Medya ve simüle dünyalar…

Politik, dini, ekonomik ya da farklı nedenlerle, medya kuruluşlarının yaptığı haber servislerinin, bazen de yapmadığı yayınların, kamuoyunda her grubun kendi okur ve takipçi çevresinde bir simüle dünya yarattığını söyleyebiliriz. Oluşan ve oluşturulan bu yeni dünyalarda herkes inanmak, duymak ve kendini görmek istediği yerde olmakta, bunun gerçekte karşılığını sorgulamadan bu dünyalarda yaşamaktadır.

Google Haberlere Abone ol

İsmail Aydoğdu*

İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır…

İsmet Özel

İçinde yaşadığımız dönem ve çağın toplumsal yapı ve ilişkiler bağlamında birbirinden farklı kavramlarla adlandırıldığına şahit olunmaktadır. Her araştırmacı ve teorisyenin çalışmasının ve içinde bulunduğu toplumsal ilişkiler ağının da etkisi ile yaptığı bu adlandırmalara her gün yenileri eklenmektedir. Bu adlandırmalardan biri de Fransız sosyal bilimcilerden ve en dikkat çekenlerden biri olan Jean Baudrillard’a aittir. Toplumsal hayatın birçok alanı ile ilgili çalışmaları olan ve son yüzyılın en etkili düşünürlerinden biri olarak kabul edilen Baudrillard’ın kendisiyle özdeşleşen adlandırması/kuramı simülasyon ve simülakr’dır. Baudrillard’a göre simülasyon gerçeğin verilerine sahip olan ama gerçek olmayan şeydir, simülakrı ise, bir gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünüm olarak tanımlar. Simülasyonun gerçek olanla bağı, gerçek olmadığı halde gerçeğe işaret etmesi, ona göndermede bulunmasıdır. Buna karşın simülakr, gerçek ile herhangi bir bağ kurmaksızın gerçekmiş gibi olmaya çalışan şeydir. Sağlık, ulaşım vb. birçok alanda kullanılan simülasyonlara rastlanmaktadır. Deprem simülasyon aracı, gerçekte deprem olmadığı halde insana yaşattığı duygunun sonucu olarak depreme atıf yapar ve onu çağrıştırır. Yine ona göre Disneyland kusursuz bir simülakrdır. Onun bir de kullandığı hiper-gerçeklik kavramı bu çerçevede önem taşımaktadır, hiper-gerçeklik ise kısaca gerçek ve kurgu arasındaki sınırın belirsizleşmesidir. Sahip olunmayan şeye sahipmiş gibi anlamında kullanılan simüle etmek sözcüğü günümüz toplumlarının gerçeklikle kurdukları ilişkiyi açıklamak için oldukça kullanışlıdır. Tüketimden eğlenceye, dini tecrübeden sosyal ilişkilere günümüz insanı aslında olmayanı mış gibi yapmaktadır.

Ortaya çıkışı, haber, bilgi vermek olan televizyon ve yayınlarının günümüzde tüketim, eğlence ve ideolojik vb. saiklerle bırakın bu işlevi yerine getirmesini mış gibi yaparak gerçeğin geniş kitlelere ulaşmasını engellemek ve onun yerine olmayanı varmış gibi sunarak kamuoyunu maniple etmektedir. Günümüzde medya organları farklı nedenlere dayanarak, bazen ideolojik, bazen ekonomik, bazen de politik endişelerden, gerçeği ters yüz edip halka sunmakta, halkın haber ve doğru bilgi almasını engellemektedir. Marx’ın alt yapıyı kontrol edenlerin üst yapıyı belirlediği savından hareketle, medya ve haber ağlarına sahip olanların ideoloji, kültür, sanat ve din gibi gündelik yaşamın vazgeçilmez etkinlik alanlarını belirlediği, bu belirlemenin bir tür yanlış bilinç ürettiği aşikârdır. Kendi çıkar ve menfaatlerinin devamı için sürdürdükleri bu döngünün yine gündelik hayatta geniş halk kesimleri arasında onarılması zor kırılmalara neden olduğu kolaylıkla gözlenebilir.

Politik, dini, ekonomik ya da farklı nedenlerle, medya kuruluşlarının yaptığı haber servislerinin, bazen de yapmadığı yayınların, kamuoyunda her grubun kendi okur ve takipçi çevresinde bir simüle dünya yarattığını söyleyebiliriz. Oluşan ve oluşturulan bu yeni dünyalarda herkes inanmak, duymak ve kendini görmek istediği yerde olmakta, bunun gerçekte karşılığını sorgulamadan bu dünyalarda yaşamaktadır. Aynı ülke ve toplum içerisinde birbirinden farklı ve habersiz simüle dünyalar meydana gelmekte, ideolojinin insan bilincini sarmalayıp, her türlü farklılığı yadsımasına benzer şekilde her grup karşıdakini yanıltılmış, kandırılmış olarak addetmektedir.

Aynı konu ve olaylar etrafında, birbirinden çok farklı anlamlandırmalara şahit olunmaktadır, tartışmada yer alan tarafların aynı ülkeyi bırakın aynı dünyada yaşadıklarına bile inanmakta zorlanıyor insan. Herkes kendince bir gerçeklik algısı kurmakta ve karşı tarafı hurafelerle suçlamaktadır. Medyanın inşa ettiği bu yanlış bilinç ya da simüle dünyalarda gerçek ve kurgu iç içe geçerek hangisinin ne olduğu anlaşılamaz bir hal almaktadır. Baudrillard’ın ifadesiyle gerçeklik ortadan kalkmakta ve onun yerini simülasyonlar almaktadır. Simülasyonların gerçekliğe kısa devre yaptırarak onu yeniden ve kendince yarattığını bu yüzden günümüzde gerçeği aramanın anlamsız olduğunu, çünkü artık gerçeğin yerini alan sayısız simülasyonlar arasında onu bulmanın zorluğuna işaret eder. İçinde yaşadığımız bu simülasyon evreninde hiçbir şey göründüğü gibi değildir, artık kökenlerinden soyutlanmış temel kavramlar üzerinden bir yeniden inşaya girişmek anlamsız hale gelmektedir. Medyanın günümüzde oldukça artan etkisi ile hayatımızın birçok alanı değişmekte ve dönüşmektedir. Farklı medya gruplarının bu manipülasyonlarına maruz kalan geniş halk kesimleri, etraflarını saran haber ağlarının ördüğü kurgusal hakikatlerin esiri olmakta ve kendisi gibi düşünüp algılamayan herkesi gerçeği görmemekle suçlamaktadır. Aslında ise burada bir gerçekten bahsetmek bile mümkün olmamaktadır, gerçek ve kurgunun birbirinden ayırt edilemez derecede karıştığı, hiper-gerçekliğin gerçeğin yerini aldığı bir anı tecrübe etmekteyiz. Medyada kullanılan dilin sertliğin halk arasında daha da sertleştiği, toplumsal birçok zemini tehdit ettiği görülmektedir.

Medyada kullanılan dil ve servis edilen haberlerin bu simüle dünyaların oluşmasındaki rolü yadsınamaz. Bu dünyaların her birinde yaşayan ve gündelik hayatta birbirine değen vatandaşlar olarak bu yanlış bilincin kaynağına eğilmedikçe, gerçekle her türden bağını koparmış, gerçeğin kendisi olarak kendini sunan her türden bilgiyi sorgulamadıkça aynı ülke ve toplumda yaşıyor olmanın aynı anlam dünyasını paylaşmak demek olmadığını idrak edemeyiz. Baudrillard’ın tabiriyle ayartılan toplumun/bizlerin her biri gerçeğin kendisine dolaysız ve türlü etkenlerden azade ulaşmadıkça kişilerarası iletişimi sağlama olanağı yakalayamayız. Şunu da belirtmekte yarar var, gerçeğin/hakikatin kendisine ulaşma çabası tektipleştirilmiş ve standartlaştırılmış olmak demek değildir, onun her bir kişideki karşılığı, onu kuran kişilerce farklılık arz etmeye devam edecektir. Burada üzerinde dikkatle durulması gereken nokta söz konusu gerçekliğin bile isteye ters yüz edilerek simülasyonlar aracılığı ile ortadan kaldırılmasıdır.

Peki bu durumun üstesinden nasıl gelinebilir, ya da gelinebilir mi? Bu ve buna benzer çalışmalarının genelinde, çağdaşı pek çok postmodern düşünür gibi karamsar olmakla birlikte Baudrillard bu durumun aşılabileceğini düşünür. Toplumun, bu simülasyona bir aşamaya kadar kendini kaptırsa da, artık bunun mümkün olamayacağı içe doğru patlamalar ile bunun geride bırakılacağını, Disneyland’da iken her şeyin olağan üstü cezbediciliğine karşı oradan çıkışta arabasına giden kişinin kendine gelmesi gibi toplumun da kendine geleceğini söyler. Yine, eleştirel düşünce, farklılıkları anlama ve kabul etme, bir arada yaşama iradesi ve bunu koruma çabası, ezberlenmiş kalıp cümlelerin terk edilmesi, yanılıyor olabilme düşüncesi bu simülasyondan sıyrılmamızda yardımcı olabilir. Bununla birlikte hayatımızda gittikçe daha çok yer etmeye başlayan medyanın da yeniden sorgulanması, hayata sadece onların gösterdiği zaviyeden bakmadan, çok yönlü ve sorgulayıcı bir bakış açısı ile yanlış bilinçten en az hasarla sıyrılabiliriz. Çok kolay olmamakla birlikte, başta eğitim kurumları aracılığı ile verilebilecek medya ve iletişim, eleştirel düşünce gibi dersler ve toplumun sağduyusu ile dayatılan bu kurgusal gerçekliklerden kurtulabiliriz.

*Atatürk Üniversitesi, Genel Sosyoloji ve Metodoloji ABD doktora öğrencisi.