Dikkat yargı çıkabilir! Fatih Portakal’a 'itibar' davası
Fatih Portakal, bırakın bir gazetecilik sezgisini, bir yurttaşlık sezgisi ile hareket ederek “bankalara değil”, “hükümete” yönelttiği soru nedeniyle yargılanacaktır. O halde seçici adli stratejiye karşı mutlaka seçici ve özgürlükçü bir savunma stratejisi yapılmalıdır. Bu dava bellidir ki son derece belirsiz bir yasanın seçici politik kullanımından doğmaktadır.
Seda Alçınar*
Fox TV haber sunucusu Fatih Portakal’a “Tekalifi Milliye emirleri” haberi üzerine paylaştığı bir yorum nedeniyle 1 yıldan 3 yıla kadar hapis istemli dava açılmış. Hatırlarsak Portakal, kendi sosyal medya hesabında “Zor günlerden geçiyoruz. Mevduat ve tasarrufu olanlardan para istenmesin bir de! Olmaz olmaz diyemyorum maalesef.” şeklinde bir sorgulamayla iç sesini paylaşmıştı. Kuşkusuz aynı günlerde tüm yurttaşların da doğrudan politik temsil kurumlarına yönelttiği bu kaygının “banka” ve “bankacılık sistemi”ne yönelik bir suç fiili olarak karşılanması hepimizi oldukça garip bir hukuki durum ile karşı karşıya bırakmaktadır. Hükümetin güncel bir kararını ve politikasını odağa alan anayasal bir eleştiri ve sorgulama hakkının kriminalleştirilmesi, sadece özel bir ceza kanununun politik bir seçicilik yoluyla araçsallaştırılması anlamına gelmemektedir, aynı zamanda demokratik hakların da tehlikeye girmesine yol açmaktadır. Burada sorun sadece yurttaşlar değildir. Kamuoyunun denetim hakkı ve bankalarla hukuki ilişki içindeki tüketiciler açısından da ciddi sorunlar yaratmaktadır. Eğer bu haber doğruysa ve Portakal'a dava açılmış ise yurttaşların, kamuoyunun ve doğrudan tüketicilerin hak arayışları ve kurumları sorgulama özgürlüklerinin ciddi bir tehdit altında olduğunu söylemek mümkündür.
ANAYASAL HAKLARIMIZ VE YASAL SINIRLAMALAR
Portakal’a yönelik suç iddiası, uygulaması pek az olan 5411 sayılı özel kanunun 75-158'inci maddelerindeki hükümlerden doğmaktadır. 5411 sayılı kanun 1990’ların ortasından itibaren Meksika’dan Uzak Doğu'ya doğru giderek yayılan finansal krizler zincirinin yasal kurum ve kuralların belirsizliğinden de güç aldıği tespitiyle 2005 yılında kabul edilmişti. Portakal’a atfedilen suç fiilinin tanımlandığı 75'inci madde içeriğinde ise “banka” ve “bankacılık sistemini” koruma altına alınmakta, doğrudan “bir bankaya” veya bankacılık sistemine yönelen “itibar” sorunu yaratacak fiiller yasaklanmaktadır. Yasa metninin “itibar” ve “haber” konusundaki tanımları o kadar belirsizdir ve o oranda yetersizlikler barındırmaktadır ki yasanın bugüne kadar neredeyse hiç kullanılmamış olması sorunun bir yandan genel ilkeler üzerinden çözümlenmesini diğer yandan da seçmeci bir biçimde bir adli stratejiye açık hale getirilmesi sonucunu da doğurmuştur. Madde metninin yasak edilen fiilin temel unsurlarını barındırmadığı zaten açık olsa da bu haliyle dahi “hükümet eleştirisi”nin bir “bankaya” yönelik ifşaat olarak yorumlanmaya çalışılması hem kamuoyu denetimi hem de tüketici haklarının hiçe sayılması anlamına gelecektir.
BRECHT'E DAVA AÇILIR MI?
Brecht bir yerde “Banka kurmanın yanında banka soygunculuğu nedir ki?” diye sormuştu. Kuşkusuz ki onun banka ve bankacılık sistemi eleştirisi ekonomi politik tercihlerine dayanıyordu. Ekonomi politik eleştirisi ile piyasaya müdahale arasındaki açık fark işte tam da Brecht'in bu vecizesi ile anlaşılabilir hale gelecektir. Bırakınız hükümetleri, kamu kurumlarını ve hatta sivil toplum kurumlarını her tür şirket ve bankalar da politik bir eleştiriye tabi tutulabilir ve bunu basın yoluyla yapmak hem bir yurtaşlık hakkı hem de bir tüketici hakkıdır. Özellikle ekonomi yazarları bu haklarını Fatih Portakal'dan çok daha ağır biçimlerde kullanmaya ve eleştirmeye devam etmektedirler. Portakal'a dava açılması Brecht'e de ve dahi ekonomi yazarlarına da dava açılacağı anlamına gelecektir demeye hazırlanıyordum ki 1994'de Kafka'ya da dava açıldığını hatırlayıverdim birden. O halde buradaki sorunun ne kadar absürt noktalara gittiğini anlatmaya devam edelim. Aslında bankacılık ile “itibar” bağının yurttaşlık ve tüketici hakları aleyhine yorumlanabilmesi bu yasal koşullarda bile imkan değilinde değildir. Eğer bu yola tevessül edilirse iki temel sorundan bahsetmek gerekir. Bunlardan birincisi -tabii ki tüketici haklarını ayrı tutarak- banka ve bankacılık sisteminin kamuoyunun denetiminin dışına çıkarılmaması gerektiği gerçeğidir. İkincisi ise bankalarla doğrudan bağlantıda olan tüketicilerin hak ve menfaatleridir. Bu iki gerçek gözardı edilirse politik özgürlükler alaşağı edileceği gibi tüketicilerin yasal hakları da gözardı edilmiş olur.
ÖZGÜRLÜKÇÜ SAVUNMA
Anlaşılmaktadır ki Fatih Portakal, bırakın bir gazetecilik sezgisini, bir yurttaşlık sezgisi ile hareket ederek “bankalara değil”, “hükümete” yönelttiği soru nedeniyle yargılanacaktır sonucunu çıkarmak mümkündür. O halde seçici adli stratejiye karşı mutlaka seçici ve özgürlükçü bir savunma stratejisi yapılmalıdır. Bu dava bellidir ki son derece belirsiz bir yasanın seçici politik kullanımından doğmaktadır. O halde burada Portakal’a iki şey düşmektedir. Birincisi hepimizin; tüm kamuoyu ve tüketicilerin haklarını ve özgürlüklerini arkasına alarak derhal beraat talep etmek ve-veya yasanın bundan sonra bir başkasının başına “bela” olmasını engellemek için yasanın ilgili maddesini defi yoluyla Anayasa Mahkemesi'ne götürmektir. Kuşkusuz ki her ikisi de Türkiye’de hukuk ve demokrasi mücadelesi adına önemli bir kazanım olacaktır.
*Avukat