Korona devleti*
Önümüzde temel haklarımız kısıtlanmış halde ekonomide ekonomik bir yeni kriz görünmektedir. Peki demokrasimiz şu anda gerçekten risk altında mıdır? Felsefi bir bakış açısı sunmaya çalışacağız.
Halis Yıldırım** - Oskar Fischer***
Eğer tüm dünya alışagelmiş günlük yaşamdan feragat etmeye zorlanıyorsa, felsefe görüşünü elbette açıklamalıdır.
İtalya’da pandeminin başlangıcında Giorgio Agamben’in bir yazısı hararetli bir tartışmanın fitilini ateşledi. Agamben bu tartışmada özgürlüğün kısıtlanması için ‘epideminin uydurulduğu’ iddiasını ortaya attı. Yazısında sokağa çıkma yasağı, etkinliklerin iptali, kamusal binaların kapatılması, seyahat özgürlüklerinin kısıtlanması, bu kuralların uygulanması ve kontrolü için alınan önlemleri sıraladı. Terörizm gibi olağanüstü hal nedenlerinin artık ‘tüketilmesinden’ dolayı manasızlaştığı iddiasını da ortaya atmıştır.
Bu görüşünü misafir yorumcu olarak Neuen Zürcher Zeitung (NZZ)‘da da yineleyen Agamben burada bir uydurmadan ziyade artık bir epidemiden söz ediyor! Tabii ki temel görüşünü savunmaya devam ediyor: "Örtüsüz Yaşam (Çıplak Hayat) ve onu kaybetme kaygısı insanları birleştiren bir şeyden ziyade, onları birbirinden ayıran, körleştiren bir şeydir. Sürekli olağanüstü hallerde yaşamayı kabullenen bir toplum özgür bir toplum değildir. Aslında, sözde güvenlik nedenleriyle özgürlüğü feda eden ve kendisini sürekli korku ve güvensizlik içinde yaşamaya mahkum eden bir toplumda yaşıyoruz." Agamben'in bahsettiği ‘militarizasyon, demokratik hakların bastırılması, Avrupa hükümetlerindeki bonapartist eğilimler’ gibi tehlikelerin çoğu gerçektir.
Tartışmanın merkezine Walter Benjamin’in çok bilinen bir sözünü alalım: "Ezilenlerin geleneği bize içinde yaşadığımız olağanüstü halin bir kural olduğunu öğretir." (1)
Giorgio Agamben ve Jean-Luc Nancy, tartışmalardaki pozisyon tanımlamalarını da aynı şekilde Benjamin mantığına dayandırır. Agamben bir yandan olağanüstü halin kendisinin normalleştiğini ve insanların sosyal bağlarından koparılmış bir örtüsüz yaşama indirgendiğini vurgularken; diğer yandan Nancy buna cevaben devletçi adımların gerekçelerinin şu ana kadar virüse karşı bir aşının bulunamamasında yattığını söylemektedir.
PEKİ NEREDE BU EZİLENLER
Lakin iki düşünür de şu soru üzerine kafa yormuyor: Ezilenlerin her zaman bilincinde olduğu genişletilmiş olağanüstü hal devleti, neden toplumun tamamı için kural haline geliyor? Bu bakımdan Agamben, olağanüstü hali uygulayan devlet aygıtı ile sosyal bir varlık olarak insanı örtüsüz yaşama indirgeyerek yan yana getirmiş oluyor. Bu karşılaştırma sayesinde güçlü devlet aygıtının kendi önlemlerini ağırlaştırmak için durumu abarttığı bir komplo teorisi ortaya sürülüyor. Devlet ve insan ilişkisinin tesadüfi argümanları devlet karşıtı bir komplo teorisi üretir. Komplo teorileri ise siyaseti objektif dünya düzeninin dışına işaret eden güçlere dayalı bir mantıktan açıklar. Bu güçler toplumsal ilişkilerden fark edilemez ya da kavranılamaz, en fazla muğlak bir tahmine kalabilir. Nihayetinde Agamben devletin gerçek fenomenlerini ve eğilimlerini "irrasyonel" (akıl dışı) olarak nitelendirerek onların açıklanamaz olduklarını ilan eder.
Eğer Benjamin’i ciddiye almak istiyorsak üzerinde durmak istediğimiz soru: Geleneğine bağlı olan ve daimî olağanüstü hal içinde yaşayan bu ezilenler kimlerdir? Agamben olağanüstü halin öznesi olan, İtalya’da ya da başka bir yerde yaşadıklarına dair ezilenler hakkındaki hiçbir şeyi açıklamıyor, onun mefhumu genel bir insan! Buna karşın Benjamin ise işçileri, Yahudiler örneğinde olduğu gibi ulusal ezilenleri tıpkı tarih tezlerinde konu ettiği şekilde bu mefhumla anlamaktadır. Bugün bu anlayışı mülteciler konusunda güncelleyebiliriz. Neden İtalya devleti bugün kendi vatandaşına normalde mültecilere yaklaşımındaki benzerlikte davranıyor? Eğer bu teze başvurmak istiyorsak, evveliyatından bugüne değin "ezilenler kimlerdir" sorusuna cevap bulmamız gerekir.
Bunlar ne ülkedeki "tüm insanlar", ne de örtüsüz yaşama indirgenmiş insanlardır. Bunlar kamplarda yaşayan mülteciler, sokaktaki evsizler, polis zoruna maruz kalan göçmen gençler, evde şiddete uğrayan kadınlar ya da cinsel kimliklerinden ötürü polis kontrolünde ilişkilerini ispatlamak zorunda kalanlardır.
Fakat tüm taşeron olarak veya kötü çalışma şartlarında, bilhassa göçmen işçiler ve kadınlar, çalışanlardan ve şimdi de servis sektöründe işten çıkartılanlar ve temizlik, lojistik ve sağlık çalışanları, dükkanlarda çalışanlar büyük risklere maruz kalıyorlar. Aynı zamanda bunların çalışma şartları ve saatleri hakları da gasp ediliyor. Kâr üretme adına yaşamlarını tehlikeye atan farklı ülkelerdeki bu işçiler, hala sistem için mühim olmadığı halde çalışan fabrikalara gönderilenler ile aynı kişilerdir.
Baskı ve sömürü, korona virüsü vesilesiyle keyfi olarak başlamadı ancak sadece salgın sayesinde daha da şiddetlendi ve virüs mevcut krizleri başka yöntemlerle sürdürmekte. Şayet Devlet gücünü süresiz olarak genişletmek için var olmayan bir tehlikeyi "icat edebilseydi" virüse ihtiyaç duymayabilirdi. Ne de olsa devlet gerçekten sadece keyfi ve gönüllü bir eylem olsaydı, meşruiyetini diğer olaylardan, muhtemelen özgürce icat edilen bir olaydan da sağlayabilirdi. Agamben, terörizmin böyle bir amaç için kendini tükettiğini iddia ediyor. Devlet tehlikeleri bile icat edebildiği halde neden bu terörizm aniden tükenmiş olsun? Bu argüman sadece kendi içinde sonuçsuz görünmekle kalmaz aynı zamanda devletin muhtevasına dair çözülmemiş sorunu da ifade etmekte.
VE DEVLETİN MUHTEVASI NEDİR?
Agamben'in teorisinde, sosyal ilişkiler arasında bu kadar bağımsız hareket edebilen devlet, sınıf siyasetinin sonuçları olarak sınıflara, tabanlara, sosyal sektörlere, aracı bürokrasilere veya Bonapartizm eğilimlerine dair açıklamalara ihtiyaç duymaz. İktidarı yataylaştırmaya çalışan ve devleti toplumdaki bir otorite aygıtı olarak özel rolüyle inkar eden Foucault'un yaklaşımı, Devleti sosyal ilişkilerinde açıklamayan Agamben'in fikirlerinde devam etmekte.
Devlet asgariyeten toplumda ezilenlere karşı belirli baskı ve kontrol görevlerini uygulamakla yükümlüdür. Bu nedenle Benjamin, ezilenlerin bu olağanüstü durumu daimi olarak bildiğini söylüyor. Ancak Agamben'in düşüncelerindeki daimilik ise, Benjamin'e göre olağanüstü hal sorunu üzerine ezilenlerin bakış açısını görmezden gelmesidir (2). Aslında, bazı tarihsel durumlarda, devlet Bonapartist bir şekil alır; ancak bu, komplo teorisi ve varsayımın ötesinde, toplumdaki sınıfların güç ilişkileri ile açıklanabilir. Bir "savaş ekonomisinde" devlet geçici olarak sınıfların üzerine çıkabilir, kapitalistleri mülksüzleştirebilir ve şu anda İspanyol devletinde ve sınırlı bir ölçüde Amerika Birleşik Devletleri'nde gördüğümüz gibi, toplam sermayeyi dış rekabetten kurtarmak için üretimlerinin dönüşümünü zorlayabilir. Bununla birlikte, devletin bu bağımsızlığı, sınıf hâkimiyetinin korunmasında kendi sınırına sahiptir.
Benjamin'in tarih kavramı üzerine VIII. tezini ele alan Agamben, 1990'larda "yasak" kelimesinin etimolojisini Jean-Luc Nancy tarafından araştırıldığını söyleyerek; buna dayanarak her biri egemen tarafından icra edilen "Emir " ve "yasaklama" olmak üzere iki terim kapsadığını söyler (3). Agamben'e göre, bu, Carl Schmitt'in teorisine geçiş olasılığına imkan vermekteydi: "yasak, egemen karakterini ifade eden yasanın temel yapısıdır."(4) Benjamin, Agamben ve Nancy tarafından, ezilenler sorunu görmezden gelinerek Schmitt'in öncülüne indirgenerek çarpıtılmakta.
Agamben'in biyopolitik karamsarlığı, genel olarak krizde iktidarın varlığını eleştirirken, bu iktidarın somut sınıf mücadelelerinden soyutladığı gerçeğine dayanmaktadır. Bununla birlikte, birçok ülkedeki grevler, en son İtalya'daki genel grev, korona virüsünün savaşma biçiminde sınıf çıkarlarının çok somut olduğunu göstermektedir. Mesela, iktidarın soyut eleştirisine yönelik bir kısıtlama yerine, şu soru gündemde olmalıdır: Gerekli sağlık önlemleri demokratik olarak nasıl kontrol edilir? Toplumsal yaşamın devamı için neyin mühim olduğunu ve neyin olmadığını kim belirler? Üretime karar veren kimlerdir? Sağlık sistemi kimin elinde olmalı ve kime hizmet etmelidir?
SON OLARAK: VİRÜSLE KİM SAVAŞIR?
Sonuç olarak bu virüsle savaşacak ve yenecek olan kimler? Bu kişiler kendisini bir özne olarak ifade eden işçi sınıfıdır. Leandro lanfredi, koronayı Agamben ile olan bir tartışmada şu şekil formüle etti:
"Bu açı, fikir birliği içindeki muhalefet, burjuvazinin teknolojik ilerlemesinin sınırları ve çelişkileri, biyo-güç analizlerinde küçümsenir veya göz ardı edilir. Bu da kitlelerin bilinçli eylemlerini sanki mücadele imkansız hale getirir, sanki mücadele çoktan kaybedilmiş gibi." (5)
Bir devletin iktidar tekniklerine indirgenemeyen gerçek korona virüsü tehdidi, Şubat ayının sonundaki tartışmalardan bu yana, Avrupa'nın her yerinde beyan edilmiştir. Yeni virüs ciddi bir tehdittir. Bu yalnızca güvenlik için yaratılmış otoriter bir ihtiyaçtan dolayı değil, sağlık ve sosyal bir düşvardan da kaynaklanmaktadır. Sorulacak soru önlemler alınmasının gerekip gerekmediği değil, hangi sınıfın onları kontrol ettiği ve bu krizi hangi sınıfın ödediği sorularıdır. Aslında, Benjamin'in XI. tezini "tarih kavramı üzerine" okuyan herkes, iş kavramı üzerine sosyal demokrasi ile bir polemikte bu gerçeği görür:
"Gotha Programı, (Sosyal demokrasinin 1875, yazarın notu) (…) emeği; 'tüm zenginliğin ve kültürün kaynağı' diye tanımlar. Kötü bir şeyler sezen Marx buna verdiği yanıtta, emek gücünden başkaca mülkü bulunmayan insanoğlunun 'zorunlu olarak, kendilerini mülk sahibi konumuna getirmiş… öteki insanların kölesi olacağını' söylemiştir. (…) Emeğin ne olduğuna ilişkin bu ilkel-Marksist kavram, işçilerin, bu emeğin ürününü sahiplenemediği sürece, ondan nasıl yararlanabilecekleri sorusu üzerinde fazla durmaz." (6)
Burası sistemin mühim sektörlerinde gerekli çalışmalara ve çalışma koşullarına dair kararın işçilere ait olması gerektiği anlamına gelmekte. Bu nedenle, devlet virüse karşı mücadeleyi açıkça zayıflatan neoliberal sağlık sistemini korumaktadır ve işçilerin kendi çalışmaları üzerinde hiçbir kontrolü yoktur. Politikacılar, örneğin sağlık sektöründeki işçileri alkışlıyor, ancak çalışmaları ticarileştirmiş şekilde taşeron çalıştırmaya devam ediyor. Sağlık sisteminin mühim sektörlerindeki işçileri ise bir yandan etkili önlemleri alarak, bir yandan nüfustaki çoğunluğun çıkarları ve kendi çıkarlarını yerine getirecek önlemleri kontrol etmek zorundadırlar.
Dahası, üretim araçlarının sahipleri olağanüstü halleri kendi kârlarına uygulamak için tam olarak hazır değildirler ve sadece onları ancak yararlandıkları ölçüde yorumlarlar. Birçok şirket hala mühim sektörleri olmamasına rağmen üretimdedirler ya da üretiminin erken başlaması için çalışmalarını yürütmektedirler. Olağanüstü bir durumda bile üretimin başarısızlığı, çok uzun süre tolere etmek istemedikleri bir şeydir ve burada da sınıfların ulusal birliği kırılgandır.
İşçiler neden kapitalistlerin karı için sağlıklarını riske atmalıdırlar?
Bu sorunun cevabı açık ve genelleştirilmiş haliyle; işçilerin kontrolü veya militarizasyonu arasındaki seçimdir.
1- Walter Benjamin, Gesammelte Werke 1, s. 693–704, Suhrkamp, 1991.
2- Giorgio Agamben, Potentialities, S. 162, Stanford University Press, 1999.
3- Türkçeye Moğolcadan gelme olan yasak kelimesi de hem yasa hem de yasak anlamlarıyla Almanca’daki Verbot kelimesiyle aynı bir etimolojik anlamı barındırır. Lakin bu kelime Dil Dönüşümü döneminde men etme ve yasak anlamından farklı yazımla "kanun" anlamında kullanılır oldu.
4- Bkz.: Giorgio Agamben: Ausnahmezustand – Homo sacer II.1. Aus dem Italienischen von Ulrich Müller-Schöll, Suhrkamp, 2004.
5- Leandro Lanfredi, Coronavírus, Leviatã e hegemonia – apontamentos iniciais, Ideias de Esquerda vom 15. März 2020, online: www.esquerdadiario.com.br/Coronavirus-Leviata-e-hegemonia-apontamentos-iniciais
6- Walter Benjamin, Gesammelte Werke, S. 699, Suhrkamp, 1991.
**LMU Münih Üniversitesi’nde felsefe doktorası yapmıştır. Bu alandaki çalışmalarını sürdürüyor. Hegel, Gramsci ve Benjamin’de tarih anlayışı ve Ermeni soykırımı konuları ile ilgileniyor.
***Münih LMU Üniversitesi, Sosyoloji
*Bu yazı ilk olarak Der Freitag'da yayınlanmıştır.