Peki paradigmamız ne olacak: Toplum, örgüt ve salgın
Devrimler çağı kapandı mı? Sorusuna kimse evet veya hayır diyemez, burada önemli olan toplumsal olayların cereyan ettiği dönemden çok sonraki zaman dilimlerinde ağırlığını hissettirmesidir. Bu soru sosyal bilimcinin önünde merak konusu bir mesele olarak duruyor, ama her toplumsal olaya devrim diyemiyoruz.
Hakan Bahçeci*
Örgüt kavramının ve örgütsel davranışların ne derece önemli olduğu son günlerde daha da anlaşılır oldu, insan topluluklarının kendi arasında modern paradigmalardaki gibi davranmadıkları, başka unsurların işin içine girdiği uzun süredir akademik literatürde yer alıyordu, yine de bu kadar açık ve yoğun şekilde görülmemişti. Ama bizlerin şu an yaşananlar hakkında yorum yapmamız ne kadar doğru olabilir? Bir şeylerin üzerinden zaman geçmeden tahlilini yapmak doğru sonuçlardan çok, kısa vadeli bir neticeyi önümüze çıkarır, değişkenlik seyreden söylemler yumağı toplumu sarmalar durur özellikle konu sosyal bilimler ise.
"Tüm bunların arasında Çinli komünist lider Çu En Lay'ın söylemi akla geliyor, bir efsaneye göre kendisine 'Fransız devrimini nasıl değerlendiriyorsunuz?' diye sorarlar, o da 'değerlendirme yapmak için henüz erken' diye cevap verir.”
Devrimler çağı kapandı mı? Sorusuna kimse evet veya hayır diyemez, burada önemli olan toplumsal olayların cereyan ettiği dönemden çok sonraki zaman dilimlerinde ağırlığını hissettirmesidir. Bu soru sosyal bilimcinin önünde merak konusu bir mesele olarak duruyor, ama her toplumsal olaya devrim diyemiyoruz, toplumsal kolektivizmin esneklik gösterdiği yirmi birinci yüzyıl insanı değişimlerin ense kökünde yer alsa da kavramsal bir bunalım yaşamaktadır, bu pratiğin neticesi günlük olaylarda ortaya çıkar: “Everilmiş sistematik olmayan bir paradigma, bir süreç”. Salgın, ekolojik değişim, ekonomik buhranlar, felsefi tartışmalar, teolojik eleştiriler, hepsi temelde esnekliğin ve kompleks yapıların doğuş grafiğini çizer.
Örgüt yapılarının durumu ve insanların bir örgüt içerisindeki eylemlerinin de makine metaforunun açmazlarını içerdiği görülebilir. Artık ağ tipi bütünleşmenin sonuçları daha etkin analiz edilmektedir. Modernist düşüncenin yerini alan post-modern söylem ile paradigma arasındaki ilişkiye girmeden önce, geçmiş analizlerin ve sosyal olayların modern düşüncede ele alındığını, tıpkı bir makinede olduğu gibi sosyal sistemlerin de müdahalelere açık olduğunu bilmekte fayda var. Yalnız günümüzde süreç bu şekilde işlememektedir; teknoloji ve rasyonalite ideolojisi insanların kaygı ve korku halinde belirgin davranış değişimlerine yol açmıştır. Bu açıdan salgının Zygmunt Bauman’ın 2000 yılında tüm dünyada ses getiren çalışması “Liquid Times” da dile getirdiği değişimlere nasıl katkı sağladığı hissedilir olmuştur. Akışkan Zaman adlı kitabında katıların atomik yapıları nedeni ile birbirlerine bağlanma şekillerinin onlara güven ve zamana karşı bir direnme özelliği kazandırdığını, halbuki sıvıların akışkanlığı nedeni ile belirli bir şekle tabi olamayacağını, belirli bir zaman ve mekana sabitlenemeyeceğini söylemektedir, bizler de kendi halimizde akışkanlık özelliği göstererek -Richard Sennett'in tabiri ile- karakter aşınması yaşamaktayız; her günü diğer günden ayrı bir ilgi, korku ve telaş ile geçiriyoruz. Bu son yaşanan salgın da ontolojik bir vaka olarak karşımızda durmaktadır. Hepsi uzun yıllar sonra karşımıza çıkacak sosyal olaylara gebe.
Bu akışkanlık, değişim, doğrusal olanın terki, makine metaforunun eylemsel olamaması, Fordist üretim modelinin değişmesi, toplumsal sermaye kavramının önem kazanması, sosyal bağların içinde yatan zenginlik, yeni bir epistemolojik yenilenmeden başka neye yaradı? Her şeyin dalga dalga gelmesi toplum tarafından sindirilebilir bir şeydi, Alvin Toffler’in üçünçü dalga diye bahsettiği doğal değişim, ilerleme..
Salgın ise tüm bunların içerisinde kendi düzenini kurmaya çalışan “örgüt/topluma” insana darbe indirmişe benziyor, düşüncede yer alan yeni toplumsal yaklaşımlar örgüt paradigmalarını yeniden ve daha hızlı bir şekilde gün yüzüne çıkarıyor. Akışkanlık ve değişim ile doğru orantılı olan kompleks ve kaos kavramı, toplum ve örgütleri bu iki kavramla artık daha iç içe, daha az görülür kısa ağlar ile bağlar/bağlanır hale getirmiştir. Fark edildiği gibi salgın süresi boyunca kullandığımız dil modernizmin büyük anlatılarına karşı Lyotard’ın dil oyunlarını haklı çıkarmaktadır (1). Post-modern epistemolojinin (felsefi açıdan özü gereği) normal bilim anlayışını reddederek gerçeğin peşinden gitmek yerine farklı gerçeklikler ortaya çıkarması (tıp alanında ortaya çıkan karmaşık söylemler) gerçeği okura, yazara ve dile bağlı olarak göreceleştirmesi, genelleştirmeden uzak olması toplum ve örgüt açısından kompleksliğe işaret eder.
"Komplekslik, evrenin bütünleşik, ama aynı zamanda alışılmış mekanik ya da doğrusal yollardan anlayamayacağımız kadar zengin ve çeşitli olan durumunu ifade etmektedir" (2). Kompleks ve kaos olgusu nüfusun/örgütün önemli bir kesiminin faillik ve öznellik algısı kazanmaksızın bir öneme sahip olduğunu ama içselleştirilmesi mümkün olmadan bu duygunun yok olacağını iddia etmektedir. Şimdi salgın onu –örgütü, toplumu- etkiliyor ve yarın doğal afetler, ekonomik krizler etkilemeye devam edecektir hangisini içselleştirerek önemli bir parçasını kabul edilebilir duruma getirecek?
Kaos ve komplekslilik kavramlarının post-modern sosyal bilimler paradigmaları içerisinde işlevsellik kazanmasından önce fen bilimlerinde yer aldığını belirtelim. Zira sosyal bilimlerin paradigmalarının kökeni fen bilimleri değil midir? Newtoncu perspektif sert bir zemin üzerinde yüz yıllar boyunca liderliğini sürdürdü, mekanik yaklaşımın Descartes düalizminin içinden çıkması ve sonrasında Newtoncu evren modelinde ve bilim alanında kullanılması tesadüf değildir, onun evren modeli mekanik ontolojinin kökeni olmuş insanı atomlara bölen, değişmez ve verimli bir alet olarak görünmesine neden olmuştur. Zamanı ve davranışları anlara bölmüştür, anlaşılacağı gibi sosyal bilimlerin paradigması fen bilimlerinden etkilenmiştir, sonraları Einstein'ın geliştirdiği yeni fizik topyekun Newton'u temelinden sarsmıştır. Evren değişir, esnekleşir ve zaman görecelidir, aynı zamanda gözlemcinin rolü de işin içine girmiştir, sosyal bilimlerin paradigması bundan etkilenmiş, böylece birey görünür hale gelmiş davranışlar kültür, işlevsellik kazanmıştır. Şimdi de yeni bir model ortaya çıkmış karmaşa ve entropi paradigmaları yazılır olmaya başlamıştır. Sosyal bilimlerin birey, örgüt ve toplumu bundan ayrı düşünmesi artık mümkün değildir.
Biz de salgının insanlar ve örgütler üzerinde etkisini incelerken ileride bu paradigmaları dikkate almalı ve ona göre davranmalıyız; çevresel etkiyi, açık sistemleri ağlar üzerinden kompleks yapılar olarak görmeliyiz, zira salgın tek boyutlu değil tüm boyutlarda etkili değişimlere neden olacaktır. Tıpkı örnek olarak Çin’den kalkan uçağın indiği yerde yarattığı sonuç ile (virüs taşıması/getirmesi) orada bulunan hastane yatak sayısının işlevselliği üzerindeki görünmez ilişki/ağ gibi.
Son olarak, Aristotales’in “İlişki kurma, organizma ve nesne gibi kavramları anlamlandırmak için sözcükler daha etkin kılınmalı" demesi gibi. Zira o “hareket etmeyen hareket ettirici” düşüncesi ile organizma ve çevre arasındaki benzersiz ve dinamik bir ilişkiyi açıkça belirtir (3).
Belki yarın Covid-19 çok karmaşık ve değişken olgu ve kavramları önümüze çıkarır, hatta çıkarmaya hazırlanmaktadır.
1- Jean-François Lyotard. Postmodern Durum, (Çev: İ. Birkan). 1. Baskı, 2013
2- Battram, A. (1999), Karmaşıklıkta Yol Almak, (Çev: Z. Dicleli), İstanbul: Türk Henkel Dergisi Yayınları.
3- Kemal Bakır: Paul Goodman: Siyasette, Eğitimde/Gençlikte ve Hayatta Devrim “Doğu Batı, yıl,20 sayı,79, ocak, 2016-17
*Yüksek lisans öğrencisi, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi