Umudun gölgesinde dinlenen sima
Depresyondayken, insanı umutsuzluğa sürükleyen olumsuz durumlardan kurtulabilmenin tek yolu, biraz da olsa umut sahibi olmasını sağlamaktır. Neden bize daha iyi gelecek düşleri içimizde var etmeyelim ki? Yolumuz elbette kayıplarımızla, yitirdiğimiz anılarla ve değişen hayat şeklimizle beraber bir gelecek tasarlayacak ve bir yenidenlikle açılacak. Bu sebeple biraz umut denemesi yapmaya başlasak hiç fena olmaz.
Tuğba Kurt Ulucan *
Tekinsiz, yağmurlu ve nemli günler…
Yeni uyanan toprak, filizlenen dallar, renklenen dünya …
Umut yeşertmeyi anımsatır bana…
Antik çağdan günümüze değin yaşanan salgın hastalıklar, zamanın yerleşikliğinde paternsel bir özellikte ve devamlılıkta görülmektedir. Toplumsal bir felaket olarak baktığımızda; savaşlar, göçler, ekonomik krizler, doğal afetler, salgın hastalık gibi durumlar önemli travmatik olaylardır. Bu tür travmatik olaylar, sadece bir kişiyi değil, toplumun tamamını etkileyen özellikte olup toplumsal bir yas sürecini beraberinde getirmektedir. Kişiler yası, hem kaybettikleri insanlar hem de bu süreçten önceki yaşamın kaybı için tutacaktır. Yas tutma, kişi için önemli birinin ölümü ya da herhangi bir şeyin kaybından dolayı yaşanan psikolojik bir süreçtir. Kişinin kaybı ne kadar acı verici olsa da, bu acıyla baş etme ve duruma uyum sağlama zaman içinde gerçekleşecektir. Kayıpların kabul edilmesi ve sonrasında da içselleştirilmesi doğal bir devamlılıktadır. İnsanlar, hayatın birçok alanında yas ile karşı karşıya kalmaktadır. Her kayıp duygusu, insanın yas yaşaması için yeterlidir. İçinde bulunduğumuz durumda da her birimiz için, sevdiğimiz bir kimseyi kaybetmesek bile, salgından dolayı bir önceki yaşam biçimimizi kaybetmemiz söz konusudur. Bu da “yas süreci” yaşamamız için yeterlidir.
Bu dönem bittiğinde, her birimiz öncelikle bu dönemi yaşamış olacağız. Bizden bağımsız, kontrol edemediğimiz bu deneyimden heybemize taşıdığımızı taşımış, ruhsallığımıza bulaştırdığımızı bulaştırmış olacağız. İnsanlar böyle bir tekinsizlik içindeyken, var olan durumları kontrol edememenin çaresizliği, umutsuzlukla içe içe geçmiş durumdadır. Peki her şeyden daha çok umuda ihtiyacımız varsa? Bu travmatik durumla ancak umut ile baş edebileceksek, umudun inşası için nasıl uyanmalı?
UMUT YASA DAHİL MİDİR?
Salgın hastalıklar gibi travmatik yaşantılar, yaşamın normal döngüsünü bozan, insanların baş etme kaynaklarını çevirim dışı haline getirerek hayatla uyumlarını zorlaştıran durumlardır. İnsanlar travmayı kontrol edemedikleri, anlam veremedikleri bir şey olarak algıladıklarından çaresizlik duygusuyla baş başa kalırlar. Çaresizlikle baş etmede umut ise bir merhemdir. Travma ve yas çalışmalarında sık ele alınan umut kavramı; insanların yaşadıkları olaylara ve durumlara ilişkin olumlu sonuçlar çıkabileceğine yönelik inançlar olarak tanımlanır. Umut, travma sırasında ve sonrasında kendimizi toparlamamız ve psikolojik açıdan büyümemiz için gerekli olan bir panzehirdir. Psikoterapide ise umudun yeri mühimdir. Seans odalarında, geçmişin idrakinde, geleceğin umut gövdesinde bir gerçeklik yaratmaya çalışırız. Bu umut gövdesinin gölgesinde, danışanı anlamaya çalışır, böylesi bir travma ve yas ile baş etmesi için ihtiyacı olan içsel kaynaklarına varır, onları incelemeye, yeşertmeye başlarız. Şimdi böyle bir dönemde seans odasını mikro olarak ele alıp makroya geçirebilmeyi, toplumsal travma ve yas sürecinden daha az etkilenerek daha baş edebilir bir gerçekliğe yolculuk etmeyi umut ediyorum. Bu mümkün mü? Bunu nasıl yapabiliriz? Her şey bu kadar kötü gidiyorken böyle düşünmek durumu yadsımak mı?
Kierkegaard, “Umudu olan insanlar için imkansız diye bir şey yoktur” der. Bunu derken insanların umudu terk etmesine vurgu yapar, böyle bir terk de depresyonun zeminini yaratır. Yani bu süreçte ya umut yeşerteceğiz ya da depresyona gireceğiz, bu ikisinden birinin içinde olacağız. Depresyondayken, insanı umutsuzluğa sürükleyen olumsuz durumlardan kurtulabilmenin tek yolu, biraz da olsa umut sahibi olmasını sağlamaktır. Neden bize daha iyi gelecek düşleri içimizde var etmeyelim ki? Yolumuz elbette kayıplarımızla, yitirdiğimiz anılarla ve değişen hayat şeklimizle beraber bir gelecek tasarlayacak ve bir yenidenlikle açılacak. Bu sebeple biraz umut denemesi yapmaya başlasak hiç fena olmaz. Her şeyin kötüye gideceğini düşündüren söylemler ile işler çok iyi gidiyor söylemi aynı derecede hakikâti barındırır. Öngöremediğimiz belirsiz bir geleceğin seçeneklerini, olumlu bir bakış ile ele almanın faydalı olacağını düşünüyorum. Umut, gelecek için moral veren bir duygudur ve pozitif duygusal çağrışımlar yaratır. Belirsizliği yönetmek için, işlerin iyi gideceğini düşünmenin ve bu durumla baş etmede kendinizde güç bulacağınıza inanmanızın faydalı olacağını inkâr etmemek gerekir.
KAYBIN TANIMI VE VARLIĞA SİRAYETİ
Neredeyse tüm dünya, salgının getirdiği kayıpların içinde sürüklenirken, insanlar bu kayıpların yasını nasıl tutacağını bilemiyor olmanın paniğini yaşıyor. Şimdi tüm bu duyguları varlığa nasıl sirayet etmeli, nasıl düzenlemeli, nasıl baş etmeli? Henüz tam olarak neleri kaybedeceğimizi bilemediğimizi varsayarsak, daha mı iyi hissederiz yoksa bu tekinsizlikle daha mı deprese oluruz? Bunların net cevabını bilmesek de şunu biliyoruz ki farklı nedenlerle olsa da her birimiz zamanın birinde, kayıplar ve yaslar yaşadık. Bu bazen sevdiğimiz birinin ölümü, bazen bir şehirden veya bir kişiden ayrılığımız, bir işe vedamız şeklinde oldu. Tüm bunlarla baş edip hayatımıza kaldığımız yerden devam edebildik. Görünen o ki biyolojik olarak aslında biz böylesi hüzünlü durumlarla baş edebilir bir donanıma sahibiz. Üzüntü de zamanla mutluluk anlarını doğuracak nitelikte doğal sürecini tamamlayacaktır.
“Yani içerde on yıl on beş yıl
Daha da fazlası hatta
Geçirilmez değil, geçirilir
Kararmasın yeter ki
Sol memenin altındaki cevahir.”
Nazım Hikmet Ran
* Klinik Psikolog/Psikoterapist/Araştırmacı