Corbynizmin yükselişi ve düşüşü I: Blair’den Corbyn’e
2015 seçim yenilgisi İşçi Partisi’nde beklenmeyen gelişmelere neden oldu. Partinin radikal sol kanadınının inatçı ve istikrarlı temsilcisi ve 1983’ten bu yana Kuzey Islington bölgesinden milletvekili seçilen Jeremy Corbyn’in adaylığı ve onun kemer sıkma karşıtı sol-popülist söylemi kısa süre içerisinde, kemer sıkma politikalarının belki de en çok etkilediği genç kuşaklar arasında inanılmaz bir mobilizasyon yarattı.
Mehmet Erman Erol*
3 Nisan Cuma günü İngiltere’de İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn’in liderliğinin son günüydü. Aralık ayında yaşanan seçim yenilgisi sonrası Corbyn görevi yeni seçilecek İşçi Partisi liderine bırakacağını açıklamıştı. Uzun bir süreden beri devam etmekte olan ve korona virüsü salgını nedeniyle (belki de adayların pek heyecan yaratmamasından da) gündemde pek yer tutmayan süreç sonucunda partiye yeni bir lider seçildi. ‘Corbynizm’ yaklaşık dört ay arayla ikinci yenilgisini aldı. Partinin liderliğine daha ılımlı ve ‘merkez’e yakın bir aday olan ‘Sir’ Keir Starmer delegelerin kullandığı oyların yüzde 56’sını alarak seçildi. ‘Corbynista’ olarak bilinen Rebecca Long Bailey oyların yaklaşık yüzde 28’sini alabildi. Starmer’ın zaferi İşçi Partisi’nin Corbyn’e en başından beri muhalif ve onu ‘seçilebilir’ bulmayan ve Tony Blair’den mülhem ‘Blairite’ denilen merkez ve sağ kanadının zaferi olarak değerlendirilebilir.
İşçi Partisi bünyesinde daha sosyalist ve radikal bir kanatla daha ılımlı ve ortayolcu (‘centrist’ denilen) kanat arasında öteden beri süregelen bir gerilimin varlığı bilinir. Bu gerilim partinin daha önce defalarca bölünmesine de yol açmıştı. Muhafazakar Parti’nin (Toryler) 1979-1997 arasında kesintisiz 18 yıllık iktidarı İşçi Partisi’nin içerisindeki bu gerilimi ortayolcular (ya da o dönemin moda deyimiyle ‘üçüncü yolcular’) lehine çözüme kavuşturmuş göründü. 1994’te Tony Blair İşçi Partisi’nin lideri seçilmişti. 1997’de seçimi kazanıp uzun bir aradan sonra İşçi Partisi’ni iktidara taşıdı. Aynı zamanda neoliberal küreselleşmenin en civcivli zamanlarına denk gelen bu dönemde Tony Blair liderliğinde ‘Yeni’ İşçi Partisi (New Labour) her türlü radikallikten arındırılmış, teknokratikleşmiş (Blair’in ilk icraatlarından birisi İngiltere Merkez Bankası’na ‘bağımsızlık’ vermek olmuştu); özelleştirmeleri, finansal piyasalarda ve emek piyasalarında esnekliği savunan, Amerikan emperyalizminin tereddütsüz bir şekilde peşine takılan – 2003 Irak işgalini hatırlayın – bir pozisyona savrulmuştu. Parti neoliberal küreselleşmeyi o kadar sahiplenmişti ki; Margaret Thatcher’a en büyük başarınız ne diye sorulduğunda ‘Yeni İşçi Partisi’ ve Tony Blair diye cevap verdiği sıklıkla vurgulanır.
Tony Blair Birleşik Krallık’ı modernleştireceğini iddia ediyordu. Ajandası ilerici değildi ancak küresel koşulların da yaver gitmesiyle ve derinleşen finansallaşma ve borçlanma sayesinde sınırlı da olsa bir refah illüzyonu yarattı. Sonuç, İşçi Partisi’nin 2001 ve 2005 genel seçimlerini de parlamento çoğunluğunu elde ederek kazanmasıydı. Ancak 2008’de patlak veren küresel finans krizi ve onun etkileri Blairizmin yaldızlarının dökülmesine neden olmuştu. Blair henüz 2007’de siyasetten çekildiğini açıklayıp yerini maliye bakanı Gordon Brown’a bırakmıştı. Banka ve şirket kurtarmalarıyla geçen iki yılın ardından yapılan 2010 seçimlerinde David Cameron liderliğindeki Muhafazakar Parti çoğunluğu sağlayamasa da birinci geldi ve Liberal Demokratlara koalisyon kurdu. Seçim yenilgisinin ardından İşçi Partisi’nin liderliğine ‘revize edilmiş’ bir ortayolculuğu savunan Ed Miliband (biraz da ironik bir şekilde ünlü Marksist siyaset teorisyeni Ralph Miliband’ın oğlu) seçildi. Ancak Miliband Tory-Liberal Demokrat koalisyonunun 2010-2015 döneminde uyguladığı kemer sıkma politikalarına (austerity) karşı etkili bir muhalefet geliştiremedi. Oldukça silik ve her kesimi memnun etmeye çalışan belirsiz bir politikanın sonucu 2015 genel seçim yenilgisi ve Muhafazakarlara 1997’den bu yana ilk kez parlamento çoğunluğunun altın tepside sunulması oldu. Bu arada kemer sıkma ve kriz yönetimine karşı öfkenin giderek AB ve göçmenlere yöneldiğini, AB ve göçmen karşıtı aşırı sağcı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin (UKIP) yükselişine karşı Muhafazakar Parti lideri Cameron’un bir ön almayla AB referandumu sözü vererek seçim galibiyetini perçinlediğini de vurgulamak gerekir.
2015 seçim yenilgisi İşçi Partisi’nde beklenmeyen gelişmelere neden oldu. Partinin radikal sol kanadınının inatçı ve istikrarlı temsilcisi ve 1983’ten bu yana Kuzey Islington bölgesinden milletvekili seçilen Jeremy Corbyn’in adaylığı ve onun kemer sıkma karşıtı sol-popülist söylemi kısa süre içerisinde, kemer sıkma politikalarının belki de en çok etkilediği genç kuşaklar arasında inanılmaz bir mobilizasyon yarattı. İşçi Partisi’ne kitleler halinde kayıtlar başladı ve bu sürecin sonunda Eylül 2015’te yapılan liderlik seçiminde Corbyn oyların yüzde 59.5’ini alarak İşçi Partisi liderliğine seçildi.
Ancak hem ana akım medya hem de partinin sağ kanadı hiç vakit kaybetmeden Jeremy Corbyn’e cephe aldı. Cameron’un söz verdiği ve şok bir sonuçla AB’den çıkış yönünde sonuçlanan 23 Haziran 2016 Brexit referendumu uygun zemini sağlamıştı. Corbyn ‘AB’de kalalım’ (Remain) kampanyasına ‘gönülsüz’ bir destek verdiği, aslında AB karşıtı olduğu, iyi bir liderlik gösteremediği vb. nedenlerle eleştirilerin odağında yer aldı. Brexit’in hesabı ona kesilmek istendi. İşçi Partisi’nin sağ kanadı vakit kaybetmeden ve Corbyn’in yüzde 59.5’le parti liderliğine seçilmesinin üzerinden henüz bir yıl bile geçmemişken darbevari bir manevrayla Corbyn’i önce istifaya ettirmeye çalıştı; daha sonra ise bir liderlik seçimi daha örgütledi. Ancak Jeremy Corbyn Eylül 2016’da bu kez yüzde 61,8 gibi rekor bir oranla tekrar liderliğe seçildi. Bu, Blair’ci ya da ortayolcu kanadın en azından bir süreliğine teslim olması anlamına geliyordu. Ancak kamuoyu yoklamaları İşçi Partisi’nin oy oranını halen oldukça düşük gösteriyordu. Cameron sonrasında Theresa May liderliğinde Brexit süreciyle boğuşan Muhafazakar Parti hem İşçi Partisi ve Corbynizm’e tarihi bir hezimet yaşatmak, hem de Brexit sürecinde meşruiyetini artırmak için Haziran 2017’de bir genel seçim düzenleme kararı aldı. May’in seçim kararını aldığı 18 Nisan 2017’de seçim anketleri Muhafazakar Parti’yi yüzde 46-48; İşçi Partisi’ni ise yüzde 24-25 civarında gösteriyordu. Ancak tarih bambaşka akacak, 8 Haziran 2017’de gerçekleştirilen Birleşik Krallık genel seçimlerinde Jeremy Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi ve onun vadettiği radikal vizyon beklenmedik bir sonuç alacaktı.
*Doktora Sonrası Araştırmacı, Cambridge Üniversitesi