Haksızlığın nedeni Aleviler mi?
Aleviliğin sistemli biçimde öğrenilmesi sadece Aleviler için mi gerekli? Yoksa devlet, Aleviliğin insan odaklı öğretisinin Türkiye toplumu tarafından öğrenilmesini tehlikeli mi görüyor?
İsmail Kaplan*
Alevilerin (olmayan) hak ve hukuku üzerine son zamanlarda daha sık yazılar yayınlanmaya başlandı. Bu bence olumlu bir gelişme. Aleviliğin yaşadığı haksızlıklar üzerine sorular daha çok Alevilere yönetiliyor. Bu yöntem "vurun abalıya" sözünü çağrıştırıyor. Demokrat Yargı Eş Başkanı Orhan Gazi Ertekin, GazeteDuvar'da Türkiye’de bir Alevi hak hareketi neden yoktur? başlıklı yazısında Alevilere o kadar çok soru yönetiyor ki; insan "Bu ne yahu" demekten kendini alamıyor:
*Alevilik halleri? Göçebe kandaş kabilelerin sadece ideolojik tutunum ihtiyaçlarına mı cevap vermektedir?
*Sınıfsız-imtiyazsız kaynaşmış bir kitlenin parçası olmanın bölünmekten, kendi zayıf gücüne sığınmaktan daha politik olduğuna mı kani olmuşlardır?
*Türkiye’de Aleviler acaba neden bir anayasa kurucu güç veya güç unsuru olmamışlardır?
*Nusayrilerin Suriye’deki hegemonik rolüne yakın bir iddianın içine neden ve nasıl girmemişlerdir? Güç ilişkileri mi müsaade etmemiştir?
Orhan Gazi Ertekin, etnik yapılarla din/kültür yapılarını aynı parametrelerle karşılaştırma yanlışlığına düşüyor.
Ertekin “Peki Kürt hareketinin temel kurucu güçlerinden birisiyken nasıl olup da “devletaltı güce” gelinen zaman içinde sınıra doğru itilmiştir Alevilik?” diye Aleviliği Kürt kimliğinin bir parçası olarak tarif ediyor ve buradan hareketle Kürtlükün millet ve imanı taşıma gücüne eriştiğini iddia ediyor:
“Kürtlük sınıfa karşı bu bahsi kazanmıştır örneğin ve kendi dinamizmini var edebildiği sürece sınıfı da milleti de imanı da taşımaya devam edecektir. Alevilik ise kendi potansiyeli bakımından bu tür sorular ve cevaplara bile henüz sahip değildir maalesef.” Ertekin, Aleviliğin bir inanç ve kültür olduğunu ve Alevilerin de etnik heterojen yapısını ya bilmemekte ya da yorumlarında dikkate almamaktadır. Her şeyden önce Alevilik, insan-i kâmil olmayı amaçlayan yani bu dünyada insanın insanlaşmasına (eşitlik, özgürlük, paylaşımcılık) yönelik bir değerler bütünüdür. Evet, birçok Kürt kökenli Alevi Kürt hareketine destek vermiştir. Ancak Alevilerin amaçladığı “rıza şehri” toplum düzeni, sadece “sınıfı, milleti ve imanı taşıyan” Kürt düzeninde gerçekleşecek mi?” Bu soruyu da ben Almanya'da uzun yıllar Alevi hareketinde aktif çalışmış bir eğitimci olarak sayın Ertekin'e sormuş olayım.
Aleviliğin sınıf, millet ve iman konusunda “Tüm insanları bir ve eşit gör” şiarı ile çok açık ve anlaşılır cevapları vardır. Her Alevi bu cevaplara hakimdir. Alevi öğretisi, ne bir Alevistan (!) ne de bir “Alevi milleti (!) amaçlar.
Ertekin'in sorularından, Alevi terminolojisine ve öğretisine hakim olmadığını fark ediyoruz.
Aleviliğin “içerisi” ve “dışarısı” kavramları yerine içte iletişim ve dışarı ile iletişim, otantik olarak söylersek “kendi ile rızalık” ve “toplum ile rızalık” kavramlarını kullanmalıyız. Evet değişik Alevi dokuları yani sürekleri (Kızılbaş, Bektaşi, Tahtacı, Sıraç, Çepni, Abdal, Dedeganlar, Babaganlar, ocaklar gibi) arasında Aleviliğin reorganizasyonu ve tarihsel kökenleri konusunda görüş ayrılıkları vardır ve bunlar tartışılmaktadır. Ancak tüm bu Alevi süreklerine mensup Aleviler arasında, Alevi hakları konularında tam bir görüş birliği vardır. En önemlisi de Aleviler inancın temelleri konusunda da hemfikirdirler. Gelmiş geçmiş tüm Alevi inanç önderleri Alevi ibadetinin ve erkanlarının “insan-ı kamil yetiştirme”yi yani bu dünyada “Hak ile Hak olmayı” amaçladığını öğütlerler. Hiçbir Alevi dedesi/anasının taliplerine “öbür dünyada cennetliğini kazanmaya çalış!” öğüdü yoktur.
Alevilerdeki bu görüş birliği AKP iktidarının yaptığı göstermelik “Alevi çalıştayı”nda da ortaya çıkmıştır ve “ortak istekler” olarak hükümete bildirilmiştir. Ama Alevilerin istemleri hükümetten yıllardır en küçük bir cevap bulamamıştır. Başta Erdoğan ve Diyanet, Alevilerin bu ortak görüşlerini kırmak için sürekli “Alisiz Aleviler” yalanını yaymaktadırlar.
Alevilerce Ali Aleviliğin ortasında durmaktadır. Aleviliğin ortasında duran Ali ile, Sünni ve Şii kaynaklarının tarif etkikleri Ali arasında derin anlam farkları vardır. Aleviliğin “dışarısı”ndan tarif edilen Ali, zahirdeki Ali'dir. Alevilerin inancında yer alan Ali “batıni” Alidir. Dışarıdan yani zahiricilerin/şeriatçıların tarifinde, Ali'nin kılıcı, cengaverliği, camisi, kölesi, cariyesi anlatılır. Batıni anlatımlarda özellikle de Alevi ozanlarının deyişlerinde, Ali'nin “Hak-Muhammed-Ali inancı ile nurun bir parçası olduğu, Kuran-ı Natık olduğu, ilmin kapısı olduğu, adaletli olduğu” yer alır.
Bu yazdıklarım genelinde her Alevi için geçerlidir. Ancak eritme ve asimilasyon politikasının bir aracı olarak tarihsel Ali üzerine -diğer konularda olduğu gibi- uydurulan hadislerle Aleviler ayrıştırılmaya çalışılmaktadır. "Bu tuzağa düşen Aleviler yok mu?" derseniz, ne yazık ki var. Ancak genelinde Aleviler, kendi inançlarını Sünni hadisleri üzerinden değil kendi kaynaklarından hareketle tarif ederler.
Aleviliğin “sadece göçebe kandaş kabilelerin ideolojik tutunum ihtiyaçlarına mı cevap vermektedir?” gibi bir soru bence Alevi öğretisinin derinliklerini bilmemenin bir tezahürüdür. Alevi öğretisi her coğrafyada, her çağda kandaşlıktan ve yaşanılan coğrafyadan bağımsız “tüm insanların insan-ı kamil olabileceğini” savunur.
Aleviler ve Alevi aydınları, laiklik ilkesi ile kurulan cumhuriyet kazanımlarının köy enstitüleri ile doruğa ulaştığını, ancak gerici çevrelerin baskısı ile cumhuriyetin kurucuları tarafından köy enstitülerinin kapatılması ile yıpratılmaya başlandığını ve 18 yıllık AKP iktidarı ile de tamamen Suudi odaklı İslami bir yapıya dönüştüğünü görüyorlar.
Alevilerin hak eşitliği sorunlarına çözümler, Alevi öğretisine uygun yani diyalog yoluyla olmalıdır.
Ertekin; Akçadağ Alevi Kürtlerinin isyanı, Kozanoğlu isyanı, Dersim tertelesi, Maraş, Çorum ve Sivas katliamları arasında tarihsel devamlılığa vurgu yapmaktadır.
Yukarıda belirttiğim gibi Aleviler için acı sonuçları olan bu isyan ve katliamların nedenleri ve yapıları birbirinden çok farklıdır. En fazla sonuçları birbirine benzemektedir: Acı, ölüm, sürgün ve göç. Babai ve Şeyh Bedrettin isyanları da Alevi değerlerini savunmak adına yaşanmıştır. Tüm bu isyan ve katliamlar sonunda ne Osmanlı ve ne de Cumhuriyet yönetimleri ders çıkarmışlardır. Bu türlü toplumsal olaylardan ders çıkarmak ve toplumsal geleceğe yönelik yeni bir düzen oluşturmak uzağı görebilen idarecilerin işidir.
Buna örnek olarak Almanya'dan “30 Yıl Savaşları”nı verebiliriz. “1618-1648 yıllarında Almanya'da halkın üçte birinin hayatını kaybettiği mezhep savaşları 1648'de yapılan Vestfalya barış anlaşması ile son bulur. Barış anlaşması sonucunda "Kimin ülkesinde yaşıyorsan, onun dinine geçeceksin ya da orayı terk edeceksin." ilkesine dayalı yani zorunlu asimilasyona olanak veren din anlaşması yürürlükten kaldırılır. Mezheplerin 1624 yılında ellerinde bulunan mal varlıkları (kilise, dergâh, araziler) onlara geri verilir. Herkes mezhebini seçmekte serbest olur. Ve bu haklar yasalarla ve mahkemelerle korunma altına alınır. Örgütlenme hakkı; imparatorluğa, krala ve yasal düzenlemelere karşı olmamak kaydı ile kabul edilmiş olur. İmparatorluk mahkemelerine, bu anlaşma ile kabul edilen tüm hakların gerçekleştirilmesi için yetki verilir. Ayrıca Fransa ve İsveç devletleri, bu anlaşmaya karşı oluşacak ihlallere karşı, garantör devlet statüsüne sahip olurlar. Kalvenizm akımı bu anlaşma ile yasal olarak kabul görür ve yasalarla korunma altına alınır. Bundan böyle yeni oluşacak dini akımların da “dinden sapma” suçlamasına takılmadan kendilerini savunabilecekleri bir yasal zemin yaratılır.
Yukarıda değinilen Vesfalya Anlaşması ile elde edilen hukuk normu sayesinde, Almanya Alevi Federasyonu Almanya'da değişik eyaletlerde eşit haklar anlaşması imzalamıştır. Alevilik yasal olarak korunma altına alınmıştır. Alevilik okullarda ders olarak okutuluyor, üniversitelerde araştırılıyor. Tüm bu haklar için Aleviler öğretilerine uygun olarak diyalog yolunda yürümüşlerdir. Devleti yönetenler ve de seçmenler toplumsal sorunları diyalogla çözmeyi başarı saymaktadırlar.
Bu anlaşmanın önemi ortada. 1648 yılından bu yana Orta Avrupa'da artık bir din ve mezhep savaşı yaşanmadı. Anlaşma sonrası dönemlerde ortaya çıkan mezhep anlaşmazlıkları sadece görüşmeler ve anlaşmalarla çözüldü.
Aleviliğin ana düşmanı olan; El Kaide, IŞİD ve Selefi gibi radikal ve terörist grupların, önümüzdeki 50 yıl içinde Ortadoğu'da ve Türkiye'de etkin olabileceklerini öngörürsek; sadece bu tehlikeye karşı bile, Aleviliğin yasalarla korunma altına alınması, Türkiye Alevi temsilcilerinin en önemli görevi olmalıdır. (1)”
Alevilerin de çok soruları var ve Alevi örgütleri ve yöneticileri bu soruları son 30 yıldır devlet erkini elinde bulundurulanlara sordular ve sormaya devam edecekler.
Örneğin;
* Neden biz Alevileri İslam’ın namazı, orucu, haccı ve camisiyle değil de, Alevilerin değerleri ile anlamaya çalışmıyorsunuz?
* Alevilerin değerleri (tüm insanların eşitliği, rızalık/diyalog, hak ve hukuk, bilim ve eğitim gibi) cumhuriyet değerleri ile örtüştüğü halde, Osmanlı'nın refleksi ile hareket ederek neden Alevileri cumhuriyete tehdit olarak görüyorsunuz? Bu, bilgisizlikten kaynaklanıyorsa, Afrika'daki en küçük insan topluluklarını inceleyen üniversiteler, burnunun dibindeki Aleviliği araştıran enstitüleri neden kurmamışlardır?
* Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Alevilerin inanç bağlamında (zorunlu din dersleri, cem evlerinin statüsü vb.) verdiği kararları uygulamayan AKP iktidarını, Müslümanların inanç özgürlüğüne toz kondurmayan liberal ve muhafazakârlar neden eleştirmezler?
Bu ve bu yöndeki soruların muhatapları olarak aşağıdaki yetkilileri görüyoruz:
*Aleviliği ve Alevileri “Cumhuriyetin kurucu olmasa bile taşıyıcı gücü olarak görmeyen” cumhuriyetçileri,
*Alevilerin toplumun önemli bir parçası olduklarını fark etmeyen ve onların sorunlarına kulak vermeyen liberalleri,
*Aleviliği kulaktan duyma önyargılı bölük pörçük dedikodulardan ya da çoğu zaman Sünnilik penceresinden yazılmış roman, seyahatname ve menkıbelerden esinlenerek tarif etmeye çalışan üniversitelerde profesör, doçent gibi unvanlarla bilimsel(!) görev yapanları,
*Alevileri önyargı ile “nasıl olsa bana oy verecek” ya da “bana zaten oy vermez” diye kategorize eden politikacıları ve partileri,
*Askeri okullara öğrenci seçen komutanları,
*Aleviliği aslında kendi varlığına ve savunduğu dine alternatif hatta tehdit olarak gören Diyanet ve benzeri devlet kurumlarında eğitim gücünü elinde bulunduranları...
Alevilerin kendi içlerinde sorunları yok mu? Hem de çok fazla. Alevilerin henüz ortak bir örgütü yok. Ancak iyi-kötü çalışan dernek statüsünde örgütleri var. Cem evleri var. Ancak tüm bunlar Alevi öğretisinin genç kuşaklara aktarılmasını sağlayamıyor. Bu amaca yönelik gerekli eğitim kurumları henüz kurulamadı. Alevilerin ve çocuklarının her şeyden önce kendi öğretilerini Alevi kaynakları ile uyumlu bir müfredatla öğrenmeleri gerekiyor.
Ben de yazımı bir soru ile bitireyim: Aleviliğin sistemli biçimde öğrenilmesi sadece Aleviler için mi gerekli? Yoksa devlet, Aleviliğin insan odaklı öğretisinin Türkiye toplumu tarafından öğrenilmesini tehlikeli mi görüyor?
*Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu Eski Eğitim Sorumlusu
(1) İsmail Kaplan: Ortadoğu Savaşlarının ve 30 yıl mezhep savaşlarının sonuçları ve benzerlikleri, Alevilerin Sesi, Sayı 221, 12/2017