Fotoğrafçı Mehmet Kılıç'ın 'an'ları: Ötekiyi anlatıyorum
Mehmet Kılıç bir fotoğraf sanatçısı. Urfa Harran’da doğup büyüyen Kılıç, Oğuz Haksever’in “O AN” programından etkilendiğini ve fotoğrafa merakının bu şekilde başladığını söylüyor. Mehmet Kılıç, kültürleri, sevinçli, üzüntülü insan portreleri, hayvanları, mültecileri, göçmenleri kendi deyimiyle ötekileri anlatıyor. Kilis’te yaşayan, işi gereği her gün Halep, Afrin ve İdlib’deki mülteci kamplarını gezen Kılıç, heybesine doldurduğu hikâyeleri Gazete Duvar okuyucuları ile paylaştı.
Öncelikle şunu sormak isterim: Mülteci kampında ne iş yapıyorsunuz ve ne zaman başladınız?
Fiilen 2011 yılından bu yana mülteci ve iltica, sürgün ve yurdundan kopanlarla birlikteyim. Birlikte nefes alıp vermekteyim onlarla. Fotoğraf çekimlerim onlar odaklı. Onların acılarını, elemlerini ve yaşayış biçimlerini özümseyerek, benimseyerek hemdert olmaya çalışıyorum. Mülteci kamplarında saha araştırmacılığı ve çevirmenlik yapmaya çalışıyorum. Benim işim bir çevirmenlikten öte daha doğrusu onun ötesine taşırmaya çalışıyorum. İnsanların hislerini anlayıp onlara yardımcı olmaya çalışıyorum.
Fotoğraf çekmeye ne zaman ve nasıl başladınız? İlk Fotoğraf makinenizi aldığınızda neler hissettiniz?
2014 yılında fotoğraf çekmeye başladım. Ama bundan öncesi var. Ben Harran’da doğdum. Müthiş bir görsel malzeme ile donatılmış bir coğrafyadır Harran. Taş evleri, insanları, elli dereceye varan sıcağı, sıcakta o ışığın kırılması, renklerin oyunları… Oğuz Haksever’in “O AN” programı vardı NTV’de o zaman. Büyülenmiş gibi bakardım “o an”ların fotoğraflarına ve etrafımdaki tüm bu görsel malzemeyi böyle yakalamak isterdim. Yıllarca bu arzu içimde kendini büyüttü. Ancak ha deyince bir makine sahibi olabilecek bir bütçem yoktu.
'HAYALİMDEKİ MAKİNE İÇİN YILLARCA PARA BİRİKTİRDİM'
Öğrenciydim, kendi masraflarımı karşılamak için çalışırdım. Çalıştıklarımdan arttırdığımı o hayalimdeki fotoğraf makinesine ulaşmak için biriktirdim. İlk fotoğraf makinemi Harran Üniversitesi hocalarından Abdülhalik Pınar hocamdan aldım. Abdulhalik Hoca’ya içimdeki fotoğraf tutkusundan ve bütçeme uygun bir fotoğraf makinesi aradığımdan bahsetmiştim. Kendisi sağ olsun, İngiltere’deki öğrenciliği sırasında aldığı ve onun için çok kıymetli olan makinesini bana birkaç gün düşünüp tarttıktan sonra yok pahasına verdi. Bir vuslat anı gibiydi benim için, yıllardır ben içimde görüntüler biriktiriyorum. Anlar, renkler, yüzler… Ve artık bunları zihnimin dışına taşırıp somut bir akış halinde hem kendi gözlerimin önüne serebilecektim hem de insanlara “Ben baktım ve bunu gördüm” diyebilecektim. Hasılı çok heyecanlıydım. O günden bu yana da fotoğraf makinem bensiz; ben de onsuz, birbirimiz olmadan olamadık.
Mehmet Kılıç için fotoğraf çekmek ne demek? Kendini anlatma mı, yaşamı anlatma mı?
Hayat öyle geniş, uçsuz bucaksız bir mekân ki, bu mekânın içinde her türden, insan başta olmak üzere sayısız varlık mevcut, bizler bazı zamanlar onlarla aynı paydada yer alıyor ve onlarla bir oluyoruz. Ben bu noktadan bakıyorum. Benim için fotoğraf hayatın ta kendisi, tam merkezi. Hal böyle olunca, zaten kendinizi, derdinizi de anlatmış oluyorsunuz.