7244 kime ne vadediyor?
Türkiye’de 18 Mart’ta açıklanan ilk önlem paketinden bugüne çalışan kesimlere, kadınlara, dezavantajlı gruplara düşen ya alınmayan önlemler ya da halk kayıpları olurken, şirketler için devlet garantileri, yeni fonlar, ödeme ertelemeleri, yaptıkları bağışların vergilerden düşürülmesi ve şimdi varlık fonundaki bu değişimle birlikte kelimenin tam anlamıyla sermaye adına zaman satın alınması olmuştur.
Gizem Sema*
Mesleki deformasyon sebebiyle sabah ilk iş Resmî Gazete'yle güne başlıyoruz. 17 Nisan sabahı da bizim için böyle bir gündü. İçinde oldukça tartışmalı olan emeğin haklarını by-pass eden bir torba yasa yürürlüğe girdi (1). 7244 sayılı Covid-19 salgınının ekonomik ve sosyal hayata etkilerinin azaltılması hakkında kanun ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanunda yok yok.
Salgın döneminde halk sağlığı adına sermayemize yine çok cömert davranılmış. Çokça tartışılan ve muhalefetin bile başta sahiplendiği işten çıkarmaların yasaklandığının iddia edildiği ama özünde işçilerin asgari ücret hakkını gasp eden bir madde artık resmiyete kavuştu (2). İşten çıkarmayı yasaklama adı altında ücretsiz iznin önü açılmış ve kendi ödedikleri fonu kullanmalarının önüne geçilerek çalışanlar aylık bin 177 ₺ (günlük 39 ₺) ile yaşamaya mecbur bırakılmıştır. Bu madde işverenin keyfine bırakılan ve daha birçok sorunlu yönü olan kısa çalışma ödeneğinin işçilere bir gelir güvencesi olmaktan çıktığının resmi ifadesidir.
TÜRK-İŞ’in 2020 Mart ayı açlık ve yoksulluk sınırı araştırmasına göre; dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 2 bin 345,24 ₺, gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 7 bin 639,22 ₺ ve tek bir çalışanın yaşama maliyeti aylık 2 bin 847,14 ₺ olarak hesaplanmıştır. Yani, ekonomik teşvik paketinden çalışanlara ve ailelerine düşen sefalet ücreti olmuştur.
Çalışan sınıflara yönelik hak gaspları bu maddeyle sınırlı kalmadı. Madde 2/ı ile tam da salgında güvenceli çalışmanın öneminin daha da görünür hale geldiği bu dönemde işçilerin sendikalaşması ve sendikal haklarının kullanılması şimdilik üç ay süreyle durduruldu. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin (İSİG) 17 Nisan tarihli Raporu’na (3) göre, başta güvencesiz çalışmanın hâkim olduğu sektörlerde özellikle salgının ilk günlerinde, üretimin/hizmetin durması veya yavaşlaması bahane edilerek pek çok işçi işten çıkarıldı. Güvencesiz çalışmak zorunda kalan ve işten çıkarılan bu insanların ne kısa çalışma ödeneğinden ne de sefalet ücretinden faydalanabilme hakları bulunmaktadır (4). Aynı raporda, 11 Mart-10 Nisan tarihleri arasında salgın dolayısıyla 52 iş cinayeti yaşandığı, ölenlerin en az 7’sinin sendikalı olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir.
Güvenceli çalışma işçi sağlığı ve güvenliği için bu derece önemliyken, salgınla mücadele için sendikal hakların kullanılmasının şimdilik 3 ay süreyle durdurulması çalışanların hayatlarına saldırından başka bir şey değildir. ITUC 2019 Küresel Haklar Raporu’na (5) göre, Türkiye işçi hakları açısından en kötü durumda olan on ülke arasında Cezayir, Bangladeş, Brezilya, Kolombiya, Guatemala, Kazakistan, Filipinler, Suudi Arabistan, Zimbabwe ile birlikte yer alıyor. Bu Türkiye’nin dünyanın en büyük 17’nci ekonomisi olduğu gerçeği hatırlanınca oldukça çarpıcı bir değerlendirme olarak görülüyor.
Covid-19 ile mücadele ve halk sağlığı için yine çok yerinde bir adım atılarak 7244 sayılı torba kanuna zaten hayli tartışmalı olan Varlık Fonu'yla (6) ilgili bir madde eklendi (7). Bu fona kamuya ait birçok kuruluş ve hazineye ait araziler aktarılmasına rağmen fon üzerinde neredeyse hiçbir kamusal denetimin olmayışı birçok diğer sorunla birlikte çokça eleştirilmişti. Ayrıca fon “Devlet Personeli, Kamu İhale Kanunu, Ticaret Kanunu’nun bazı maddeleri, Sermaye Piyasası Kanunu’nun” pek çok maddesinden muaf tutulmuştur (8). 7244 sayılı Covid-19 salgınının ekonomik ve sosyal hayata etkilerinin azaltılması yasasıyla varlık fonu üzerinden zor duruma düşen şirketlerle yapılacak ortaklıklar ve satın almalar için yeni muafiyetler getirilmiştir (9). Bu yeni değişikliklere bağlı olarak varlık fonuna ait şirketler, fonun alt şirketleri, bunların doğrudan ya da dolaylı ortakları ve iştirakleri gibi uzun ve muğlak bir liste de muafiyetler kapsamına alınmıştır. Varlık Fonu’nun kuruluş kanununda fonun stratejik yatırım planında belirtilen hedefler ile likidite, yatırım, risk ve getiri tercihleri dikkate alınarak yatırım yapacağı belirtiliyor fakat bu stratejik sektörler neleri kapsamakta, bir sektörü stratejik yapan kıstas nedir, kanun tanımında yer verilmemiştir. Bu, fonun ve alt fonların başındaki kişilere stratejik sektörlerin belirlenmesinde ciddi bir takdir yetkisi verildiği anlamına geliyor.
Bu süreç aslında Yalçın Karatepe’nin belirttiği üzere önceden özelleştirilen bütün kaynakların yeniden kamulaştırılması sürecini ifade ediyor (10). Devlet son alıcı rolünü bu şirketleri tekrar satın alarak ihtiyaç duyan sermaye sahiplerine hangi şartlar altında gerçekleşeceğini bilmediğimiz kaynaklarını tahsis etmekte ve en geniş anlamda borçlarını toplumsallaştırmaktadır (11). Bu meselenin bir diğer yönü, bu şirketlerin, ortaklıkların ve iştiraklerin kamusal denetime tabi olmayacağıdır, çünkü Varlık Fonu işlemleri Sayıştay’ın yerindelik ve uygunluk denetiminin dışına çıkartılmıştır. Salgından kaynaklı etkilerin hepimizin yararına azaltılması için kamusallaştırılacak bu şirketlerin kamusal yarar sağlayıp sağlamadığı nasıl denetlenecek? Burada çalışan insanların statüsü, çalışma koşulları nasıl olacak? Bu ve benzeri sorular uzun süre belirsizliğini koruyacak gibi görünmekte. Ayrıca, hâlihazırda TCMB’nin şubat ayında yayınladığı verilere göre, Türkiye’nin kısa vadeli dış borç stoku neredeyse 168,5 milyar dolardır. Bu borç stoku bize, Türkiye’nin önündeki bir yıl ve daha kısa dönemde ödemek zorunda olan dış borcunu göstermektedir. Ekonomide döviz getirecek faaliyetlerin durmuş olmasının yanında kurdaki bu yükseliş bu borcun nasıl ödenebileceği hakkında ciddi soru işaretlerine yol açmaktadır (12).
Türkiye’de 18 Mart’ta açıklanan ilk önlem paketinden bugüne çalışan kesimlere, kadınlara, dezavantajlı gruplara düşen ya alınmayan önlemler ya da halk kayıpları olurken, şirketler için devlet garantileri, yeni fonlar, ödeme ertelemeleri, yaptıkları bağışların vergilerden düşürülmesi ve şimdi varlık fonundaki bu değişimle birlikte kelimenin tam anlamıyla sermaye adına zaman satın alınması olmuştur. Streeck’in ortaya koyduğu gibi sorunların bu şekilde ötelenmesi, geçici birer çözüm olmaktan ileriye gidemez; böyle çözümler ancak barış uğruna meydana getirilmiş veya müsaade edilmiş ekonomik eşitsizlikleri fazlaca büyütüp… daha uzun vadede krizin sebebi haline geleceği için ekonomik açıdan da sorumsuzcadır (13).
Bir gün salgının etkilerinden 20 yaş altındakileri korumak adına sokağa çıkma yasağı getirilirken ertesi gün gelen tepkiler üzerine bu yaş grubunda kamu çalışanları, özel sektörde çalıştığını belgeleyenler ve mevsimlik tarım işçilerinin sokağa çıkabileceği açıklanıyor. Yine Covid-19’a bağlı ölümlerin en çok 65 yaş ve üstü ve kronik rahatsızlığı olan gruplarda yaygın olduğu söylense bile Türkiye’de ölen kişilere dair yaş ve meslek bilgilerinin paylaşılmaması Türkiye için bu durumun aslında böyle olmadığının göstergesi oluyor. Şehirler arası geçiş yasağında işçilerin istisna tutulması ve işyerinde alınmayan önlemleri deşifre eden sendikacıların gözaltına alınması gibi uygulamalar siyasi karar alma süreçlerinde salgında işçinin hayatı kısaltılırken sermayeye zaman satın alınmasının kristalleşmiş hali oluyor.
7244 sayılı Kanun aslında yukarıda tüm söylenenleri özetler niteliktedir. Pandeminin ne kadar süreceği ve tahribatın nihai büyüklüğü hala bilinmezken devletimiz sözde üretimi özde şirketlerimizi korumak adına yaratıcı önlemler tasarlayıp acilen yürürlüğe koymaya devam ediyor. Covid-19 ile mücadele için alınan ve alınmayan tüm önlemlerin “sosyal mesafenin” artırılması stratejisinin halk sağlığını korumak ve ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmak için bizlere hangi yükleri getireceğini bekleyip göreceğiz. Kısaca, Covid-19 salgınıyla birlikte ücretlere ve haklara dönük saldırılar yoğunlaştıkça özellikle siyasi karar alma süreçlerinde mevcut sınıfsal ayrım keskinleştirilip daha da görünür kılınmıştır. Wood’un (14) da belirttiği gibi siyasi alanın baskıcı gücü, özel mülkiyetin ve el koyma gücünün sürmesi için gerekli olan çalışmalarına çalışanların canı pahasına devam etmektedir.
1- 7244 sayılı Kanunun detayları için, https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2020/04/20200417-2.htm (17.04.2020)
2- Madde 7
3- İşçi Sağlığı ve Güvenliği Raporu 1, http://isigmeclisi.org/20367-covid-19-salgini-doneminde-isci-sagligi-ve-guvenligi-raporu-1 (17.04.2020)
4- TÜİK 2019 İşgücü İstatistiklerine göre, kayıt dışılık %33 dolaylarındadır.
5 ITUC 2019, https://www.ituc-csi.org/IMG/pdf/2019-06-ituc-global-rights-index-2019-report-en-2.pdf
6- 2016 yılında 6741 sayılı yasayla Türkiye Varlık Fonu Anonim Şirketi kurulmuştur.
7- 7244 sayılı Kanun 16. Madde.
8- Uzun muafiyet ve istisna listesi için 6741sayılı Kanun 8. Madde.
9- Yeni maddeyle Sermaye Piyasası Kanunu’nun tamamından ve Türk Ticaret Kanunun 202. Maddesinden de muaf tutulmuştur.
10- ParaPolitik, https://medyascope.tv/2020/04/17/yalcin-karatepe-ile-parapolitik-27-zamaninda-her-seyi-ozellestirdiler-simdi-de-kamulastiriyorlar/ (17.04.2020)
11- Wolfgang Streeck (2016). Satın Alınan Zaman- Demokratik Kapitalizmin Gecikmiş Krizi, Küy Yayınları.
12- TCMB Kısa Vadeli Borç İstatistikleri, https://bit.ly/2XKaKYQ (17.04.2020)
13- Wolfgang Streeck, s. 17.
14- Ellen Meiksins Wood (2008). Kapitalizm Demokrasiye Karşı – Tarihsel Maddeciliğin Yeniden Yorumlanması. Yordam Yayınları.