Luppo olayı

Twitter’daki, cuma gecesi sokağa çıkanların nasıl büyük bir yanlış içinde olduğuna dair alaycı, öfkeli ve hatta hakaret içeren yorumların en şiddetli örnekleri Luppo satın alan kişinin fotoğrafının altındaydı. Sonra bu kişinin aslında yoksul olduğuna dair bir hikaye dolaşmaya başladı ve o fotoğraf “acıklı” bir durumun karesi haline geldi. Son durumda ise mesaj şuydu: aslında kimseye “acımamak” lazımdı.

Google Haberlere Abone ol

Zeynep Öztürk*

Önceki cuma, sokağa çıkma yasağının son dakika açıklanması üzerine Luppo olayı patlak verdi. Yasağın son dakika haber verilmesine yönelik tepkiler, aceleyle Luppo satın alan bir kişiye yönlendirildi. Sonra, bu kişinin parası olmadığı için ulaşabileceği en ucuz ürünü satın aldığı iddia edildi. En son iddiaya göre ise; o aslında yoksul bile değil; hatta işyeri sahibi... İddiaların hakikat boyutu bir yana dursun, biz devam edelim. Çünkü bu olay da diğerleri gibi artık medyanın karmaşık söylem dünyasının bir parçası ve kendi anlamını inşa etmekle meşgul.

Twitter’daki, cuma gecesi sokağa çıkanların nasıl büyük bir yanlış içinde olduğuna dair alaycı, öfkeli ve hatta hakaret içeren yorumların en şiddetli örnekleri Luppo satın alan kişinin fotoğrafının altındaydı. Sonra bu kişinin aslında yoksul olduğuna dair bir hikaye dolaşmaya başladı ve o fotoğraf “acıklı” bir durumun karesi haline geldi. Son durumda ise mesaj şuydu: aslında kimseye “acımamak” lazımdı. Olaylar gelişirken Luppo alan kişi hızlı bir evrimle cahillik-yoksulluk-cahillik temsili oldu. İlk ortaya çıkan seçkinci tavrı eleştirenler yoksulluk bağlamında yanıt verdiler. Parası olmayan birinin “komik” duruma düşürülmesine tepki gösterdiler. Artık durum gülünecek değil, ağlanacak bir durumdu. Ancak sonunda, kişinin yoksul olmadığına kanaat getirilince hikaye başa döndü.

Aslında bu bir başa dönmeyi değil, ideolojik hegemonyanın (Gramsci) bu süreçte gelişen farklı gibi görünen yönelimleri ve belki muhalif potansiyelleri kendi çerçevesinde bir konsensüsle eklemlemeyi başardığını anlatıyor. Bu çerçeve neleri içeriyor? Dayanışma ihtimalinin bile güvenilmez olduğu ve dolayısıyla bireyci eğilimlerin baskın olması gerektiği, yoksulluğun sınıfsal eşitsizlik ve adaletsizlik temelli bir toplumsal mesele değil acınası bir kişisel problem olduğu gibi kodları içeriyor. Medya da bu ideolojik kodlarla birlikte, Stuart Hall’un belirttiği gibi, gerçeğin nasıl yansıdığı ya da yansıyıp yansımadığı değil gerçeğin yeniden kurulması noktasında işlev görüyor. Başta ima ettiğim “hikayenin hakikatine ulaşmanın önemini yitirmesi” de bundan kaynaklanıyor.

Hall üzerinden devam edersek, Luppo olayına onun medya ve alımlama çalışmaları üzerinden de bakabiliriz. Hall’a göre izleyici, verilen mesajı üç farklı şekilde okuyabilir: İlki baskın hegemonik, ikincisi tartışmacı, üçüncüsü ise muhalif okumadır. Luppo olayına verilen tepkiler çoğunlukla 1 ve 3 arasında bölünmüş görünüyor. Verilen tepkilerin elitist aşağılama ile ona karşı geliştirilen yoksulluk temelli eleştiri olarak ikiye bölündüğünü söylemek mümkün:

1- “Kızmıyorum ya gerçekten. Doğal seçilim işte bu. Zaten ne dünya ne de ülke bu nüfusu kaldırmıyordu. 2 gün için luppo alan, semt pazarına giden insanlara kızmayacağım da üzülmeyeceğim de. Bunun bir şekilde işlemesi lazım. Hakkımızda hayırlısı..” (@PsikolojikAdam)

3- “Luppo alan adam resmi ile yine CHP zihniyeti türemiş ve her sokağa çıkana "cahil" yaftalamasını yapıştırmaya başlamış! Herkes çocuğuna şekersiz üretilmiş, tanesi 5 tl'den satılan meyveli quark ve züber bar alamıyor. Kişinin 6 çocuğu varsa, onlara atıştırmalık alıyor olamaz mı?” (@sudeunaltr)

“Öte yandan “LUPPO” alan adam çıkıp para yok, çocuklarımı en kolay yoldan 2 gün doyurabilecek daha ucuz bir şey bulamadım derse burdaki dallamalar da twitter kapatacak mı?” (@BugraGezgin)

Tüm bunlar olurken, Luppo üretimi fabrikalarda hız kesmiyor, o fabrikanın işçileri sokağa çıkmaya devam ediyor.(1) Ancak ideolojik hegemonya ne hakkında tartışacağımıza, neyin gündem olacağına karar verirken tercihini Luppo satın alan kişiden yana kullanıyor. Daha da ötesi, bu olayın kahramanı bir yoksulluk temsili olarak beliriyor ve şu günlerde marketlerde, atölyelerde, inşaatlarda ya da fabrikalarda çalışmak zorunda olup virüsten yaşamını yitiren işçiler görünmez oluyor. Başka bir deyişle, yoksulluk temelli yapılan savunma muhalif potensiyelleri açığa çıkarsa da, vardığı noktada bir yok saymaya dönüşüyor. Necmi Erdoğan bu yok sayılma halini şu şekilde ifade ediyor: “Yoksulluk maddi süreçlerle ilgili bir sorun ama yalnızca bundan ibaret değil. Görünmez olmak, sayılmamak, hesaba katılmamak, söz verilmemek, sözünü söyleyememek hali de aynı zamanda. Yer yer görünür kılındığı haller de var, bunlar acıklı, tehlikeli, şiddetli, kriminal ve benzeri haller.” (2)

Luppo olayında sosyal medyadaki tepkilerin muhalif denebilecek tarafı -3- her ne kadar siyasi iktidar eleştirisi ile bağlantılı olarak bir ekonomik düzen eleştirisi de barındırsa da, ideolojik hegemonyanın kendi sınırları içinde; dolayısıyla kaçınılmaz şekilde onun bir parçası olarak kendini üretiyor. Baskın ideolojinin karşısında yer almak bir ilk adım olarak elbette önemli. Ancak bu ilk adım, üretim ve tüketim ilişkilerini hedef aldığı ölçüde düzen içinde bir nefes alma pratiği olmanın ötesine geçebilir. Bu öteye geçişten kasıt hegemonyanın parçalanması olanaklarının yaratılmasıdır.

(1) Bağlantılı bir örnek olarak; bu olaydan bir süre önce ana muhalefete yakınlığı ile bilinen bir gazetede bir haber gördüm. Haberin içeriği şu şekilde: “Esenler’de uyarıları dinlemediler!” İstanbul’u biraz bilene sorsanız Esenler’in sağ seçmenin yaşadığı düşük gelirli bir işçi havzası olduğunu bilir. Bu noktada şu da merak konusu olabilir: Esenler zıttı bir pozisyonda kalan Bakırköy, Kadıköy ya da Beşiktaş’ta oturanlar sokağa çıkmıyor mu? Eğer çıkmıyorsa sebep; bu ilçelerde orta-üst sınıfların yaşaması ve evden çalışmanın daha mümkün olması değil midir? Evde kalabilmenin bireysel değil, sınıfsal bir tartışmanın konusu olduğunu tekrar söylemekte yarar var.

(2) https://www.birgun.net/haber/odtu-ogretim-uyesi-prof-necmi-erdogan-islamcilarin-yoksullarla-anlamli-organik-bagi-yok-200027

Kaynaklar:

Hall, S (1991 [1973]) Encoding, decoding. In: During, S (ed.) The Cultural Studies Reader. London: Routledge.

*Ortadoğu Tenik Üniversitesi, Medya ve Kültürel Çalışmalar Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi