tekrarlamaktan zevk aldığınız bu varlığın boş bir sözcükten ibaret olduğunu fark ederek şaşkınlığa düşersiniz. O pek çoklarını geçmemiş olmakla suçladığınız “Malatya’nın doğusu”nun yerleşime açılmamış şehirlerarası yollar düzeyinde Malatya’nın batısından hiçbir farkı olmadığını görüp hayrete kapılırsınız. Bütün bir güzergâh boyunca karşınıza çıkacak olan yerleşim yerlerini hariç tutarak düşünmeye devam edecek olursanız, arabanızın tekerlekleri altında akıp giden çıplak fizikselliğin ismin ürettiği anlam kalabalığına nazaran ne büyük bir boşluk sunduğu gerçeğine bigâne kalamadığınızı anlarsınız. Bırakın 20 saati, bir ömür araba kullansanız bitiremeyeceğiniz vehmine kapıldığınız Anadolu toprağının aslında düşündüğünüz kadar büyük olmadığını; ona yüklemiş olduğunuz genişliğin fiziksel değil dilsel bir genişlik olduğunu itiraf edersiniz kendinize, paşa paşa. Küçükken bir ucundan diğer ucuna koşa koşa gittiğiniz o aşılmaz mesafelerin aslında dar ve kısa bir sokaktan ibaret olduğunu anladığınız yetişkin bakışının uyandırıcı etkisidir burada söz konusu olan. Mekânı genişleten çocuğun hayal gücüdür. Bu hayal gücü bir grup çocuğu uydurma ve uzlaşmayı mümkün kılan ortak bir dil içinde buluşturur. Söz konusu dilin oyun dili olmaktan yetişkin dili evrenselliğine terfi etmesiyle söz konusu mekânın daralması da kaçınılmazdır.
Yetişkine özgü realizm çocuğun dünyasının karanlık köşeler ve gölgelerle genişleyen oyun mekânını aydınlatıp daraltırken, aynı etkiyi Anadolu için yapan araba yolculuğu olmuştur. Adını 2019 yılının Aralık ayında duyurmaya başlayan korona virüsünün hayatlarımız üzerindeki etkisi betimlemeye çalıştığım iki örnekte ortaya çıkan daralma etkisinin aynıdır. Hayır, pandemiden kaynaklı sokağa çıkma yasakları ile sosyal mesafenin açılmasından kaynaklı çift yönlü bir daralmadan bahsediyor değilim. Bahsini etmeye çalıştığım daralma etkisi çocuk dünyasının ve Anadolu’nun maruz kaldığı türden bir etkinin; yani rüyalı bir uykudan uyanma ya da büyü bozumu olarak tasvir edilebilecek olan durumun ta kendisidir. Kültür dünyayı etkisi altına almış bir büyü ise, korona büyülenmiş olan fiziksel varlığın tüm çıplaklığıyla ortaya çıkışıdır. Girdisini çıktısını ayrıntılı olarak bilmekten çok ama çok uzak olduğum bu dünya sosyokültürel, sanatsal ve mitik bir nesne haline geldikçe bir bütün olarak gösteriliyor olur. “Dünya” sözcüğünü telaffuz ettiğimizde deneyim alanımızın epey dışına taşan bir nesneden bahsetmiş oluyorsak, bu, söz konusu dünyayı kendi görmek istediğimiz dünyaya indirgeyerek işaret etme alışkanlığında oluşumuz sayesindedir. Üzerine örttüğümüz örtü sakladığı ayrıntılar ölçüsünde bir genişlik hissi yaratıyorsa, bu örtünün altından fışkıran fiziksel varlık söz konusu intibayı kaçınılmaz olarak sona erdirir.
Üzerinde trafik keşmekeşi yaşanan bir Boğaz Köprüsü mü daha büyük görünür, sokağa çıkma yasakları etkisiyle tamamen tenhalaşmış bir Boğaz Köprüsü mü? İçinde insanların oradan oraya koşturdukları bir Louvre mu daha büyüktür, metruk bir Louvre mu? Dünya boşaldıkça genişlemez, daralır. Çünkü dünyayı geniş gösteren onun üzerindeki harekettir; fiili hareket ya da olası hareket, fark etmez. Virüs fiili hareketi öldürerek daraltıcı etkisini çoktan üretmeye başlamıştır. Ama artık uydu görüntülerine ulaşılan metruk şehirler masal anlatma ve kurgulama yeteneğimizi tümden akamete uğratacak kadar fizikseldirler. Öyle fizikseldirler ki, yarattıkları sürtünme etkisi yüzünden hayallerin üzerilerindeki hareketine mâni olurlar; hayaller yine hayaller arasında yüzebilir ne de olsa.
Dünya hayallerin oradan oraya uçuşma mesafelerinin ortaya çıkarttığı toplam hacimle bir büyüklük kazanıyorsa; insansızlaştırıcı ve hayal kovucu bir etki yaratan devinimsiz korona dünyası boş bir fiziksellik yanı sıra dar bir anlamsallığı işaret eder. Diğer yandan dünyayı değerler ve arzulardan müteşekkil bir anlam dünyasına dönüştüren hayal gücümüz, aynı zamanda insan toplumunu tüketim toplumuna ve kültür dünyasını piyasaya çeviren bir çılgınlığın temel yakıtı konumundadır da. Neoliberalizm sayesinde dünya bir fantezi dünyasına o derece dönüşmüştür ki, hayallerin taşıyıcısı konumundaki fiziksellik tamamen görünmez haldedir. Bir başka deyişle dünya yeryüzünü kaplamış, kültür doğayı bütünüyle perdelemiştir. Başıboş bırakılmış arzunun tek kanun haline getirildiği bu neoliberal dünya müsveddesi, içinde insanların kendi en temel ihtiyaçlarına dahi yabancılaştıkları bir yalan dünyadır. Kapının önüne çektiği Mercedes’in sigortasını yaptırmaktan aciz olan tip sadece bir karikatür değildir. Lüks tüketim mallarının peşinde koşarken en temel sağlık harcamalarını karşılayacak bir toplum yaratma iradesini bir kenara bırakan günümüz insanı, ortalama toplum içinden sivrilip zengin olma hayali yaşayan arzusu fişeklenmiş bir budaladan ibarettir. Yarınki iki lokma yiyeceği önümüze koyacak tedarik zincirini kırması mukadder olan virüs, daha iyi bir cep telefonunun borcunu ödemekten başını kaldırıp da kendisini yaşatacak olan şeyin asıl olarak sağlıklı gıda olduğunu anlamayan zavallıya biraz olsun akıl ihsan eder mi?
Eder mi etmez mi, bunu şimdiden bilebilmek çok kolay olmasa da en azından şunu söylemek mümkündür ki, virüs Türkiye’nin ruhani iklimine hâkim olan yönetim kaynaklı siyasal krizi aşıp da altta yatan doğayla buluşamayacak gibi görünmektedir. İşe iyi başlayan sağlık bakanının yavaş yavaş ikinci plana itilmesiyle zihni bulanan toplum, bir bütün olarak karşı karşıya kaldığımız problemin artık “öteki” kaynaklı değil, doğa kaynaklı bir problem olduğu gerçeğini unutmaya sürüklenecek gibidir. İktidarını ötekileştirdiği türdeşine yönelik olarak ürettiği nefretten devşirmiş olanlar, karşılarında dikilmekte olan hasmın gayri beşer olmasından kaynaklı bir şaşkınlık yaşamaktadırlar. Bu dönemde kaderimizi belirleyecek olan şey halkın bu şaşkınlığa ortak olması ya da durumun ciddiyetini fark edip doğru talepleri dillendirmeye başlamasıdır.
İnsanlar bardakları doldurdukları gibi kendilerine verilen hayatları da doldururlar. Sahip olduğu kimlik beşer açısından bir görev niteliği taşır; başarıyla gerçekleştirilecek ya da ele yüze bulaştırılacak bir görev. Söz konusu kimlik büyük ölçüde toplumsal kimliktir. Toplumsal kimlik bir değerler dünyası içinde başkaları tarafından nasıl tanındığım kadar nasıl tanınmak istediğimle de belirlenir. Kendimi iştahları kudurtulmuş bir varlık olarak iktidarların kollarına bırakırsam olduğum kişiyi başkasının yönlendirmesine bırakmış, böylelikle de özerkliğimi yitirmiş olurum. Türkiye insanı açısından çoktandır kaybedilmiş olan o özerkliği geri kazanmanın farklı yolları vardır ama bu dönemde bunun tek yolu korona kılığında başkaldırmış olan doğanın çağrısına yanıt verecek bir toplumsallığı örgütlemek olabilir. Şu an içine kapatılmış olduğumuz yalnızlık, bugüne kadar bilimin uzmanlığına terk etmiş olduğumuz doğa olduğu kadar, daima haklı çıkartmaya çalıştığımız dizgini boşalmış iştahlarımız hakkında düşünmek için de iyi bir fırsattır. Salgın sona erip de sosyalleşmek tehlikesiz bir hal aldığında hayata bıraktığımız yerden aynı şekilde devam edersek eğer, Van’dan İstanbul’a gitmek için uçak yolculuğunun kolaylığından ve çocuğun büyülü dünyasını gerçeklikten uzak olduğu için alay konusu etmekten hiç vazgeçemeyecek oluşumuz bir kez daha kanıtlanmış olacaktır.
* Yrd. Doç, 689 no’lu KHK sonucunda, ikinci dalga barış imzacılarından olduğu için Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Felsefe bölümündeki görevinden uzaklaştırıldı