Evrensel Temel Gelir: Sosyal demokrasinin azami programı
Emtia olarak emek de, en az, hatta belki daha fazla ücretli ve göreli yoksulluk kadar bu toplumun gerçeğidir. Evrensel Temel Gelir'in zenginliğin taksimi olarak görülmesi, ancak Marx’ın eleştirdiği iktisat doktriniyle mümkün.
Yiğit O. Özdemir*
İktisat tartışmalarını genelde işin uzmanlarına bırakmak adettendir. Ekonominin neo-liberal işletmenin sacayaklarının omuzları üstünde taşıdığı temel bilim, varsayımlar kümesi, derin ve ilahi güç olarak kutsandığı düşünüldüğünde bunun en azından burjuva aydınları nezdinde benimsenmesi anlaşılabilir. Gelin görün ki, iş bütçe planlamasını yapıp ev halkını ikna etmeye gelince, emekçilerin bu dine eleştirel bakması gerekiyor.
İktisadın hayatiyetiyle, sağduyuya uyması beklentisiyle çelişiyor görünen bir durum bu. Bir bilim adamının entelektüel geçinmesi için bile en azından “yeteri kadar” kamu sorumluluğu gütmesi gerektiği gerçeğini hatırlatıyor. Yannis Varoufakis, sanıyorum ki bu tabloda bir istisna.
İşin ilginç kısmını baştan söylemek gerekirse, Evrensel Temel Gelir (ETG) temelde mutlak yoksulluğu göreli yoksulluk düzeyine çekmeyi amaçlıyor. Burjuva siyaseti açısından bakıldığında uygulamaya geçtiği takdirde, basitçe kamu güvenliğini sağlamayı hedefleyen ve birçok bürokratik yükle de birlikte gelecek bir uygulama. Kişisel bilginin korunmasını ihlal edici, kısaca bu parayla neler yapıldığına dair gelebilecek olası denetimleri de hesaba katmakta fayda var.
Ancak işçi sınıfının lehine uygulandığı takdirde, boş zamanın kişisel gelişim için kullanımı gibi işçi sınıfının Marx’ın Gründrisse’de genel zeka (general intellect) olarak andığı şeyin yükselmesini sağlaması, kısacası temelde insanlığın şimdiye kadar biriktirdiği insani, kültürel, teknolojik ve entelektüel gelişimden, temel düzeyde yararlanmasını sağlaması da kaçınılmaz.
Varoufakis’in, daha sonra alıntılayacağım yazısında belirttiği üzere, bir nebze de gelişen teknolojilerin eğitim aygıtında, meslek erozyonu yaratması muhtemel sonuçlarını dizginleme amacı taşıyor. Teknolojinin getirdiği yeni araçların planlanması düzeyinde ele alındığında, “insan hakları”, yani o burjuva tantana içerisinde işlevselleştirilmekten kurtarılması belki daha anlamlı olacaktır.
Biz şimdilik, şüphe tohumlarını ekmeye devam edelim. Konuyla ilgili daha önceki yazımda da değindiğim (1) kavrayışların, Marx’ın “Felsefenin Sefaleti” adlı eserinde eleştirdiği Pierre-Joseph Proudhon’a ait iktisadi kuramlarda ifadesini bulmak mümkün. Alıntılayacağım bu kavrayış, ETG’yi nasıl bir zeminde düşünmememiz gerektiğini aktarmaya yönelik.
“Say ve ardından gelen ekonomistler emeğin kendisinin değerlenmeye tabi olduğunu gözlemlediler, yani diğer emtialar gibi bir emtia olduğunu, ona değerin ilkesel ve belirleyici nedeni muamelesi yapmanın fasit bir dairenin içerisinde hareket etmek olduğunu söylediler. Böyle yapmakla bu iktisatçılar, bana kalacak olursa, dâhiyane bir aymazlık sergiliyorlar. Emeğin emtia olarak kendi içinde bir değeri olmadığı ancak potansiyel olarak barındırması mümkün değerler nezdinde bir değeri olabileceği söylendi. Emeğin değeri mecazi bir ifadedir, nedenin sonuca göre tahmin edilmesidir. Sermayenin üretkenliğiyle aynı damgayı taşıyan bir senaryodur bu. Emek üretir, sermaye değerlidir…” (M. Proudhon, Sefaletin Felsefesi, alıntılayan K. Marx) (2)
Kısacası emeğin değerinin ürettiği metanın ve zenginliğin ederi üzerinden ölçülmesi veya tam aksine, nesnelerin mevcut değerinin aslında emeğin değeri olması üzerine olan bu tartışmaya Marx’ın verdiği özlü cevap şu şekilde:
“Görüyoruz ki Mösyö Proudhon emeğin değerini öyle bir dereceye kadar ürünlerin değerinin 'belirleyici değeri' yapıyor ki onun nezdinde maaşlar, yani 'emeğin değerinin' resmi adı, bütün şeylerin içsel değerini oluşturuyor: Say’ın itirazı tam olarak bu sebeple işleri karıştırıyor. Emtia olarak emekte, ki oldukça kasvetli bir gerçektir, kurala uygun çizilmiş bir elipsten başka bir şey göremiyor. Böylelikle emtia olarak emek üzerine kurulu var olan bütün toplum, tam da bu sebeple şiirsel bir lisan, bir mecaz üzerine kurulu oluyor.” (Felsefenin Sefaleti, K. Marx) (3)
Kısacası emtia olarak emek de, en az, hatta belki daha fazla ücretli ve göreli yoksulluk kadar bu toplumun gerçeğidir. Evrensel Temel Gelir'in zenginliğin taksimi olarak görülmesi, ancak Marx’ın eleştirdiği iktisat doktriniyle mümkün.
Proudhon Sefaletin Felsefesi’nde eşitsizliğin erdemli bir hayatın önünde engel olduğu çıkış noktasından, yani bu son derece “aydınlanmacı” referansla yoksulluğu azaltmak ve “hakça bölüşmek” üzere kurulması gereken ideal düzenin iktisadi yapısını ortaya koymaya girişiyor. Daha sonra Engels’in Owen ve Saint-Simoncular özelinde girişeceği polemikler de bu savlara karşı siyasi ve tarihsel argümanlar niteliğinde.
Genelde bir parti programının devamı olarak okunan bu metinler, günümüzün iktisat tartışmalarını, ideolojik ve kâinatı yöneten güç kertesinde görülen ekonomi bilimini ekonomistlerin omuzlarından yere indirmek için deyim yerindeyse “altın” değerinde.
O halde eşitlik –ilkesi, araçları, ona dair engeller, teorisi, ertelenmesinin altında yatan nedenler, toplumsal ve bölgesel kötülüklerin sebepleri- bu dünyanın kuşkucu alaylara rağmen öğrenmesi gereken bir şeydir. (Pierre-Joseph Proudhon, Sefaletin Felsefesi) (4)
Proudhon’un en ateşli savunucularının Silikon Vadisi’nden çıkacağını kim kestirebilirdi ki?
Kuramsal şeması çeşitli isimler tarafından on yıllardır tartışılmakla beraber, temel çıkarsamalarının son derece naif ve sisteme içerilmiş kaygılara gömülü olduğu da, nihayetinde göklerdeki cömert babamız Yannis Varoufakis tarafından yazıya dökülmüş oldu. Varoufakis’in kendi cümlelerini alıntılarsak:
“Temel gelir, tasvip edelim ya da etmeyelim, kapitalizmin bizzat yarattığı ve kendi altını oyan teknolojilerden ötürü spazm geçirdiği şu günlerde onu medenileştirmeye dair herhangi bir girişimin asli bileşenlerinden biri olacak.” (5)
Kısacası Varoufakis açısından kapitalizmin önündeki yeni sanayi devrimi için “emtia olarak emek”i sigorta altına almanın bir yolu ETG, kabul etsek de, etmesek de. “Medenileştirmenin” nasıl devasa bir kontrol ve denetim ağıyla örülü olacağı ise bir o kadar önemli bir tartışma olmakla beraber, başka bir yazının konusu.
Texas Üniversitesi’nde ekonomi profesörlüğü yapmış ve Syriza hükümetinin batık kredileri kurtarma planını onaylamasının ardından Maliye Bakanlığı'ndan istifasını vermiş olan Yannis Varoufakis, “emekten” yana sermaye siyasetinin önemli bir sözcüsü. Piyasaların olduğu gibi trans-nasyonal olmakla övünen Avrupa için Demokrasi hareketinin (DiEM) de lideri konumunda.
Hareketin düşünsel mirası son derece pan-Avrupacı. DiEM’in teorik önderlerinden Hırvat düşünür Srecko Horvat’ın Avrupa’nın güncel siyasi ve ideolojik konumu üzerine Slavoj Zizek ile birlikte kaleme aldığı eserler mevcut. Kendisinin “mevcut düzenin herhangi bir devrimden çok daha fazla şiddet içerdiği” ifadesiyle manşet olmuş önemli bir röportajı (6), Varoufakis’in de sıkça yazılarının yayımlandığı The Guardian’ın sayfalarını süsledi. Bir açıdan bakıldığında avro-komünizm tartışmalarının, AB’nin yapısal “reformları” ve ticari ortaklıkları (hareket Güney Kore’de de faal) düzeyinde yeniden ele alınması olarak görülebilir. Hareketin (Türkçesi de mevcut) manifestosundan alıntılarsak:
Avrupa halkı tarafından yönetilmek ve halkın iktidarda olması şu grupların ortak kabusu:
-Brüksel bürokrasisi (ve onun 10 binden fazla lobicisi)
-Brüksel’in infaz ekibi görevi gören denetim kurulu ve diğer uluslararası ve Avrupalı kurumlardan atanmış “teknokratlarla” birlikte oluşturdukları Troyka
-Hukuki ya da antlaşma bağlamında hiçbir pozisyonu olmayan güçlü Avro Grubu
-Mali destekle kurtarılan bankacılar, fon yöneticileri ile geniş halk kitlelerini ve bu kitlelerin organize bir şekilde kendilerini ifade etmelerini sürekli küçümseyen yeniden diriltilmiş oligarklar
-İktidara geldikleri zaman en temel prensiplerine ihanet etmek için liberalizm, demokrasi, özgürlük ve dayanışmadan medet uman siyasi partiler
-Başarısızlığı bilinen kemer sıkma yöntemlerini uygulayarak acımasız eşitsizliği körükleyen hükümetler
-Korku tellallığını bir sanat biçimine, muhteşem bir güç ve kâr kaynağına çeviren medya patronları
-Kamuoyunu kendi isteklerine göre şekillendirebilmek için gözetleme kültürü ve gizliliği destekleyen aynı korkuya yatırım yapan gizemli kamu kuruluşları ile işbirliği yapan şirketler
Devamında ise şöyle deniyor:
“Farklı diller konuşan, farklı kültürlere sahip Avrupa halklarını barış içinde bir araya getiren Avrupa Birliği olağanüstü bir başarıydı [boldlar metnin orijinalinden –y.n.] ve yakın zaman önce vahşi şovenizme, ırkçılığa ve barbarlığa ev sahipliği yapan bir kıta genelinde, ortak bir insan hakları çerçevesi oluşturmanın mümkün olduğunu kanıtlıyordu. Avrupa Birliği önemli bir kılavuz olabilirdi ve yüzyıllardır süren çatışma ve bağnazlığın pençesinden barış ve dayanışma ile kurtulunabileceğini dünyaya gösterebilirdi.”
AB gibi nice hükümet görevlisini istifaya, bir o kadar devleti de iflasa sürüklemiş ve burnunu bile eğmemiş bir yapının bu iyimser politikaları kendi çıkarlarına bükmeden kullanmasını beklemek epey naif olacaktır. Siyasetin kanlı bir Leviathan’a dönüşmesinin önünü AB ülkeleri nezdinde bir ihtimal alabilir. Ancak Türkiye için de aynı şeyi söylemek için hangi bedeller ödenecektir?
Son altmış yıldır İnönü ve Demokrat Parti önderliğinde şahlanmış, yaklaşık yirmi yıldır yükselerek artmış ve son 5 yılda kâbus haline gelmiş Türkiye siyasetinin AB rüyalarını bir 10 sene daha sömürmeye ne dersiniz? Bu sırada borçların tahsili için yapılacak gerekli altyapı anlaşmaları sebebiyle sayın Varoufakis’i, gereken finansal aklı bize vermesi üzere ülkemize bekleriz.
Sonuç olarak “işçiler için burjuva politikası, hala bir burjuva politikadır”.
1- https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2020/04/19/aksi-soylenmedikce-itibar-etmeyiniz/
2- Çeviri marxists.org’daki İngilizce metinden tarafımca yapılmıştır.
3- Çeviri marxists.org’daki İngilizce metinden tarafımca yapılmıştır.
4- Çeviri marxists.org’daki İngilizce metinden tarafımca yapılmıştır.
5- https://www.birartibir.org/siyaset/710-gokyuzune-uzanmanin-zemini
6- https://www.theguardian.com/books/2019/apr/21/srecko-horvat-poems-from-the-future-interview