Salgın zamanlarında bir akıl olarak neoliberalizm
Liberalizmden farkı olarak neoliberal programlar, devletin piyasaya müdahil olmasını ister: ama bir şirket olarak. Küresel Kuzey de denilen gelişmiş kapitalist ülkeler başta olmak üzere çoğu kurumun pandemi karşısındaki ilk refleksinin piyasa aktörlerini fonlamak olmasının sebebi budur.
Erdem İlic*
Biyopolitika, yerküreyi sarsan virüs salgını günlerinde sıklıkla kullanılan ve en çok Michel Foucault’nun çalışmaları ile anılan bir kavram. Bununla birlikte düşünürün ilgili çalışması, bir iktidar dispozitifi (1) olarak tanımlanan bu kavramın tekil değil, daha kapsayıcı bir kuvvetin bileşenlerinden biri olduğunu söyler. Bedenler ve topluluklar üzerinde işletilen bir ilişkiler ağını bu bağlamda inceleyen Foucault, çift kutuplu bir “biyoiktidar” tanımı öne sürer. İlk oluşan kutup, bedenler üzerinde etkin olan “Bedenin terbiyesi, yeteneklerinin artırılması, güçlerinin ortaya çıkarılması, yararlılığıyla itaatkârlığının koşut gelişmesi, etkili ve ekonomik denetim sistemleriyle bütünleşmesi” (2010: 102) için çalışan bir anatomopolitik iktidarken, ikincisi “bollaşma, doğum ve ölüm oranları, sağlık düzeyi, yaşam süresi ve bunları etkileyebilecek tüm koşullar” (2010: 102-103) ile ilgilenen ve kitlesel kipte çalışan biyopolitikadır. Bu nedenle kaynakların dağılımı, göçler, konut sorunları, sağlığın ve hastalığın kontrolü gibi konularda etkinlik gösteren biyopolitikanın birincil işlevsellik alanı demografiktir. Bedenin anatomopolitikası ve nüfusun biyopolitikası birer karşıt sav olarak değil, iki kutup olarak bir arada işler (Foucault, 2010: 102). Foucault, temel etki alanı topluluğun üyelerinin yaşamasına izin vermek ya da ölümüne karar vermek olan monarşik iktidarın yerini alarak, yaşam ve onun bileşenleri üzerinde dolaysız bir denetim kurma amacı ile toplumu kapatıp kuşatan, bedene ve topluluğa yönelik çeşitli iktidar dispozitiflerinin oluşturduğu bu tarihsel düzeni ‘disiplin toplumları’ olarak adlandırmıştı. Bütün bunlara karşın, düşünür bu toplumsal örgütlenme modelinden uzaklaşılmakta olduğunu da görmüştü. Burada gerçekleşen dönüşümü ilk fark eden kişinin Foucault olduğunu söyleyen Gilles Deleuze (1992), bir ‘konsantrasyon kapitalizmi’ olarak ortaya çıkan disiplin toplumlarının çözülüşünün Batı'da yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren gerçekleşmeye başladığını belirtir. Söz konusu çözülme ile birlikte disiplinci rejimler krize girer. Okullardan cezaevlerine kadar tüm kapatma kurumlarında denetimli serbestlik biçimleri, aile hekimlikleri, sürekli eğitimler gibi uygulamalarla öne sürülen reform girişimlerinin uzun zamandır gündemde olmasının temel sebebi budur. Kapitalizmin simgesi olan fabrika, sanayi dönemi paradigmaları içinde kalmıştır. Yeni model, piramit biçiminde bürokrasi katmanlarından değil, modüler olarak yapılanmış bir ağ diyagramdan oluşan şirkettir.
2020 yılının başlarında tüm gündemlerin tepesine yerleşip, refah devletleri ile fordist modellerin adım adım terki ve finans dünyasının egemenliğindeki yıkıcı koşulların yaşattığı krizleri hem daha fazla görünür kılan, hem de bir katalizör etkisi yaratan korona virüsü salgını ise disiplin toplumlarının krizinin birçok bölgede en yüksek seviyede deneyimlendiği dönemle çakışmıştır. Salgın nedeniyle hükümetler ve ilgili resmi kurumlar tarafından alınan karantina, sokağa çıkma yasakları gibi önlemlerin, bulaşma ve ölüm eğrilerini kontrol altında tutmak, hasta ile sağlıklıyı birbirinden ayırabilmek gibi amaçlara sahip birer biyopolitik uygulama olduğunu kolayca görebiliriz. Her yere ulaşan ve büyük bir hızla gerçekleşen meta ve insan akışlarının oluşturduğu karmaşık bir ağın içinde, çok kısa sürede yeryüzüne yayılan bu salgın karşısında iktidarların biyopolitik kutbunun tepkisinin hantal kaldığını da. Küresel bir meseleye karşı alınan önlemlerin ulus devletler düzeyinde kalıyor olmasının bu mücadelenin zayıf halkalarından birini oluşturduğunu belirtmek gerekir. Öte yandan, bu halkanın güçlendirilmesinin sonuçları birçok bakımdan çok daha yıkıcı da olabilir.
Foucault’nun çalışmalarından hareketle, disiplin toplumlarının terkedilmekte olduğunu ilan eden Gilles Deleuze (1992), inşa edilen yeni düzene ‘denetim toplumları’ adını verir. Disiplin toplumları, üretimde azami düzeye ulaşmak, toplumda ise üretken insan öznelliğini oluşturmak amacındaki kapitalizmin bir evresini işaret ediyordu. Foucault (2015a), bu evrede Batı toplumlarının kapatıldığını bulgular. Monarşik iktidarların geçici zindan imgesinden farklı olarak, zamanla okul, fabrika, hastane, tımarhane, kışla, hapishane biçimlerinde genişleyen bu kapatılma, kapatılanların bedenleri üzerinde bir dizi iktidar dispozitifi uygular: kapatılanlar panoptik biçimler tarafından gözetlenir, kronometrik ve anatomik ölçekler içinde çalıştırılır. Kapatma kurumları içinde, merkezde duran ve kendisi görülmeyen tek bir gözlemcinin bir bakışta, her zaman aydınlık tutulan halka şeklindeki hücrelerinde bulunan tüm mahkumları gözetleyebildiği panoptikon adlı işlevsel mimarisi ile cezaevi başlıca modeldir. Foucault, panoptikonu bir “diyagram” olarak tanımlamıştır (2000: 302-303). Deleuze’un ifadesi ile, somut düzenekler üzerinde çalışan soyut makineler olan diyagramlar, bir modelin birden fazla kuruma ya da örgüte uygulanabilmesini sağlar (2013: 60). Denetim toplumları ise yeni diyagramını fabrikadan ve hapishaneden başka bir modele taşımaktadır.
Disiplin toplumlarının çözülmekte olduğunu gören ve araştırmasını neoliberalizm üzerine odaklayan Foucault, bu kavramı, esas ilkelerini “politik iktidarın genel icrasının piyasa ekonomisinin ilkelerine nasıl adapte edileceği” (2015b: 111) sorusu üzerinden kuran bir yönetimsellik tipi olarak tanımlar. Böylece Foucault’nun yürüttüğü tartışma ve Deleuze’un denetim toplumları kavramı ‘şirket’ olgusunda kesişir. Foucault’ya göre neoliberalizmin amacı rekabet dinamikleri içinde bir toplum ve homo-economicus adı verilen “mübadele, alışveriş, tüketim insanı değil; şirket girişim ve üretim insanı” (Foucault, 2015b: 128) yaratmak iken; Deleuze ise, denetim toplumlarında model olarak fabrikanın yerini şirket biçiminin aldığını öne sürer. Burada oluşan terminoloji biyoiktidarın toplum üzerinde uyguladığı kuvvetleri anlamamıza yardımcı olabilir.
Salgını ve finansal çöküşleri de içeren bu krizler dünyasından neoliberalizmin de etkilenerek derin bir krize girdiğini vurgulayan önemli sayıda sav ile karşılaşmaktayız. Oysa neoliberalizmi yalnızca özelleştirme ya da deregülasyon gibi uygulamalara indirgemeden, daha kapsamlı bir yönetimsellik ilkesi ve öznellik üretim kuvvetleri bileşeni olarak gördüğümüzde karşılaşacağımız şey, kriz ilanının aceleci olabileceğine dair bir tablodur. Neoliberalizmin de tıpkı panoptikon gibi bir diyagram olarak tanımlanabileceğini öne süren Matthew Tiessen ve Greg Elmer, bu yönetimsellik tarzının 2008 Küresel Krizi’nin ardından gerçek anlamda bir krize girmediğini, daha çok görünür krizlerin “hükümetler, şirketler ve yönetimlerin küresel kurumları tarafından ‘çözüm’ gerektiren ‘olağandışı’ durumlar” (2013: 2) olarak tanımlandığını belirtir. Bu önermedeki örneğe yalnızca 2008 Finans Krizi’ni değil, 11 Eylül’den, borsa çöküşleri ve Asya Krizi’ne, yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren gerçekleşen bütün sarsıntıları eklemek gerekir. Hayatın tüm alanlarını ekonomikleştirme amacındaki neoliberalizm, çeşitli kriz ve çalkantı koşullarına karşı stratejiler geliştirmek meşguldür. Tiessen ve Elmer’in vurgusunda önemli olan, krizlere yönelik tepkinin içeriğindeki ‘çözüm’ sözü ile sahneye sürülen bir retoriğin ardındaki piyasa ekonomisi zihniyetidir.
Bir tarafta devasa büyüklükteki küresel şirketlerin organizasyonel modelleri ve operasyonel denetim mekanikleri, diğer tarafta yüceltilen şirket şahıs öznelliği, neoliberalizmin ufkunu açığa vurur: İrili ufaklı şirketler ve şirket şahıslardan oluşan ve hayatın tüm alanlarını bir portföy yatırımına dönüştüren bir aklın egemenliğindeki denetim toplumları. Ancak rekabet, başarı, gelişim sloganları ile süslenmiş bu uygulamaların ardında yükselen normlar; bireycilik, rekabet ve güvensizliktir. Örneğin karantina kararlarının ardından ABD vatandaşlarının gıda kadar silah ve mühimmat depolamasının temel sebebi budur. Bu toplum tahayyülünün bir krize girip daha fazla ilerlemekte zorlandığını değil; daha çok, krizlere yol açtığını, ama aynı zamanda hem sebep olduğu, hem de başına gelen krizleri ‘içermeye’ çalıştığını görmek gerekir. Liberal akılla karıştırılmaması gereken neoliberalizm, piyasanın kaotik bir doğası olduğunu ve kontrol edilemeyeceğini en başından kabul eder. Bu nedenle değişen koşullara ayak uydurabilmek, beklenmedik olaylar karşısında doğru manevralar yapabilmek, zorlukla baş etmek, risk ve sorumluluk almak gibi davranışlar yeni homo economicusun yüceltilen ve bir o kadar da dayatılan özellikleri olarak karşımıza çıkarılır. Bu nedenle hem şirketler hem de öznelliklerin, kriz, kaos ve karmaşa karşısında işletmeci bir aklı devreye sokarak stratejik pozisyonlar almaya yönelmesi talep edilir: Hangi şirket modelleri yatay örgütlenmiş modüllerini değişen koşullara göre daha hızlı uyarlayabilecektir? Hangi brainstorming kriz karşısında daha etkili bir start up projesini gündeme getirecektir? Hangi pazarlama stratejisi şirketin kârlılığı ile kurumsal kimliği arasındaki ilişkiyi hedeflenen düzeye getirecektir?
Bu programlar içinde devletin işlevsel konumu da belirginlik kazanmalıdır. Liberalizmden farkı olarak neoliberal programlar, devletin piyasaya müdahil olmasını ister: ama bir şirket olarak. Küresel Kuzey de denilen gelişmiş kapitalist ülkeler başta olmak üzere çoğu kurumun pandemi karşısındaki ilk refleksinin piyasa aktörlerini fonlamak olmasının sebebi budur. Tıpkı panoptik diyagramların farklı kurumlarda da uygulanabilmesi gibi, şirket de kendi soyut makinesini hastaneden cezaevine, devletten aileye diğer bütün somut düzenekler ve kurumlara yayar. Fordist bir hatta üretim odaklı ve panoptik değil, “ürün” odaklı ve süperpanoptik (2) olarak işler. Bu çok boyutlu dönüşümü başkalaşım geçirmiş bir kapitalizm olarak tanımlayan Deleuze, panoptik diyagramın ana işlevinin mahkûma bir ‘davranış dayatmak’ olduğunu vurgular (2013: 53). Denetim toplumları daha az kapatırken yeni denetim mekaniklerini devreye sokar. Mekanların sınırlarının dışına taşan yeni diyagramların davranış dayatmak için artık dört duvara ihtiyaç duymadığını biliyoruz. Yalnızca biyopolitikaya odaklanan güncel analizler, iktidarın anatomopolitik kutbunu göz ardı edebilir. Farklı yöntemlere sahip bile olsalar yeni dispozitifler, disipliner rejimlerde olduğu gibi anatomopolitik kuvvetlere de sahiptir. Bilişim ve iletişim teknolojilerinin halihazırdaki uygulamaları en az disiplin teknikleri kadar bedeni hedefler. Bu nedenle şirket-devletlerin vatandaşı üzerinde devreye sokacağı iktidar, biyopolitik olduğu kadar anatomopolitik bir içeriğe de sahip olacaktır. Bu nedenle kişiye özel takip yazılımları, araç içinde testler, termal kamera ölçümleri gibi denetim mekaniklerinin giderek yaygınlaşacağını ve mevcut olan ile sınırlı kalmayacağını tahmin etmek zor değildir. Tekinsiz, tehditkâr ve kaotik koşullar karşısında hayatta kalma ve sağaltma içgüdülerinin her zamankinden daha fazla etkisinde kalan topluluklar ise bir sonraki aşamayı düşünmeden bu yeni zincirlerin telaşlı gönüllüsü olacaktır.
Kaynakça
Deleuze, G., (1992). “Postscript on the Societies of Control”. October, (59), 3-7
Deleuze, G., (2013), Foucault, (çev.) B. Yalim, E. Koyuncu, İstanbul: Norgunk.
Foucault, M., (2000), Hapishanenin Doğuşu, (çev.) M.A. Kılıçbay, Ankara: İmge.
Foucault, M., (2010), Cinselliğin Tarihi, (çev.) H.U. Tanrıöver, İstanbul: Ayrıntı.
Foucault, M., (2015a), Deliliğin Tarihi, (çev.) M.A. Kılıçbay, Ankara: İmge.
Foucault, M., (2015b), Biyopolitikanın Doğuşu, (çev.) A. Tayla, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Poster,M., (1990), The Mode of Information, New York: Free Press.
Tiessen, M. ve Elmer, G. (2013), "Deleuze / Foucault: A Neoliberal Diagram", Media Tropes, (4), 1-16.
1- Foucault “dispositif” kavramını, “söylemler, kurumlar, mimari biçimler, düzenleyici kararlar, yasalar, idari önlemler, bilimsel sözceler, felsefi, ahlaki ve hayırseverce önermelerden” (2005: 119) oluşan unsurlar ve bu unsurlar arasında kurulan ilişkiler ağı olarak tanımlar.
2- Mark Poster süperpanoptik kavramını ile veritabanları, ağ ve iletişim teknolojilerinin dolayımı ile kurulan “duvarsız, penceresiz, kulesiz ve gardiyansız bir gözetleme sistemi” (Poster, 1990: 93) olarak tanımlar.
* Ankara Üniversitesi, Doktora Öğrencisi