Korona virüsü vesilesiyle devlet-sistem-sınıf denklemi üzerine notlar

Bugün karşı karşıya kalınan durumun aniliği ve aciliyeti, ödevini son güne bırakmış talebenin ruh haliyle davranan sistemin mevcut krizini daha da derinleştirecektir. Salgının önlenmesine dair alınan önlemlerin maliyeti tahsil edilecektir. Bu tahsilat, kapitalizmin “maliyeti toplumsallaştıran kârı özelleştiren” işleyiş mantığına uygun gerçekleşecektir.

Google Haberlere Abone ol

Mehmet Türkay*

Malumdur, virüsün böyle bir aklı yok ama bir biçimde ulaştığı coğrafyalarda yaşayan insanlar düşünüldüğünde, herhangi bir vatandaşın, başbakanlar, devlet başkanları ve ilgili çevrelerin maruz kalma biçimleri dahil, yarattığı ve yaratacağı toplumsal tahribatı ön görmek mümkün değil.

Birçok araştırmacının çabaları ile virüsün seyrine dair bilgiler var, ancak, istatistiğin sağladığı olanaklar dahilinde.

DEVLET BİLGİSİ OLARAK İSTATİSTİK

Bu noktada bir hatırlatmaya ihtiyaç var, o da istatistik olarak bilinen rakamlar üzerine inşa edilmiş alanın, özü itibariyle devletin ürettiği bilgiye dayanmasıdır. Başka bir ifade ile istatistik, İngiliz dilinde state’den türetilmiş statistic’in karşılığıdır ve bu anlamda devlet bilgisi olarak anlaşılmalıdır. Devletin toplum hakkında ürettiği veriler de devlet rasyonalitesi çerçevesinde ölçülebilirlik ve dolayısıyla denetim amacına hizmet edecektir.

Bu aşamada muhalif araştırmacılar açısından kritik olan, söz konusu verilerin gösterdiği, mevcut durumun tasviri ile sınırlı görüntüyü toplumsal bağlamına oturtarak yorumlayabilmektir ki, bu da tüm kısıtlara rağmen gerçekten ne yaşandığının ilk elden en azından ipuçlarına işaret edecektir.

Böyle bir çaba içinde olan araştırmacıların mevcut işleyişe muhalif olanlarının işaret ettiği de meselenin tek başına bir virüs salgını meselesi olmadığı, salgının içinde yaşanılan sistemin kendi rasyoneli içinde anlam kazandığıdır.

Bilindiği üzre salgın, dünya genelinde neoliberal olarak adlandırılan bir döneme denk geldi. Neoliberalizm, toplumsal bir sistem olarak kapitalizmin 1970’lerde girdiği krizi aşmak üzere devreye sokulmuş bir perspektif ve pratiktir.

ASLINA DÖNEN KAPİTALİZM

Neoliberal perspektif ve uygulamalarla esasen kapitalizm aslına dönmüştür. Çünkü, kapitalist işleyişi meşru kılmaya yönelik olarak iktisada giriş ders kitaplarında iktisada dair yapılan tanım; “sonsuz ihtiyaçlar ile kıt kaynaklar” arasında bir denge kurmak olarak ifade edilir ki, bu tanım kendi başına bir krizi ifade etmektedir.

İhtiyaçların sonsuz, kaynakların kıt olduğu böyle bir tanımlama kapitalizmi tanımlayan sosyal Darwinist rasyonelle beraber düşünüldüğünde anlamını bulacaktır. Kıt kaynakları ne kadar çok denetleyebiliyor, mülk edinebiliyorsan o kadar hayatta kalırsın. Bu durum elbette mümkün en yüksek kar hırsıyla davranmak anlamında çalışanların ve doğanın tahrip edilmesini meşrulaştıracak bir işleyişi beraberinde getirecektir. Dolayısıyla daha fazla kar getiren faaliyetler sistemin işleyiş rasyoneline uygun olarak öne çıkacaktır.

Bu durum kapitalizmin tarihinin bütün süreçlerinde izlenebilir.

ADRESE TESLİM VİRÜS

Bugün karşı karşıya kalınan durumun aniliği ve aciliyeti, ödevini son güne bırakmış talebenin ruh haliyle davranan sistemin mevcut krizini daha da derinleştirecektir. Salgının önlenmesine dair alınan önlemlerin maliyeti tahsil edilecektir. Bu tahsilat, kapitalizmin “maliyeti toplumsallaştıran kârı özelleştiren” işleyiş mantığına uygun gerçekleşecektir.

Aslında bu tasarruf hükümetin aldığı ilk tedbirlerle hayata geçirilmeye başlanmıştır. Sermaye lehine önlemler alınmış ve alınmaya devam ederken en geniş haliyle tüm işçiler çalışmak zorunda bırakılmıştır ve salgına maruz kalmaktadır.

Salgına maruz kalanların sosyolojik tablosu açıklanan verilerden görünememektedir. Bu veriler görünür hale geldiğinde “virüs adres sormaz ki” algısı neredeyse “adrese teslim” ile yer değiştirecektir. Çünkü kapitalizmin Türkiye’deki işleyişi asgari kapitalist rasyonalitenin uzağında çalışmaktadır.

KAPİTALİZM: HASTALIK ÜRETEN BİR SİSTEM

Dini muhafazakarlığın, geleneksel muhafazakarlık ve ırkçı milliyetçilikle harmanlandığı bu işleyiş nepotizmin asli örneğidir. Elbette bu durum, kapitalist rasyonele yakın zamanda ulaşmış olan Türkiye Sanayici ve İşinsanları Derneği (TÜSİAD) ile ilişkiler açısından da geçerlidir. Başlangıçta AKP’nin verdiği “demokratik” görüntüye esas olarak kendi varoluşlarıyla ilgili kaygılar nedeniyle destek veren TÜSİAD çevresi, süreç içinde, AKP’nin kendi sermayesini yaratmasıyla iktidara mahkûm hale gelmiştir.

Salgın öncesi hükümetle ilişkilerinde dikkatli davranan TÜSİAD, salgının yarattığı tahribat koşullarında yeniden pozisyon almaya çalışmaktadır. Devlet-sistem-sınıf denklemindeki kısa uzun dönem kabulleri ve/veya projeksiyonları salgın koşullarında doğrudan sistemin tahkimatına yönelmiş ve bu süreçteki tasarruflar bu anlamda sermayenin ihtiyaçlarına cevap vermektedir.

Böyle bir tasarruf, kapitalizme dair tasavvurların netleşmesini de sağlayacaktır. Kapitalizm, patolojik (hastalıklı), değil patojenik (hastalık üreten), bir işleyişe sahiptir.

Elbette buradaki mesele salgının nasıl bir toplumsal sistemle karşılandığına ilişkindir. Bu konuda Ahmet Haşim Köse’nin Meğer kapitalizm için söylenen her şey doğruymuş… başlıklı yazısına yeniden bakılabilir.

*Prof. Dr., Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi (E.)