Hepimiz aynı şantiyedeyiz!
Şu açık ki ulusal başarı olarak kamuoyuna pazarlanan inşaat projelerinin ölçeği, aslında kural dışılıkların ve kentli yaşamına saldırının ölçeğidir. Bunun da ötesinde, farklı örneklerde görüldüğü gibi, büyük ölçekli kentsel projeler devletin sermaye lehine “atı alanın Üsküdar’ı geçtiği” koşulları ivedilikle yaratmasını sağlayan kullanışlı bir araçtır.
Gözde Pelivan*
Sosyal medyada son birkaç hafta içinde paylaşılan Kahire’de çekilmiş bir otoban inşaatına ait fotoğraflar dikkat çekici. Fotoğraflar Mısır, Giza’da Umraniya semtinde Teraat el Zomor Köprüsü inşaatından. Otobanın, güzergahı üzerindeki bazı apartmanlara neredeyse bitişik nizam inşa edildiği görülüyor. İnşaatın üst hizasındaki balkonlardan faydalanmak artık mümkün değil. Binaların alt katlarında bulunan daireler ve iş yerlerinden gökyüzünü görmek imkânsız.
İnşası devam eden otoban 12 km. uzunluğunda, 65,5 metre genişliğinde; kendisine en yakın dört apartmanın yalnız 50 cm. uzağından geçiyor (1). Şüphesiz bu haliyle mahallenin en azından bir kısmının insan yaşamına uygun biçimde varlığını sürdürmesi olanaksız. Meseleye dair Mısır’da sosyal medya tartışmaları var. İmar, altyapı ve kentleşmeden sorumlu bakanlık inşaata yakın apartmanların yasal izni olmadığını dolayısıyla yıkılacaklarını, izni olup olumsuz etkilenen binalarda yaşayanların zararlarının tazmin edileceğini ifade ediyor. Kimileriyse fotoğraflarda görülen binalara yasal iznin 2008’de verildiğini söylüyor. Haklılık payları varsa dikta koşullarında bu türden bir proje karşısında bırakalım sokağa çıkmayı, yerelde ilgili kişilerin hukuki hak arayışı için örgütlenmesinin bile imkansızlığını tahmin etmek güç değil. İnşaatı yürüten firmanın sosyal medya sayfasında reklam amaçlı, aynı projeye dair paylaştığı fotoğraflarda diğer apartman bloklarının durumu da çok iç açıcı görünmüyor.
El Soadaa Grup, sıfırdan inşa edilen Mısır’ın yeni yönetim başkentinin (2) inşasında da rol almış. Yeni başkent için belirlenen Kahire’nin 45 km. doğusundaki inşaat alanı, vinçler sahaya gönderilene dek gelişmemiş, epeyce tenha bir bölgeymiş. Bu yeni yönetim ve finans başkenti Mısır'daki büyük ölçekli planlamaların şahikası sayılabilir. Pek de hayret uyandırmayacak biçimde, otoritaryan neoliberalizmin kent mekanında cisimleşmiş hallerini darbe hükümetince yönetilen Mısır'da da görmek mümkün. Abdülfettah el Sisi, bu yeni başkenti 2015 yılında (3), bugün nüfusu 20 milyonu aşan ve çeşitli kentsel problemlerle boğuşan başkent Kahire'ye alternatif olarak tasarlattı. Adı Wedian (vadiler) olması planlanan kentin inşaası sürüyor. Projenin 2019’da tamamlanması düşünülüyordu ancak bazı yatırımcıların projeden çekilmesi bütçe sıkıntılarına yol açınca işler uzamış (4). Bu yeni başkent yeni başkanlık sarayına, 34 bakanlığa, New York'un Central Park’ından daha geniş olacağı iddia edilen yeşil alana, 6,5 milyon kişiye barınma sağlayacak konutlara, bir mega AVM’ye, gökdelenlere, yapay göllere, Disneyland’in dört katı büyüklüğünde bir tema parkına, yeni bir uluslararası havalimanına, merkezinde Eyfel Kulesi ya da Washington anıtına benzer bir anıta, mega cami El-Fettah El-Alem’e ev sahipliği yapacak.
Bu liste eksik kalmış olabilir. Ama projenin lansmanında kullanılan dil, rekabetçi neoliberal devletin dili. Bu kesin. Sisi'nin ekibinin yeni kentin inşası konusunda yaptıkları açıklamalarda sıklıkla "en büyük, en yüksek, en geniş" nitelemelerini kullanmış olmaları tesadüf değil. Şüphesiz, kentsel dönüşüm projelerini bu türden büyüklük nitelemeleriyle paketlemeleri, iktidarların milli duygu ve hassasiyetlere hitap ederek toplumsal rızayı üretmelerinde ve yeniden üretmelerinde işe yarıyor. Diğer taraftan kent mekanının dönüşümü için geliştirilen projelerin büyük ölçekli oluşu toplumsal muhalefetin önünü kesmek için de yararlı bir enstrüman.
Swyngedouw, Moulaert ve Rodriguez (5), 2000’ler öncesinde AB üyesi on iki ülkede gerçekleştirilmiş on üç “büyük ölçekli kentsel dönüşüm” projesini inceleyerek Avrupa’daki neoliberal kent politikalarının büyük ölçekli projeler ile şekillenmiş olduğunu ileri sürer. Bu tür projeler birinci olarak, kural dışı/istisnai tedbirlerin alınmasında, ikincisi kent mekanının kâr odaklı dönüşümü için merkezi hükümetlerin yerel aktörleri oyun dışı bırakmasında araçsaldır. Avrupa kentleri üzerine yapılan çalışmanın sonuçlarından bazıları bunlar. Özetle elit çıkarlarını gözeten, demokratik süreçleri zayıflatan bir durum söz konusu. Neoliberal kentleşmenin diğer unsurlarının yanında, kentsel projelerin “büyük ölçekli” oluşu ayırt edici bir unsur olarak pek çok ülkede gözlemlenebiliyor. Avrupa’da 2000 öncesinde büyük ölçekli mekansal dönüşüm 2000 sonrasında bir dalga halinde geç kapitalistleşen ülkelere mal olmuş durumda.
Bizim de çoktan ezberimize aldığımız bir mesele bu. Özellikle son üç AKP hükümeti döneminde çokça konuşulduğu gibi büyük şehirler başta olmak üzere Türkiye neredeyse bir bütün olarak şantiyeye dönüştürüldü. Türkiye’de inşaat sektörünün rantı dağıtmanın kallavi bir mekanizması olduğu artık herkesin malumu. TOKİ konutlarından, AVM’lere, şehir hastanelerinden, otoyollara ve köprülere bu büyük şantiyenin içinde bir yerlerde, bu mekanizmanın doğrudan (örn. mortgage) ya da dolaylı (örn. vergiler yoluyla) ve fakat kaçınılmaz olarak muhattabıyız. Evet, hepimiz aynı şantiyedeyiz.
Kamuyla paylaşıldığı tarih sırasıyla 2010’da Kuzey Marmara Otoyolu, Yeni İstanbul Havalimanı, 2011’de Kanal İstanbul Projesi ve 2012’de Yeni İstanbul Projesi olmak üzere büyük ölçekli projeler (6) gündemimize seri biçimde sokuldu. İstanbul'un son on yılda geçirdiği dönüşüm sürecinde Swyngedouw'un (ve diğer pek çok bilim insanının) neoliberal kentleşmenin temel niteliklerinden biri olarak ele aldığı büyük ölçekli kentsel dönüşümün muhtelif kuralsızlıklarına tanıklık ettik. Hatırlayacaksınız, Yeni İstanbul Havalimanı için 3 Mayıs 2013’te ihaleye çıkıldığında plana itiraz için kanunla belirlenmiş sürenin bitmesine henüz üç gün vardı. Şahit olduğumuz muhtelif kural dışılıkların yanında bunu devede kulak sayıyoruz. Sonrasında gelen çevre kıyımı cabası. Yalnız dört-beş ay önce İstanbulluların gündemini yeniden yoğun biçimde işgal eden Kanal İstanbul projesinde ÇED süreci tamamlanmadan 1/1000 plan değişikliğinin def’aten İstanbul Çevre Düzeni Planı’na işlenmesi, itirazların değerlendirilmemesi, itiraz süresi bitmeden planın askıya çıkması da zihinlerimizde taze. İş nasıl başlarsa öyle gidermiş…Kanal İstanbul projesi şimdiden muhtelif kural dışılıkların, mülksüzleştirmenin, yerinden etmenin ve doğa talanının habercisi. Yaratacağı kapsamlı kentsel altüst oluşun rakamsal bir karşılığı kentliler için yok. Diğer taraftan, bakalım ekonominin parametreleri projenin tamamlanmasına izin verecek mi? Nitekim projenin öne sürülen bütçesini katbekat aşacağı bilim insanları tarafından dile getiriliyor.
Demokratik hükümetlerden, otoriter rejimlere ya da darbe hükümetlerine, büyük ölçekli projeler iktidarlar için muhtelif faydaları beraberinde getiriyor. Avrupa’nın büyük kentlerinde görece erken bir dönemde gözlemlenen kentsel süreçler, kentteki ekonomik, toplumsal, siyasal iktidar ilişkilerini yeniden şekillendiregeldi. Benzer kentsel süreçler son on yıldır geç kapitalistleşen ülkelerde mevcut. Şu açık ki ulusal başarı olarak kamuoyuna pazarlanan inşaat projelerinin ölçeği, aslında kural dışılıkların ve kentli yaşamına saldırının ölçeğidir. Bunun da ötesinde, farklı örneklerde görüldüğü gibi, büyük ölçekli kentsel projeler devletin sermaye lehine “atı alanın Üsküdar’ı geçtiği” koşulları ivedilikle yaratmasını sağlayan kullanışlı bir araçtır.
1- https://www.arabnews.com/node/1673876/middle-east
2- https://www.nbcnews.com/news/world/egypt-builds-new-capital-city-replace-cairo-n893606
3- https://egyptianstreets.com/2015/03/13/first-glimpse-at-egypts-new-capital-city/
5- Swyngedouw, E., Moulaert, F. & Rodriguez, A. (2002) “Neoliberal Urbanization in Europe: Large – Scale Urban Development Projects and the New Urban Policy”. Antipode, 34(3), 542-577. https://doi.org/10.1111/1467-8330.00254
6- https://megaprojeleristanbul.com/
* Amsterdam Üniversitesi, Sosyoloji, Doktora adayı