YAZARLAR

Fransa seçimlerinden Türkiye çağrışımları

Macron’un “hepsi bir arada”, “aynı anda” yaklaşımlarının bizim burada da sonuç vermeyeceği belli. Ortak gelecek tasarımına da, o anlatıyı geniş kitlelere taşıyacak doğru aracıya da gereksinim var.

Fransa’da geçen haftasonu bölgesel seçimler yapıldı. Sonuçlarından çok seçmenin yüzde 66 oranında sandığa gitmeyişi haber değeri taşıdı. 2017’de partisiz girdiği cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan Macron’un da “aynı anda” (“en meme temps”) yani hem sağ hem sol, ikisi bir arada yaklaşımı, belki halk tarafından “ne kuş ne deve” gibi algılandığı için olacak, boşa düştü. Macron’un cumhurbaşkanı seçildikten kurdurduğu “La République en Marche*” (LREM) partisi/hareketi de sıfır çekti. Buna karşılık koltuklarında oturanların tamamı yerlerini korudu.

Üstelik seçimin iki hafta arayla iki turlu yapılması da adayların ve parti liderlerinin aradaki tüm çaba, çağrı ve uyarılarına rağmen katılımı artırmadı. Böylece, yürütme ve yasatmaya işlerlik kazandıracağı iddiasıyla 1958’de geçilen V. Cumhuriyet tarihinin en ciddi temsil ve kapsayıcılık, dolayısıyla meşruluk bunalımına girdi. Fransız seçmen düpedüz siyasete sırtını döndü. Ona sunulan yelpazede kendini temsil eden, onun sorunlarını çözecek bir seçenek göremedi. O denli ki, kimseciklerin oy vermeye gitmediği seçimlerin ardından özellikle kaybeden partilerin militanları kendi adaylarının açıklamalarını dinlemeye usulen karargâhlarına da gitmedi.

Kamuoyu yoklamaları, sanki bir küresel bir genel eğilimi doğrularcasına, Fransa’da da yanlış çıktı. Aşırı sağı temsilen LePen’in “Rassemblement National’i” (RN-Ulusal Birlik) seçimin en büyük kaybedeni. RN, Fransa güneyindeki “PACA**” ile ilk kez bir bölgeyi yönetmeye yaklaştı, olmadı. Bu defa patlama yapacağı kamuoyu yoklamalarında öngörülen RN karşısında sağ ve sol “danışıklı” hareket etti. Adaylar söylemlerini RN’i mağlup etmek önceliğine göre uyarladı. Merkez sağ “Les Républicains” (LR-Cumhuriyetçiler), RN önünde en güçlü set oldu. Özetle, kamuoyu yoklamalarının seçmen eğilimini ölçmekteki yetersizliği ve öngörülerinin tutarsızlığı yeniden tescillendi.

Macron, işin en başından bölgesel düzeydeki sonuçlardan gelecek yıl yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri için hiçbir ders çıkarmayacağını belirtmişti. Seçmen davranışı yani boykotu belki bir bakıma da halkın yalnızca cumhurbaşkanlığı seçiminin kendi yaşantılarında bir şeyleri değiştireceği inancının dışavurumu oldu. Halk Macron’un karşısına merkez sağ ve merkez soldan esin verecek adayların çıkmasını beklediği izlenimini verdi. Marine LePen’de ise Fransa’yı yönetebilecek imkân ve kabiliyeti görmediği anlaşıldı. Ancak Macron’un karşısına soldan çıkacak bir aday bu seçimde gözükmedi. Sağdan ise herhalde “Hauts de Seine” bölgesinde yerini koruyan Xavier Bertrand diğer galip LR adaylarından bir adım öne çıkmayı, belki basın açıklamasını da öne alarak, başardı.

Bölgesel seçimlerin bir işlevi de cumhurbaşkanı adaylarının kendilerini yarışma ortamında denemesi. Macron, hayatında hiç bir seçime girmeden, kestirmeden gelip cumhurbaşkanı seçilmişti. Bu özgün deneyimin başka heveslilerce yinelenmesi şimdilik pek olası değil. Soldan cumhurbaşkanı adaylığı yakıştırılan siyasetçi Paris belediye başkanı Anne Hidalgo. Ayrıca, daha önce yapılan yerel seçimlerde yine katılım bu denli düşük olmuş, Yeşiller tarihlerinde ilk kez Fransa’nın büyükşehir belediyelerini kazanmıştı. Bu kez Yeşiller’in Almanya’da olduğu gibi Fransa’da da bir yeni siyasal güç olması sanki ötelendi yahut gerçekleşmedi.

Bizim I. Cumhuriyet (şimdiki eğer II. değilse) Fransa’nın III. cumhuriyetinden esinli. Ulus-devletlik, yarı-başkanlık, yüklü tarih, iddialı dış politika, Barkhane gibi sınırötesi/denizaşırı harekâtlar, toplumsal entegrasyon, laiklik ilkesinin uygulanması ve uyarlanması vb. pek çok ortak nitelik, sorun ve sınamalarımız da bulunuyor. Yerinden yönetim, hak ve özgürlükler, hukuk devleti, ekonomik büyüklük, seçim sistemi, bağımsız medya vb. alanlarda ise apayrı bir görünüm var. Bununla birlikte kabataslak olarak Fransa deneyiminden bizim burası için bazı zihin açıcı sonuçlar çıkarılabilir, düşünce filizi olacak sorular üzerinde durulabilir.

Ülkemizde kamuoyu yoklamaları kararsızların yüzde 25’e vardığını gösteriyor. İktidara destekten uzaklaşan seçmenin muhalefete de yönelmediği görülüyor. Yeşiller’in parti kurma başvurusu neredeyse bir yıldır yanıtlanmıyor. “Her şey sınıfsal” indirgemeciliği, kültürel veya antropolojik özelliklerimizi karşılamaya yeterli olmuyor. “Türkiye’de muhafazakâr addedilen sınıflar, kesimler, zümreler Türkiye ortalamasından daha az zengin, daha az şehirli, daha çok taşralı veya köylü, daha dindar, daha az eğitimli, antropolojik kültüre daha bağlıdır” saptamasını bu sütunlarda Besim Dellaloğlu paylaştı.  

Son yerel seçimlerde muhalefet ve özellikle CHP başarılı oldu. Bu sonuç ve her gün yeni örnekleri ortaya dökülen çözülme, yozlaşma, yolsuzluk durumu ile derinleşen yoksulluk muhalefette bir kendiliğinden kazanma beklentisi yarattı. İki turlu seçimin özelliği zaten ikinci turda seçmenin kendi adayı yoksa istemediği adayı elemesine dayanması. İstanbul’da İmamoğlu Kürt seçmenin desteği ve AKP seçmeninin bir bölümünün hoşnutsuzluğunu sandığa gitmeyerek göstermesiyle kazanmıştı. Türkiye’nin tarihsel ve jeopolitik sınamalarının, ülkeyi devasa bir büyükşehir belediyesiymiş gibi algılamamayı gerektirdiğini burada pek çok kere öne sürdüm. Kamuoyu yoklamalarının da değerlendirilmesi olmazsa olmaz olmakla birlikte, bu sonuçlara adeta bağımlı olmanın düşkırıklığı yaratabilme sakıncası herhalde teslim edilmeli.

Fransa’da seçime gitmeyenler arasında en geniş kesimi gençler ve emekçiler oluşturdu. Değindiğim araştırmalarsa burada bize yeni seçmenin güçlü biçimde merkeze yöneldiğini, çözümü merkezde aradığını gösteriyor. Muhalefetin önünde “seçmene kültürel mi, ekonomik mi yaklaşayım?” gibi yapay seçenekler bulunmadığı açık. Macron’un “hepsi bir arada”, “aynı anda” yaklaşımlarının bizim burada da sonuç vermeyeceği belli. Ortak gelecek tasarımına da, o anlatıyı geniş kitlelere taşıyacak doğru aracıya da gereksinim var. Mehdi beklemek yanlış, ancak adayın bir bakıma yalvaçlık iddiası/büyüsü olmalı. İstemeyerek, zorunluluktan atılacak oylarla seçim kazanacak bir adayın böylesi varoluşsal sınamalarla boğuşan bir ülkede ne denli yol yürüyebileceği sorgulanmalı.

“Her şey sınıfsal” gibi bir diğer genelgeçer önerme de “örgütlü toplum/muhalefet.” Örgüt tamam ama hangi örgütlenme, hangi disiplin? Taşrasallıktan kurtulmak, işe başlamak için CHP-İYİP için zorunlu bir ilk adım olabilir. Örnekse bakınız Macron, “Tour de France” paylaşımında göklerde dalgalanan bir Brötanya bayrağına da kıvançla yer vermiş. Gazapizm, “Unutulacak Dünler” parçasında “Gün gelecek teraziyi bu insanlar tekmeleyecek / Biz tanığız keşmekeşe / En önden arz edicez / Ben sesimden fark edicem yaşlandığımı" diyor. Yarın dünleri unutabilmek için bugünden harekete geçmek gerek. Ama telâşla, apar topar, ezbere, alelacele değil akılla. Yaşanılacak günler varsa, kaldıysa.

*düpedüz “Yürüyen/Yürüyüşte Cumhuriyet” diye çevrilebilir ancak kendimizi çağrışımlara kaptırırsak “Gayretullaha Gelen Cumhuriyet”, “Kalk Ey Ehl-i Vatan”, “Haydi (Bastır) Cumhuriyet” yahut terse çevirip “Cumhuriyetin Yürüyüşü” filan gibi karşılıklar da türetilebilir.     

**Provence-Alpes-Côte d’Azur

***dileyen okura değerli hocalarımız Ali Yaycıoğlu’nun “Tarihin Penceresinden CHP” ve Besim Dellaloğlu’nun Gazete Duvar’da çıkan son üç yazısını da okumalarını naçizane önermek isterim.  


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.