Mülteciler için ne yapma(ma)lı?

Mülteciler; turistik ziyaret amaçlı tamamen keyfi bir şekilde kendi istekleri doğrultusunda yerinden yurdundan ayrılan kişiler değildir. Sanırım hiç kimse ailesini, kariyerini, sevdiklerini ve neredeyse tüm yaşamını geride bırakarak, tehlikeli bir yolculuğa çıkmak istemez.

Google Haberlere Abone ol

Cevdet Acu*

Çoğu zaman bir tartışma sürecinde aynı kavramların farklı kişiler tarafından tamamen zıt manalarda kullanıldığına, bazen de farklı kavramların aynı anlama gelecek şekilde ifade edildiğine şahit olduğum için öncelikle üzerinde konuştuğumuz kavramların açıklanması gerekir diye düşünüyorum. Bu bağlamda yazının konusu olan mültecileri, uluslararası hukuktaki tanımına binaen açıklamak gerekirse; vatandaşı olduğu ülke dışında olan “ırkı, dini, tabiiyeti, belirli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncesi nedeniyle haksız yere hapsedilme, işkence, ve hatta öldürülme gibi tehditlerden dolayı” vatandaşı olduğu ülkeye dön(e)meyen kişiler olarak ifade edebiliriz. Ancak, son yıllarda akademide bu tanımın günümüz mülteci krizini açıklamakta yetersiz olduğu ve özellikle iklim krizi çerçevesinde yerinden edilen insanların da bu statü içerisinde değerlendirilmesi gerektiğine dair haklı eleştiriler görmek mümkündür. Dolayısıyla kavramın muhtevası konusundaki tartışmalar devam ettiği için mülteci nedir diye tanımlamak, mülteci ne değildir diye tanımlamaktan daha zordur. O yüzden altını çizerek bir de mültecinin ne olmadığını ifade etmek belki konunun anlaşılırlığı açısından daha rahat olacaktır. Sonda söyleyeceğimi baştan söylemek gerekirse, mülteciler; turistik ziyaret amaçlı tamamen keyfi bir şekilde kendi istekleri doğrultusunda yerinden yurdundan ayrılan kişiler değildir. Sanırım hiç kimse ailesini, kariyerini, sevdiklerini ve neredeyse tüm yaşamını geride bırakarak, tehlikeli bir yolculuğa çıkmak istemez. Bu bağlamda, dünya edebiyatına damga vurmuş Yaşar Kemal’in veciz ifadesiyle: “Bir insanı yurdundan koparmak, o insani yüreğinden koparmaktan daha çok acı verir.”

Sadece Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) verilerine baktığımızda bile zorla yerinden edilen göçmenler konusunun ve bu bağlamda ona yönelik üretilecek olan çözüm önerilerinin ne kadar önemli olduğunu anlayabiliriz. 23 Nisan 2020 BMMYK verilerine göre; dünyada 70,8 milyon yerinden edilen göçmen var. Bir diğer ifadeyle zorla yerinden edilenler bir ülke oluşturmak istese bugün dünyada en kalabalık yirminci ülke olarak yerini almış olacaktır. Yine BMMYK verilerine göre son yıllarda artan çatışma ve şiddet olaylarından dolayı dünyada her iki saniyede bir, bir kişi zorla yerinden ediliyor. Üstte belirtilen 70,8 milyon zorla yerinden edilen kişinin, 25,9 milyonunu mülteciler oluşturmaktadır. 2011’den bu yana yeryüzünde bitmek bilmeyen çatışma ve savaş hallerinden dolayı kadar mülteci sayısı kademeli olarak artmaya devam etmektedir. Dolayısıyla bu konu için üretilecek en ufak bir çözüm önerisi bile değerlidir diye düşünüyorum. Bu bağlamda çözüm önerilerini her biri diğeriyle bağlantılı dört ayrı ana başlık altında toplamak mümkün.

DEVLETİN SORUMLULUĞU

En başta ilgili her devlet hem ulusal hem de uluslararası arenada asgari bir çaba göstererek her daim barıştan, çatışmasızlıktan ve doğa yanlısı (ekolojik) politikalardan yana tavır alarak insanların zorla yerinden edilme nedenlerini azaltmalıdır. Devlet toplum içerisinde çatışma ihtimalinin olduğu bir yerde aniden barış yanlısı sosyo-ekonomik politikalarla veya ilgili kişilerle etkin müzakereler yürüterek çatışma halinin büyümesine engel olmalıdır. Özellikle son yıllarda artan mülteci sayısıyla paralel bir şekilde artmaya devam eden mülteci karşıtı devlet politikaları yerine, sorunun kaynağına inerek insanların zorla yerinden edilme nedenlerini ortadan kaldırmak tüm insanlık için daha hayırlı sonuçlar verecektir diye düşünüyorum. Bu şekilde insanlık her defasında tarihe kara bir leke olarak geçen, son derece şovenist takıntılarla düzenlenen mülteci karşıtı protestolarla daha az karşılaşmış olacaktır. Tüm bunlara ek olarak, yazının başında belirtilen nedenlerden dolayı yerinden yurdundan göç etmek zorunda kalan insanları barındıran her ülke, mültecilerin gereksinimlerini evrensel insan hakları hukuk kaidelerine uygun olarak yürütmeli ve bu şekilde mültecilerin toplumsal hayata entegrasyonunu kolaylaştırmalıdır.

SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI (STK)

Birleşmiş Milletler kurumları dahil olmak üzere mültecilerin maruz kaldığı zor şartları kolaylaştırmak için faaliyet yürüten tüm ulusal ve uluslararası kuruluşların ilk görevi mülteciler için insanca yaşam alanının oluşturulması olmalıdır. Bu STK’ler, ilgili kurum ve kuruluşlarla etkin bir koordinasyon sağlayarak, çalışabilecek statüde olan mülteci ve yerel halkın mesleki becerilerini geliştirebilecek programların düzenlenmesinde öncü rol oynamalıdır. Bu girişim, hem yerel halk ve mülteciler arasındaki toplumsal birlikteliği güçlendirerek mültecilere karşı olması muhtemel nefret suçlarını minimum bir seviyeye düşürecek, hem de ihtiyaç sahibi insanların işgücü piyasasında daha rahat iş bulmasına yardımcı olacaktır. Buna ek olarak, girişimci mültecilerin kendi iş yerlerini kurma sürecinde ve sonrasında karşılaşabilecekleri sorunları azaltmak için ilgili bir komisyon kurularak, bu insanlara ücretsiz rehberlik hizmeti verilmelidir. İlgili STK’ler, çalışamayacak durumda olan özellikle yaşlı, engelli, ve kimsesiz mülteci çocukların insani bir hayat sürmesi için gerekli olan ayni ve nakdi yardımı sağlamalıdır. Son olarak, mültecilerin gündelik hayatta karşılaşabileceği temel sorunları azaltmak için kurulmuş olan sivil toplum kuruluşlarının asıl görevi/gayesi, yüksek maaşlarla kendi bünyesindeki insanlara istihdam imkânı tanımak değil, doğrudan mültecilerin kendisi olmalıdır.

MEDYA

Mülteci ve göçmenlerle ilgili medya içeriği oluştururken, mültecilere ait olmayan bilgilerle (denizde nargile içen insan fotoğrafları gibi) mültecileri hedef gösterip toplum içinde kaos oluşmasına neden olmak yerine, yerel halk ve mülteciler arasında toplumsal entegrasyonun geliştirilmesinde katkıda bulunmak medya kuruluşlarının ve çalışanlarının temel sorumluluklarından birisi olmalıdır. Medya çalışanları, algı operasyonları ile mülteciler ve göçmenler hakkında olumsuz duygular uyandırabilecek ırkçı ve ayrımcı söylemler yerine objektif habercilik yapmalıdır. Buna ek olarak medya çalışanları, mültecilerin içinde bulundukları yaşam koşullarının olumsuzluğunu dile getirirken medya etiği ve insanlık onuru adına kişileri rencide etmemelidir. Kitlesel medya, mülteci krizi konusunda kulaktan dolma asılsız haberlerle insanların gündemini doldurmak yerine, ilgili alanda uzman araştırmacı ve akademisyenlerle yapılacak görüşmelerle halkı bilgilendirmeye çalışmalıdır. Son olarak medya kuruluşları, toplum içerisinde en korunaksız durumda olan gruplardan birisi olan mültecileri belli dönemlerde ziyaret ederek onların toplum içerisinde yaşadıkları sorunları dillendirmesine ve bunun medyada görünür kılmasına yardımcı olmalıdır.

MÜLTECİ KAMPLARINDAKİ MARKET SAHİPLERİ

Bu kısmı doktora çalışmam için yaptığım saha çalışmalarında edindiğim bilgi ve gözleme dayanarak belirtmek istiyorum. Hem Türkiye’de hem de Ürdün’deki kamplarda gözlemlediğim kadarıyla, genellikle devletten ihale usulüyle alınan kamp market işletmeciliğindeki temel anlayış yerinden edilen bu insanların hayatını nasıl kolaylaştırabiliriz değil, bu insanlar üzerinden nasıl ekonomik bir fayda sağlarız olsa gerek. İlk sorun kamp içerisinde genellikle sınırlı sayıda market var. Bu durum bize korona virüsü gibi bir salgın durumunda kamptaki insanların saatlerce market önünde veya içinde sıralarda beklemek zorunda kaldıklarını gösterdi. Ancak bundan çok daha önemli bir sorun kamp içerisinde yer alan marketlerdeki ürün çeşitliliğinin eksikliği ve fahiş fiyat uygulamasıdır. Şehir merkezindeki marketlerde olan ürünün aynısı kamptaki marketlerde iki veya üç kat (bazı ürünlerde bu oran daha yüksek) daha fazla fiyattan satılmaktadır. Bu yazıyı okuyanlardan bazıları, bu uygulamanın yeni olmadığını düşünüp, Türkiye’de her bir felaket sonrasında neo-liberal piyasa kuralları çerçevesinde vicdanını kaybetmiş bazı “insan(cık)ların” takındığı tutumları dillendirebilir. Özellikle 24 Ocak 2020 tarihinde Elâzığ’da gerçeklesen 6.8 şiddetindeki deprem sonrasında, bu durumu kendi lehine çevirmeye çalışan kapitalist sistemin küçük neferlerini ben de unutmuş değilim, ancak her defasında yapılan her işin ahlaki çerçeve içerisinde yapılması gerektiğini hatırlatmakta fayda var diye düşünüyorum.

Son olarak daha somut anlamda bir birey olarak her birimiz özellikle korona kriziyle birlikte yoksulluk ve yoksunlukları daha fazla derinleşen mültecilerin temel gereksinimlerini tedarik etmede yardımcı olabiliriz. En basitinden, mültecilerin olduğu bölgede yaşayanlar için önerim, markete gittiğinizde aldığınız temel besin ürünlerinden bir paket daha fazla alarak bunu ihtiyaç sahibi olanlara teslim edebilirsiniz. Şayet ekonomik anlamda ekstra bir paket ürün alabilecek durumunuz yoksa sizden ricam en azından mültecilere yönelik nefret suçunun bir parçası olmayın veya bu suçu işleyenleri tolere etmeyin. Dünyanın nefrete değil daha çok saygı ve sevgiye ihtiyacı var. Sıfır maliyetli küçük ama içten bir tebessüm bile bazen her şeyi değiştirebilir.

Kaynakça:

Hartmann, B. (2010). Rethinking climate refugees and climate conflict: Rhetoric, reality and the politics of policy discourse. Journal of International Development: The Journal of the Development Studies Association, 22(2), 233-246.

Kemal, Yaşar. (2016). Bir Ada Hikayesi: Karıncanın Su İçtiği, Yapı Kredi Yayınları.

Are refugee numbers the highest ever?, (2020, 23 Nisan), 

Figures at a Glance, (2020, 23 Nisan)

The 1951 Refugee Convention, (2020, 23 Nisan)

Fotoğrafın denizde nargile içen bir Suriyeliyi gösterdiği iddiası, (2019, 24 Temmuz),

Deprem sonrası Elazığ'da kira fiyatları iki katına çıktı (2020, 31 Ocak)

*Doktora öğrencisi, Exeter Üniversitesi Ekonomi bölümü