Keşke korona virüsü salgını hiç olmasaydı

Salgının ülkemizdeki boyutu konusunda çok endişeliyim. Özellikle daha çok başında olduğumuzu düşündüğüm bu salgının kontrol altına alındığına dair, özellikle de bayram ertesi normal hayata dönülebileceği konusundaki açıklamalar endişelerimi daha da artırıyor.

Google Haberlere Abone ol

Ergin Koçyıldırım* @kocyildirim

Bu makaleyi yazarken dünyada tanısı doğrulanmış Covid-19 hasta sayısı 2 milyon yedi yüz bini geçti. Hayatını kaybedenlerin sayısı ise iki yüz bine dayanmış durumda. 10 Mart’ı 11 Mart’a bağlayan gece ülkemizdeki ilk korona virüs vakası açıklandığında, paylaşılan bilgiler o kadar azdı ki Twitter üzerinden 280 karaktere sığdırılarak toplam vaka sayısı dışında hiçbir veri paylaşılmıyordu. Keşke salgın sebebiyle kimse hayatını kaybetmeseydi. Ölüm haberleri geldikçe Sağlık bakanının “tweet”lerinde bu sefer yeni hasta ve ölen vatandaşlarımızın sayısını görmeye başladık. İlk vakanın açıklanmasının üzerinden 44 gün geçmişken, Sağlık Bakanlığı, verileri paylaşma konusunda hâlâ çok korumacı davranıyor. Ülkemizde tanı konmuş hasta sayısı 44 günde 100 bini geçmiş, hayatını kaybedenlerin sayısı da 2 bin 500’e yaklaşırken, salgının hâlâ neresinde olduğumuzu bilmiyoruz. Genel karantina tedbirleri tam olarak alınmadığı için bir tahmin yapmamız mümkün olamıyor. Zaman zaman bilimsellikten uzak yaklaşımlarla, mesela dünyada benzeri hiç görülmemiş hafta sonu sokağa çıkma yasakları ile tedbirler alınmaya çalışılıyor. Bilim Kurulu çoğu zaman salgın yönetiminde karar alıcı merci olarak ileri sürülürken, konu eğer siyasi iradeyi ve hükümeti ilgilendiren bir durum ise, sadece öneri yapan ikincil bir merci durumuna düşürülüyor. Bilim Kurulu'nun bir tedavi biçimi ya da ilaç konusunda öneri yapması ne kadar doğalsa ve kabul edilebilirse, genel karantina tedbirlerinin nasıl olacağını önermesi de bir o kadar doğaldır ve kabul edilebilmelidir.

KEŞKE BELEDİYELER BAĞIŞ TOPLAYABİLSEYDİ

Ülkemizde salgın yönetimi bilimsellikten uzak, daha çok siyasi idarenin ekseni etrafında dönüyor. Öyle ki salgın esnasında belediyeler, mahalle mahalle ihtiyacı olan halka her konuda yardım elini uzatırken, buna kaynak yaratmak için de bağış toplarken; her şeyi tek başına idare etmeye çalışan hükümet, bu yetkilerini belediyelerin elinden aldı. Buna karşılık kendi kampanyasını açarak, halkı sadece bu kampanyaya katılmak konusunda teşvik etti. Şu anda 1 milyar 832 milyon lira para toplanan kampanyaya kişiler, kuruluşlar ve şirketler cömertçe bağış yaparken, en fazla bağış yapan bir kurum dikkatlerden kaçmamalı. 100 milyon Türk Lirası bağış ile en fazla bağış yapan kurum Merkez Bankası oldu. Merkez Bankası tarihinde dünyada ikinci bir örneği olmayan bu durum çok enteresan. Merkez Bankası'nın para piyasalarına ya da hazineye para aktarma mekanizmaları bellidir. Devlet tahvili, hazine bonosu, döviz alıp satarak para arzını ayarlamakla yükümlü para otoritesidir Merkez Bankası. Bankacılık ve finans sistemi içinde olası en kötü senaryo durumlarında ise son çare olarak başvurulabilecek  başat borç verendir ki buna “lender of last resort” denir. Tanımı ve tasarımı gereği Merkez Bankası bağış yapamaz. Belediyelerin bağış toplayamadığı bir mecrada ülkemizin Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın bağış yapması çok trajikomik bir durum.

KEŞKE BAŞKALARININ BAŞARISIZLIKLARI KENDİ BAŞARIMIZ GİBİ GÖSTERİLMESEYDİ

Ülkemizde vaka sayısı hızla artarken, bir sevindirici durum da diğer bütün ülkelerden farklı olan ölüm sayılarının az olması. Hükümet bunu sebebini ülkemizin sağlık kurumlarının ne kadar mükemmel olduğunu söyleyerek açıklamaya çalışıyor. Bir de diğer Avrupa ülkelerinin ve Amerika’nın sağlık kurumlarının yetersizliğinden, pandemi yönetimindeki hatalarından bahsediliyor. Tek tek bu ülkelerle kıyaslama yapılarak ülkemizde salgının kontrol altında olduğu söyleniyor. Salgının tepe noktasından geçmiş, virüs bulaşma hızının birin altına düştüğü ülkelerde bile salgının kontrol altına alındığına dair bu cesur açıklamalar yapılamazken, bu kadar sınırlı verilerin paylaşıldığı, genel karantina tedbirlerinin alınmadığı ülkemizde bayram ertesi normal hayata dönülebileceğinden bahsediliyor. Veri paylaşımındaki şeffaflık sağlanmadıkça halkımızın kafasındaki soru işaretleri kaybolacağa benzemiyor. Eleştirilen bu ülkelerde âdeta mahalle mahalle durumla ilgili rakamlar paylaşılırken, bizim salgının hangi yaşı ne kadar etkilediğini, kentler arası farklılıkları ve daha birçok detayı görmemiz hâlâ engelleniyor. Salgın durumları vatandaşların devletlerine olan güveni hissedip gösterebilecekleri dönemlerdir. Ülkemizde eğer bir güven eksikliği varsa da, bunun tazelenip yeniden yaratılabilmesi için bu tür dönemler ideal fırsatlardır. Keşke daha çok veri ve bilgi paylaşılsa, güvenimizi sağlayacak, artıracak adımlar atılsa.

KEŞKE ADALET HERKES İÇİN EŞİT ÇALIŞSAYDI

Yargı reformundan yaklaşık 90 bin kişi faydalandı. Mafya liderleri ve diğer azılı katiller dışarı çıkmışken; gazeteciler, düşünce suçluları ve siyasi suçlular bu yasadan yararlanamadı. Keşke ev hapisleri, şartlı tahliyeler ya da başka çözümlerle daha fazla tutuklu ve hükümlü bu yasadan faydalansaydı. Eğer bu reformun yapılmasında salgının da rolü varsa, risk faktörü olan birçok tutuklu ve hükümlü hâlâ demir parmaklıklar ardında. Hapishanelerde Covid-19 tanısı konmuşların sayısı süratle artıyor ve ölüm haberleri geliyor. Gerekli önlemler bir an evvel alınmalı. Bununla birlikte bu yasadan faydalananların dışarı çıkar çıkmaz tekrar suça karıştıkları hatta cinayet işledikleri haberleri gelmeye başladı. Kadına şiddetin, evde kalınan bu günlerde hatırı sayılır bir hızda artması, mart ayının son 20 gününde ev içi şiddetin artmasıyla birlikte hayatını kaybeden kadın sayısının 20 olması çok üzücü ve endişe verici.

KEŞKE TERCÜMELER DOĞRU YAPILSAYDI

Sağlık Bakanı son basın toplantısında hastaların kodlanmasıyla ilgili bir soruya, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) önerdiği iki kodla ilgili açıklamalar yaparak cevap verdi. Testin yapıldığı ve yapılmadığı ülkelere göre farklı kod kullanımının önerildiğini söyledi. Halbuki DSÖ’nün orijinal metninde, kod kullanımı duyurusundaki “where”kelimesi PCR testi yapılmayan yerler, ülkeler değil; "durumlar" anlamında kullanılmış. Bu metne göre test sonucu henüz gelmemiş ya da yetersiz olduğu durumlarda Covid-19 tanısının konulabileceğini ve bu vakaların ayrı bir kod ile şüpheli Covid-19 olarak nitelendirilmesini istiyor. Öyle ki, New York’ta bu sebeple bir gecede daha önce Covid-19 olarak rapor edilmemiş ama hayatını kaybetmiş bütün vakalar ölüm sayılarına eklendi. Sağlık Bakanı’na bu hatalı tercümeyi yaparak yanlış bilgi vermesine sebep olan danışmanların varlığı çok endişe verici. Son olarak Silifke’den gelen ölüm haberine göre de, hayatını korona virüsü sebebiyle kaybeden doktorun test sonucunun negatif çıkmasına rağmen Covid-19 bulguları olduğu ve tedavisinin başlandığı ancak Covid-19 komplikasyonları sonucu hayatını kaybettiği bildirildi. Korona virüsü şüphesi ve tanısı olduğu halde, testi negatif geldiği için ölüm raporuna doğal ölüm ve zatürree yazılması bu konuda hâlâ birçok hastanın istatistiklere girmediğini gösteriyor.

KEŞKE HERKES ÖZGÜR OLSA, RAHATÇA DÜŞÜNCESİNİ İFADE EDEBİLSEYDİ

Salgınla ilgili takdir edilecek en büyük konu ülkemizin sağlık çalışanlarının, geçmişte de her dönemde olduğu gibi fedakârca, cefakârca canları pahasına bütün yükü sırtlanmalarıdır. Çok uzun yıllardır sağlık sisteminin kamburu durumuna gelmiş sağlık çalışanlarına şiddet yasasının görüşülmesi önce reddedildi, ancak içinden geçilen durumun hassasiyeti ve sağlık çalışanlarının yoğun tepkisi üzerine ertesi gün, hızlıca mecliste kabul edildi. Bununla birlikte salgının daha ilk günlerinde birçok doktor, konu ile kişisel yorumlarını paylaştıkları için zorla özür dilemek zorunda bırakıldılar. Bu erken gözdağı sebebiyle, salgın yönetiminin eleştirilmesinin önü kapatıldı. Türkiye’deki siyasal sistem, ülkenin  doktorlarının ve bilim insanlarının düşünce ve ifade özgürlüğünü önemli ölçüde kısıtladığı için, benim gibi yurtdışında yaşayan hekimler ve bilim insanları sürece dahil olmaya çalışarak çok önemli bir işlevi üstlendiler. Keşke devlet konu ile ilgili tüm toplum kesimlerini sürece dahil etseydi. İşte o zaman, tüm toplum kesimleri çözüme ortak edilmiş olur ve devlete güven artardı. Bir de bu tür kriz anlarında ortaya çıkan ümit tacirlerinin onu kesilmiş olur, toplumun tüm kesimleri bu tür şarlatanlardan korunmuş olurdu,

Salgının ülkemizdeki boyutu konusunda çok endişeliyim. Özellikle daha çok başında olduğumuzu düşündüğüm bu salgının kontrol altına alındığına dair, özellikle de bayram ertesi normal hayata dönülebileceği konusundaki açıklamalar endişelerimi daha da artırıyor. Ülkenin üretim sektörünün çalışmaya devam etmesinin gerekliliği dikte ediliyor. Ekonomik kaygılar sebebiyle halkın sağlığını ön planda tutacak önlemler alınmıyor. Halkın sağlığı, ulusal gurur ve çıkardan daha sonra geliyor. Keşke salgının boyutu ve tehlikesi konusunda hatalı çıksam. Keşke yaptığım bütün öngörüler yanlış olsa. Yanılmış olmayı o kadar çok istiyorum ki. Keşke…

*Pittsburgh Üniversitesi Öğretim Üyesi, Pediyatrik Kalp Cerrahı