Bildiğimiz dünyanın sonu mu geldi?
Kapitalizmin dünya üzerinde yarattığı tahribatı, işleyişindeki temel sorunları ve nasıl yıkılacağı hususundaki billurlaşmış fikirleri ortaya çıkartabilmenin tek yolu onun günümüz dünyasındaki varoluşunu yeniden analiz etmek, araç ve yöntemlerini yeniden anlamaya çalışmaktır.
Bülent Kılınç*
Büyük bir hızla değişen dünyamızda teknolojinin getirdiği yeni ekonomik ve kültürel ilişkilerin yeni toplumsal ihtiyaçların ekonomik, sosyal ve hukuksal zemininin nasıl olacağı sorusu önemli bir gündem maddesi olarak önümüzde duruyor. Ekonomik ilişkilerin, toplumsal hayatın, bireyin ve devlet mekanizmasının yeniden şekillendiği günümüz dünyasından yakın geleceğe baktığımızda gördüğümüz şey nedir?
Evrenin temel yasalarını anlamak, daha basit bir ifade ile bir şeyleri bilme çabası beraberinde soru sorma eylemini getirir. Her soru yepyeni soruları içinde doğururken, bilme eylemi de bir ucu açık bir şekilde sonsuzluğa uzanır. Bir zincirin halkaları gibi önümüze dizilen soruları, düşünceyi bileyerek ve yukarıdaki ilk sorudan başlayarak cevaplandırmaya çalışalım.
İnsanlık büyük bir dönüşümün eşiğinde. Yapay zeka sayesinde, insansı robotların gelişimiyle birlikte insana özgü hizmetleri ve çalışmaları da artık insansı robotlar yapacak. Önceden fabrikalarda vb. yerlerde rutin işleri yapan yapay zekalar vardı. Artık savunma sanayisinde geliştirilen, insansı vasıflara sahip robot askerler var. Şoförsüz taksiler önümüzdeki beş-on yılda hayatımızın önemli bir gerçekliği olacak. Hizmet sektörü için geliştirilen hasta bakıcı, temizlikçi ve benzerleri robotlar bildiğimiz hayatı tamamen değiştirecek.
İnsan emeği daha çok yapay zeka üretimine yöneliyor. Bu süreç, yapay zeka üretimi yapan yapay zekaların üretimiyle de tepe noktasına ulaşacak gibi görünüyor. İnsansı robotların çok yakın bir zamanda hayatımıza girmesiyle birlikte hali hazırda dünyadaki mal ve hizmetleri (mutluluğu) üreten işçi sınıfı ortadan kalkıyor! Bu demektir ki, emeğin ve dolayısıyla metanın kullanım ve değişim değerin ortadan kalkıp kapitalizmin olanaksız hale gelmesi durumuyla karşı karşıyayız. Nasıl mı?
“Bir şeyi anlamanın en iyi yolu işe önce onu anlamamakla başlamaktır” der, Ernest Mandel. Biz de yapay zekayı ve kapitalizmin sönümlenmesi fikrini, işe anlamamakla ve yadsımakla başlayabiliriz. O zaman soracağımız ilk soru: Ne yani kapitalizm, dünya tarihinde bildiğimiz ve deneyimlediğimiz mücadele yöntemleri veya benzerleri olmaksızın mı sönümlenecek? Hani en ileri aşamasında diyalektik yasaları ışığında kendi kendine sönümlenecekti? Hani devrimci öncü bir kuvvetin işçi sınıfını örgütlemesi sonucu yapılacak bir devrimle yıkılacaktı? Bu tür sorular kafamızı kurcalarken, temel iktisat yasalarına geri dönecek olursak, yapay zeka sonrası kapitalizmin sürdürülüp sürdürülemeyeceğini daha net tartışabiliriz.
Marks, “Ücretli Emek ve Sermaye” adlı eserinde emek-değer teorisini anlatırken, ücretli emekle sermaye arasındaki ilişkileri, bu ilişkilerin işçiyi köleleştirmesini ve bu çerçevede de kapitalistin hâkimiyetinden söz ediyordu. İlk tespiti; iş-gücünün, ücretli işçinin kapitaliste sattığı bir mal olduğudur. Peki ücretli bunu niçin yapar? Yaşamak için. İşçinin, iş-gücünü, emeğini ortaya koyması, işçiye özgü hayati bir faaliyettir. Demek ki bu durum, yani işçinin bu hayati faaliyeti yaşamak için bir araçtır. İşçi yaşamak için çalışır. Dolayısıyla ücretli emek, emekçinin düşünsel ve fiziki yeteneklerini üretimde kullanmak için sattığı bir üretim biçimidir. Kapitalist bu emek gücünü ve yetenekleri bir mal olarak satın almakla kalmaz, emek sürecini, bu emeğin sonucu olan ve satarak kâr elde ettiği ürüne de sahip olur. Hiçbir akılcı insan böyle bir sürece razı gelmez. Dolayısıyla sistemin devamlılığı için insanlar çalışmaya zorlanır. Çünkü emeklerini satmak dışında başka bir çareleri ve hayatta kalma yöntemleri yoktur. Bu gerçeklik, emeği salt bir üretim unsuru sayan, mekanik bir bakış açısıyla konuya yaklaşan, emeği, çalışılan saatler ve toplam ücret üzerinden ölçen liberal iktisatçılar tarafından belirsizleştirilir. Emek gücü bir meta mıdır? Meta ise belirli bir zaman aralığında işverene satılır. Emek bir meta değilse emekçi bir meta mıdır? Bu durumda da ücretli bir kölelik durumu söz konusu olur. Tartışma konusu olan şey; ücretli emeğin, işçinin emeğinin ürününün işverene ait olması ve işverenin emek gücünü istediği biçimde kullanmayı amaçlaması sebebiyle diğer yandan işçinin bu sürecin dışında kalamaması ve adeta yaşayabilmesi karşılığında çalışmaya zorlanması yüzünden mevcut durumun bir çeşit kölelik olup olmadığıdır. Ayrıca bir ekonomik sistemde bazı kimselerin çalışmak istedikleri halde iş bulamamaları çoğu zaman bu kişilerin değil var olan ekonomik düzenin sorunudur.
İstihdam düzeyinin bir başka deyişle iş hacminin çalışmak isteyen herkese iş sağlayamayacak kadar düşük olması başlıca iki biçimde karşımıza çıkar. Kronik ve konjonktürel düşük istihdam. Kronik düşük istihdam daha çok az gelişmiş ülkelerde kendini gösterir. İşçilerin çalışmalarına ihtiyaç duyulsa bile çalışmaları için gerekli makineler ve sermaye araçları olmadığı için işsizliğe mahkûm olurlar. Bu durum topyekûn bir kalkınma sorunu teşkil eder. Konjonktürel düşük istihdamın nedeni ise talep yetersizliğidir. Daha çok gelişmiş ekonomilerde kendini gösterir. Ekonomik faaliyet hacminin konjonktürel olarak genişleyip daralması eskiden beri gözlemlenen bir süreçtir. İlk şiddetli ve ürkütücü kriz 1929 yılında kendini göstermiş ve bu ekonomik buhran ile kendini gösteren işsizlik ABD’de çalışan nüfusun yüzde 25'i düzeyine çıkmıştır. On milyonları bulan işsizlik 2. Dünya Savaşı'na doğru azalmış ve ancak savaşın yaratmış olduğu geniş iş hacmi sayesinde ortadan kalkmıştır. Son olarak 2008 dünya ekonomik krizi ve mevcut gelişmeler ışığında bizler biliyoruz ki, işsizliğin ve buna bağlı olarak ortaya çıkan talep yetersizliğinin, dalgalanmalar halinde, kapitalizmin bir işleyiş sorunu olarak karşımıza çıktığını ve sürekli çıkacağını inkâr etmek mümkün değildir. En gelişmiş en istikrarlı kapitalist ekonomilerde bile tam istihdamın arızi bir durum olduğu ekonomik faaliyet hacminin çoğunlukla tam istihdam düzeyinin altında seyrettiği bilinmektedir. Bu demektir ki, bu gibi ülkelerde bile çalışmak istedikleri halde iş bulamayan işsizler ordusu vardır.
Evet gelelim yapay zeka ve kapitalizmin sönümlenmesi meselesine. Yıllar önce kapitalist üretim ve pazarlama ilişkileri içerisindeki paradoksu anlatan sıklıkla kullandığımız bir örnek vardı “eskimeyen, kırışmayan ve kirlenmeyen kumaş üretimi”. Kirlenmeyen kumaşı ürettiğimiz zaman buna bağlı birçok sektörde zincirleme bir etkileşime yol açacağını söylüyor ve kapitalizmin kırılgan yönünden bahsediyorduk. Örneğin kirlenmeyen, eskimeyen ve kırışmayan kumaştan yapılan bir gömleği ele alalım. Bu gömlek kirlenmediği için yıkanmayacaktır. Yıkanmadığı için çamaşır makinasına ihtiyaç kalmayacaktır. Yıkanmayacağı için su, elektrik, deterjan, yumuşatıcı vb. ihtiyaç kalmayacaktır. Kırışmadığı için ütülenmesine ve eskimediği için de yeniden üretilmesine ihtiyaç kalmayacaktır. Çamaşır makinasının, ütünün, deterjanın hatta bir kereden sonra eskimeyen kumaşın reklamının yapılmasına ihtiyaç kalmayacaktır. Lojistik, ambalaj sanayi, reklam ajansı, televizyon, medya vb. mecralara ve kumaşın üretimine dağıtımına, pazarlanmasına vb. tüm alanlarda çalışanlara ihtiyaç kalmayacaktır. Tüm bu alanlarda faaliyet gösteren kapitaliste ihtiyaç kalmayacaktır. Peki kapitalizm bunu ister mi? Bilgi ve teknoloji tamamen bir sınıfın çıkarı doğrultusunda kullanılır mı? Bu durum ne kadar sürdürülebilir? Esasen bilim ve teknolojinin genel olarak insanlığın hayatını kolaylaştırdığından bahsedebiliriz. Fakat kapitalizmin temel dinamiği kâr güdüsü üzerinde yükseldiğinden, kâr amacını dışlayan bir kamu menfaatinin ne kadar kapitalistlerce benimseneceği tamamen onların insafına kalmış bir mesele olarak kalır. Örneğin yüz milyarlarca dolarlık sağlık sektöründe kanserle mücadelede kullanılan pahalı cihazların yerini ucuz ve herkesin kolayca ulaşabileceği basit ilaçlara, tedavilere bırakması olanağı günümüz dünyasında büyük ölçüde kapitalistlerin insafına bırakılmış bir konudur. Böyle bir tedavi yöntemi bulunsa bile kar güdüsüyle hareket eden kapitalistler tarafından tüm dünya insanlarının menfaati için kullanıma sokulur mu tartışılır. Kapitalist milyarlarca dolar kazancından vazgeçer mi? Daha gerçekçi bir soru soralım. Pazar olma niteliğini yitirmiş bir alanda kapitalizm üretilen mal ve hizmetlerde ve üretim biçiminde inovasyon yapar mı?
Konuyu yapay zeka bağlamında ele alacak olursak: Bir kapitalist düşünelim, yüzlerce işçi çalıştırıyor, işçilerin ürettiği artı değere el koyarak, kâr payı dağıtımları yapıyor. Kullanım değeri ve değişim değeri yüksek harcamalar yapıyor. Para ve menkul kıymet piyasalarında spekülasyonlar yapıyor. Kapitalistin çalıştırdığı işçilerin (muhasebeci, mühendis, yönetici vb. idari işleri yapan işgücü dahil.) işlerini yapan robotların üretildiğini düşünelim (yukarıda bunun pek yakında gerçekleşeceğini söylemiştik) ve kapitalistin de bütün işçilerinin işine son vererek bu yeni robotları, üretimi yapmak, işleri sürdürmek için işin başına geçirdiğini. Klasik iktisadi kavramlar çerçevesinde konuyu ele aldığımızda kapitalist bu aşamadan sonra hâlâ kapitalist sayılır mı? Robot işçi olmadığına göre kapitalistin işçinin artı değerine el koyması dolayısıyla sömürmesi de olanaksızlaşır. Kapitalist mevcut robotların yönetimini de bir başka yapay zekaya bıraktığında klasik manada artık bir kapitalistten söz edemeyiz. Diğer yandan robotlar yüzünden işten çıkarılan yüzbinlerce insan var olmaya devam etmektedir. Fakat ortada bir ücretli emek kalmamıştır. Dolayısıyla ortada bir artı değer de yoktur. Demek ki; üretim araçlarının robotlarla yer değiştirdiği, yapay zekaların robot da ürettiği bir ekonomik modelde işgücü piyasası, sermaye, üretim, tüketim, tasarruf, yatırım, GSYH, ekonomik büyüme, kalkınma, para, faiz, döviz, enflasyon, toplam talep, toplam arz, para piyasaları, borsalar, klasik iktisat teorileri vb. bütün kavramlar ve teoriler yerinden oynuyor. Bunun nedeni yakın bir zaman sonrasında hayatımızın en büyük gerçekliği haline gelecek yapay zeka olgusunun bizleri Marx’ın emek-değer teorisiyle birlikte ekonominin diğer kavramlarını da yeniden incelemek ve günün koşulları çerçevesinde yeniden yorumlamak zorunda bırakmasıdır. Peki bu yeni ekonomi modelinin adı nedir? Konumuza yeni bir soru ışığında devam edelim. İşten çıkarılan işçiler buharlaşıp yok olmayacağına göre hayatını nasıl sürdürecek ya da sanayi ve hizmet sektöründe işini robotlara kaptıran insanlar nereden para kazanacak? Haliyle herkes işsiz ve gelirsiz olduğundan üretilen mal ve hizmeti de hiç kimse satın alamayacak demektir. Bu durumda toplam talep eğrisi baş aşağı gidecek, bu da yeni işsizliklere yol açacaktır. Dolayısıyla toplumdaki herkese koşulsuz olarak temel ihtiyaçların karşılanabileceği bir gelirin, toplumun ortak gelirinden karşılanması bir ekonomik zorunluluk olarak karşımıza çıkacaktır. Avrupa’nın zengin devletleri bu soruna herkese koşulsuz temel gelir sağlayarak cevap vermek istiyor. Peki bu durumda kim çalışır ki? Bir süre sonra kapitalistler de bu sürecin dışında kalmayacak ve onlar da çalışmayacaktır. Üretimde asıl yüksek verimliliğin sürekli ve uzun çalışma süreleriyle değil çalışmanın asıl amacını (ki bu da mutluluğa erişmektir) destekleyen yeterli dinlenme ve eğlenme süresi ile yakalanacağını söyler, “Kutsal Tembellik Hakkı” adlı büyük eserin sahibi, emek sömürüsüne karşı savaş açan Paul Lafarge. Bu durumda insanoğlunu mutluluğa götürebilecek gerçek zenginlik boş zamanlarda yaratılacaktır.
Ekonomik üretim ilişkilerindeki bu devrim, çok yakın bir gelecekte insanoğlunun bütün sosyal ilişkilerini değiştirme potansiyelini içinde taşımaktadır. En başta dinin, devletin, milletin ve özel mülkiyetin yeniden tanımlandığı belki de yok olduğu bir dünya ile karşı karşıya kalabiliriz.
Yaşadığımız dünyanın, olabilirlerin en iyisi olduğu önermesine (ki muktedirler ya bizi buna ikna etmeye çalışıyor ya da ters önermelerle mevcut dünyayı sonsuza kadar sürdürmek istiyor…) karşı insanın, kendine, doğaya ve diğer insanlara karşı yabancılaşmadığı özgürlüğü en üst seviyede yaşadığı yeni bir dünyanın bilimini ve mücadelesini yapanlar için yapay zeka devrimi önümüze yeni olanaklar sunuyor. Dünyada bir çok bilim adamı, fütürist, ekonomist, hukukçu yapay zeka alanındaki gelişmeler karşısında ortaya çıkan yeni sorulara cevaplar üretmek için düşünüyor. Yakın gelecekte biz bu sorulara cevap ararken daha uzak bir gelecekte bu sorular bile anlamını yitirecektir. Örneğin; yapay zekanın bestelediği bir müzik ya da ürettiği bir sanat eserinde telif hakları kimindir? Yapay zekanın cezai ehliyetinin sınırları nedir? Örneğin şoförsüz bir taksi bir insanı ezdiğinde (böyle bir ihtimal yok denecek kadar az olacak) suçlu kim olacak? Diğer yandan sempozyumlar düzenleniyor yapay zekadan vergi alınacak mı diye. Telif hakkı, cezai ehliyet, vergi gibi kavramlar daha uzak bir gelecekte belki de söz konusu bile olmayacaklar. Diğer yandan yapay zeka sonrasında ücretli emek kavramının ortadan kalkmasıyla bireysel ve toplu iş hukuku, grev ve lokavt anlamını yitirecek. Peki ya aile hukuku… Aile de değişecek aile hukuku da… Açıkçası bilim, teknoloji, ekonomi, hukuk vb. alanlarda mevcut kavramlar ya temelinden sarsılıyor ya da yerlerini yepyeni kavramlara bırakarak yollarına devam ediyor.
Dünyada yapay zeka alanındaki gelişmelere paralel olarak 2017 yılında AB Parlamentosu bir rapor yayınladı: Hukuktaki kişi kavramlarına (gerçek kişi ve tüzel kişi) bir yenisinin “elektronik kişi” kavramının eklenmesi üzerine. Bu raporla birlikte yapay zeka varlığına yönelik olarak yasal kişilik statüsü ilk defa resmi bir kuruluş tarafında resmi bir belge ile önerilmiş oluyor.
Neden buna ihtiyaç duyuluyor? Yapay zekaya genel hukuki statüde kişilik verilmesi ile birlikte yapay zeka kendi eylemleriyle hak sahibi olabilecek ve borç altına girebilecektir. Ayrıca yapay zekanın kendi eylemleri sonucunda, bir başka kişiye zarar vermesi halinde, sorumluluğu gündeme gelebilecektir. Yine yapay zekaya kişilik verilmesi neticesinde, davaya taraf ehliyeti olabilecek ve hatta yapay zeka avukatları düşündüğümüzde bir davada bir tarafı temsil edebilecektir. Bu durum yapay zekanın yeniden şekillendirdiği güncel hayatımızda ve insan ile etkileşimde olduğu her durumda bizleri yepyeni bir pencereden bakmayı zorunlu hale getiriyor.
Tüm bu gelişmeler ışığında şunu söylemeliyiz ki dünyanın bir avuç egemeni dünyanın geri kalanlarından daha öndedir. Bir çok gelişmiş kapitalist ülkede şirketler, yapay zeka ile birlikte ileri teknoloji üretim araçlarını üretim sürecinde kullanarak devasa kârlar elde etmektedirler. Yapay zeka devriminin mimarı olan bilim adamları, programcılar diğer yandan görünenin ardındakini görebilen sosyologlar, ekonomisler, hukukçular büyük bir dönüşümün içerisinde olduğumuzu haykırırken, sermaye kesimi, şirketlerin üst düzey yöneticileri, şirketlerin araştırma geliştirme departmanları, bu tartışmaları, şirketlerinin kısa dönemdeki kârlılığı, şirketlerinin pazardaki rekabeti vb. çerçevede ele almakta ve içinde bulunduğumuz sürecin başta işsizlik olmak üzere nasıl toplumsal sonuçlar doğuracağını ya bilmemekteler ya da mevcut dönüşümün sınırlarını bir avuç insanın çıkarları doğrultusunda yönlendirmektedirler. Çünkü yeni üretim ilişkileri kâra dayanan bir ekonomiyle birlikte ulus devletleri de yerle bir etme potansiyelini içinde taşımaktadır. Bunu gören bir avuç egemenin ve ulus devletlerin, yapay zekanın ileri teknolojik olanaklarını dünyada gerçekleşebilecek bir devrimi engelleme aracı olarak da kullanabilecekleri büyük bir olasılıktır. O zaman yeni sorumuzu sormanın vakti geldi. Yapay zeka devrimi sonrasında, robotların işçilerin yerini almasıyla birlikte, pazar olma niteliğini kaybetmiş insan yığınları egemenler açısından ne ifade edecek? İnsanlığı bekleyen büyük bir tehlike kapımızda mı? Yapay zeka devrimi insanlığın sonunu mu getirecek? Görüldüğü üzere yok edici ve büyük bir tehlike olasılığı da, özgür ve daha mutlu bir dünyanın imkanı da önümüzde duracak. Dünyanın egemenleri büyük teknolojik gelişimleri tüm dünya insanlığının hizmetine mi sunacaklar yoksa bu teknolojik gelişmeleri bir büyük bir silah olarak topyekûn insanlığa karşı mı kullanacaklar?
Günümüz dünyasında gördüğümüz üzere kapitalizm, yalana, talana, şiddet ve açık savaşa başvurmadan dünyayı yönetemiyor. Kapitalizmin yaşamak için yok ediyor, dağları, denizleri, ormanı ve insanı… Fakat bunun da bir sınırı var. En üsttekiler de böyle mutlu ve mesut nereye kadar yaşayabilir ki?
İnsanlık yol ayrımında olabilir, ya özgürlükçü toplumcu bir sistem ya da kapitalizm açısından hiçbir ihtiyaç duyulmayan yüz milyonlarca insanın öldürülmesi. Çünkü yüz milyonlarca insan, kapitalizm açısından artık bir iş gücü değildir, dolayısıyla pazar da değildir artık. Kapitalizm açısından, oksijen tüketimine yol açan, karbon salınımı yapan, kendileri için güvenlik problemlerine yol açan birkaç milyar insan… Bilimi ve teknolojiyi kendileri için kullanan dünyanın efendilerinin, insan ömrünün 120-150 yıllara dayandığı, belki de yaşlanmanın ve ölümün bile çaresini buldukları bir dünyada bu bilgileri tüm dünya insanları ile paylaşacaklarını düşünmek saflık olur. Egemenler kendilerine bir vaha yaratarak, teknolojik avantajlarıyla bambaşka bir hayat kuracaklardır. Çalışmayacaklar, yaşlanmayacaklar, ölmeyecekler. Aile kavramı değişecek… Diğer insanları mevcut sorunlarıyla baş başa bırakıp yok olmaya terk edecekler. Belki kısa bir süre diğer insanların tanrısı gibi hareket edebilirler. Örneğin bütün insanlara biochip takıp bir karınca sürüsü gibi insanları takip ederek üzerlerinde deneyler yapabilirler. Bundan da sıkılınca milyarlarca insanı yok edip sosyalizmi kendileri için kurabilirler.
Hatırlarsak, on beş yıl önce duyu yolu ile çalışan bilgisayarlar olacak mı diyorduk. Şimdi bilgisayarlar ile konuşuyoruz. Google'daki aramalarımızın çoğunu konuşarak yapıyoruz. Navigasyona gitmek istediğimiz yeri konuşarak söylüyoruz. 3D Printer (Üç boyutlu yazıcı), Hollanda’da evleri 3D printer ile yapmaya başladılar. Uzaktan eğitim, Smart Contract (Akıllı Sözleşme), DAO – Decentralized Autonomous Organisation (Merkezsiz Otonom Organizasyon), Algoritma, Blockchain (Blok Zinciri), Bitcoin (Dijital para), vs. gibi bir çok yeni kavramlarla araştırma yapılıp sadece Youtube’den videolar izlenerek bile ilerlemenin nerelere vardığı daha iyi göz önüne getirilebilir. Berners Lee’nin WWW’i kurmasından kısa bir süre sonra insanlık düşüncenin elektro manyetik dalgalarının ölçümünü, WWB (World Wide Brain)’i tartışmaya başladı… İnsan beyni gibi milyarlarca hücreyi nöronlarla birbirine bağlayan, insan beyni gibi çalışan Quantum bilgisayarlarının gündelik hayatımıza girmesiyle birlikte hayal dünyamızın ötesine geçecek bir insanlık deneyimi yaşayacağız.
Bir başka büyük soruya geçelim. Peki bizler, başka bir dünyanın mümkün olabileceğini, olması gerektiğini bilen, “düşünebilen insanlar” ne yapmalı? Yukarıda sıraladığımız yapay zeka devriminin açtığı yoldan özgür ve mutlu bir dünya nasıl yaratılır?
Kapitalizmin dünya üzerinde yarattığı tahribatı, işleyişindeki temel sorunları ve nasıl yıkılacağı hususundaki billurlaşmış fikirleri ortaya çıkartabilmenin tek yolu onun günümüz dünyasındaki varoluşunu yeniden analiz etmek, araç ve yöntemlerini yeniden anlamaya çalışmaktır. Bilgi olmadan, bilim ve teknoloji kullanılmadan kapitalizme karşı çıkmak anlamsız bir çaba olmanın ötesine geçmiyor. Tarih boyunca insan emeği, dünyadaki bütün mutluluğu yarattı. İlk emekten bu yana üretilen mal ve hizmetler adeta metalar zinciri olarak bugünlere geldi ve günümüz insan uygarlığını oluşturdu. Buradaki en önemli husus insanın emeğinin bağımsız bir nesne haline gelerek, insanı kontrol eden, insanı tehdit eden bir hale bürünmesidir. Kendi emeğine yabancılaşan insanın ilk açığa çıkartması gereken kavrayış budur ve bunu bilmek insanı tekrar özgür ve mutlu bir dünya mücadelesinin öznesi yapacaktır. İkinci önemli bir husus; genel olarak yapay zeka devrimi olarak adlandırdığımız sürecin toplum üzerindeki dönüştürücü gücünü anlamak ve bu devrimin teknolojik imkanlarını ve göz ardı etmeden mücadeleye kaldığı yerden devam etmek. Bunu yapmadan yola çıkacak muhalif kesimler (sol, sosyalist, marksist, anarşist, radikal demokrat, sosyal demokrat, sivil toplumcu çevreci, vb. ) hiçbir soruna çare üretemeyecekleri gibi ezberler üzerinden yürüttükleri mücadele de yerini bulamayacaktır.
Arşimet der ki; “Bana bir kaldıraç verin dünyayı yerinden oynatayım.” Bizim kaldıracımız neden yapay zeka olmasın? Örneğin, devletlerin kontrolünde olmayan, “blockchain” teknolojisi bize bu imkanı fazlasıyla sağlayabilir. Devletlerin kontrolünde olmayan bilgi, iletişim ve teknoloji bir zincirin kopmaz halkaları gibi insanları birbirine bağlayabilir. Gelişmiş teknoloji insanlığın genel yararına kullanılabilir. Bu sayede tüm dünyada eş zamanlı olarak bütün sınırları yok edebilecek bir doğrudan demokrasi deneyimi hayata geçirilebilir. Evet, yukarıda sorduğumuz soruların cevabı ortaya çıkıyor: Kapitalizmin kendi çelişkileri, onun her aşamasında ve diyalektik yasaları çerçevesinde keskinleşerek ortaya çıkmaya devam ediyor. Evet, kapitalizm bilgiyi elinde tutanların ve bilgiyi tüm insanlığın yararına kullanmak için tüm dünyada blockchain gibi birbirine bağlanmış yeni bir devrimci kuşağın yeni bir dünya yaratmasıyla yıkılabilir.
Ya dünyanın egemenleri birkaç milyar insanı yok edecek ya da tüm dünyanın “düşünebilen insanları” eş zamanlı olarak bilgiye dayalı devrimci bir hareket başlatarak, teknolojik gelişmelerin tüm dünya insanlığı için kullanılmasını sağlayacak ve insanlık bambaşka çelişkilerle yoluna devam edecek…
*Ekonomist ve hukukçu