Batı Avrupa’daki tarihsel çelişkiler ve korona virüsü

Yunanistan krizinden sonra korona virüsü salgınıyla birlikte gelen bu yeni kriz, kuzeyde İskandinav ve Baltık ülkeleri ile Polonya gibi uydu ülkeleri arkasına alan Almanya’nın, güneydeki ülkelere otoritesini kabul etme savaşı olarak da yorumlanabilir.

Google Haberlere Abone ol

Mehmet Akar*

Korona virüsü Avrupa’yı tarihin en derin sessizliğine gömmüş durumda. Bazı şehirlerin tenha sokaklarına zaman zaman yabani hayvanlar bile iniyor, köpekbalıkları sahilleri ziyaret ediyor. Kıtada alışılmamış olağanüstü bir durum yaşanıyor.

Ama kocaman bir coğrafyayı saran bu sessizliği politik alanda görmek pek mümkün değil. Üye devletler arasında uzun süredir var olan çelişkiler, salgınla birlikte giderek alevlenmeye başladı. Öyle görünüyor ki, bu tartışmalar salgından sonra daha da keskin olarak, uzun süre devam edecek.

Her ne kadar tartışmalar bugün ‘Birlik içinde sağlık alanında dayanışma ve avro bölgesindeki borçları ortak ödeme’ etrafında yoğunlaşmış gibi görünse de aslında Batı Avrupa’nın Kuzey ve Güney ülkeleri arasında süregelen tarihsel ve kültürel çelişkiler olarak da okunabilir.

Güney ülkelere göre daha gelişmiş bir sağlık sistemine ve ekipmana sahip olan Almanya, salgının kıtaya sıçradığı ilk günden beri diğer üyelerden gelen yardım taleplerini karşılıksız bıraktı. İtalya ve İspanya’nın hastane sistemlerinin çökmesine seyirci kaldı. Bu ülkelerin her birinde beş bin civarında yoğun bakım ünitesi bulunuyordu. Almanya ise 28 bin yoğun bakım ünitesine sahipti ve salgını en az iki hafta geride takip ediyordu. Buna rağmen bu ülkelerde her gün yüzlerce insanın dramatik bir şekilde ölmesine seyirci kaldı. Sonraki dönemlerde Merkel Hükümeti sembolik sayılacak bir şekilde Fransa’nın Mulhouse kentindeki bazı hastaları tedavi için kendi ülkesine taşıdı ve sanırım basına yansıdığı kadarıyla Birlik içinde yaptığı yardım bununla sınırlı kaldı.

Bu durum Almanya’nın güney ülkelerine karşı politik bir tavır olarak da algılanabilir. Yakın geçmişte aynı tavrı Yunanistan’ın borçları konusunda da göstermişti.

O günlerde ekonomist Hélene Tordjman basına yaptığı açıklamada, "Merkel’in Almanya’nın acılı tarihini unutmuşa benzediğini, sanki 1953’te, İkinci Dünya Savaşı'ndan sekiz yıl sonra, ülkesinin borçları alacaklar tarafından silinmemiş gibi davrandığını söylüyordu. Ayrıca Yunanistan ve Almanya’nın durumunun çok farklı olduğunu, Yunan halkı, Alman Nazizm’i gibi bir felakette işlemediğini belirtiyordu.

Yine o dönemlerde Avrupa’nın Yunanistan krizinin ekonomik değil de politik olduğu yönünde birçok görüş mevcuttu. Bu politik kriz her ne kadar Alman parlamentosu ve Yunanistan halkı arasında görünse de bir Kuzey-Güney çelişkisi gibi de yorumlanıyordu.

Yunanistan kriziyle ilgili Fransız tarihçi Emmanuel Todd daha da ileri giderek, Almanya’nın Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Avrupa’yı üçüncü defa yıkma girişimi olarak değerlendiriyordu. Bir gazetede yayımlanan makalesinde, "Yunanistan krizinin baştan beri politik olduğunu, fakat sağ veya sol düşüncelerle fazla alakadar olmadığını, Avrupa Birliği'nden çok daha eski, Kuzey’de Luther kültürü ve Güney’de Roma kültürü arasındaki çelişkiyle" alakalı olduğunu ileri sürüyordu. "Roma dünyasından etkilenen güney ülkeleri, Avrupa için otoriter ve mazoşist olmayan, akla uygun bir sistemi savunuyorlar. Bu düşüncenin karşısında ise, Almanya’nın başını çektiği kuzey ülkeleri Luther kültürünün merkezde olduğu bir Avrupa’yı istiyorlar", diye belirtiyordu.

Yine Todd, Yunanistan üzerinden yürütülen kültürler savaşında, en zor durumda Fransa'nın olduğunu belirtiyordu. Nitekim o dönemki Yunanistan Ekonomi Bakanı Varoufakis de aynı konuya dikkat çekmiş ve "Almanya Yunanistan üzerinden Fransa’yı terbiye ediyor" demişti.

Yunanistan krizinden sonra korona virüsü salgınıyla birlikte gelen bu yeni kriz, kuzeyde İskandinav ve Baltık ülkeleri ile Polonya gibi uydu ülkeleri arkasına alan Almanya’nın, güneydeki ülkelere otoritesini kabul etme savaşı olarak da yorumlanabilir.

Le Figaro gazetesinde yayınlanan bir makalede, birkaç haftadır Batı Avrupa Kuzey ve Güney olarak iki kampa bürünmüş görüntüsü verdiğini, bir tarafta Almanya’nın başını çektiği ve yanında Hollanda, diğer tarafta Fransa, İtalya ve İspanya olduğunu belirtiyordu. Özellikle Avro bölgesindeki borçların üyeler arasında ortaklaşa ödenmesi konusunda Almanya ve Hollanda’nın karşı çıktığını ve bu durumun salgından sonra AB’yi bekleyen ekonomik kriz için çok kötü bir sinyal olduğu yorumunda bulunuyordu.

Nitekim geçtiğimiz cuma günü Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Financial Times’a verdiği demeçte, Avro bölgesindeki borçların üyeler arasında ortaklaşa ödenmesi konusunda görüşlerini tekrarladı ve ortak bir fon kurulmasını önerdi. Aksi taktirde AB'nin ‘politik proje’ olarak yıkılacağını iddia etti. Macron, böyle bir ortaklaşmanın birliğin sadece ekonomik bir pazar olmadığını ispatlamanın da fırsatı olduğunu söyledi.

Bütün bu gelişmeler korona salgınından sonra Avrupa Birliği'ni ekonomik, politik, sosyal ve kültürel alanlarda zor günler beklediğini söylemek sanırım çok abartılı olmaz.

*Yazar