Frontex’in yeni vitrini ihlali gizlemeye yeter mi?
Ajans AB hukukuna bağlı olarak sınırların güvenliğinden sorumlu olmakla beraber, AB’nin yetkilendirmesiyle 2015’ten sonra AB’de politik krize neden olabilecek mülteci akınına karşı bir kalkan görevi üstleniyor. Tam da bu yetki genişlemesi, Frontex’in agresif ve hukuk dışı faaliyetlerine kapı açıyor.
Kürenin yedi gününde bu hafta, ABD Başkanı Donald Trump’ın 6 Ocak’ta ABD Kongresi’ne düzenlenen baskındaki rolü nedeniyle azledilmesi gündemde üst sırada yer aldı. Trump’ın asline dönük itham, Kongre’de, Cumhuriyetçi bazı üyelerin de desteğiyle, 13 Ocak’ta kabul edildi. Trump’ın nihai geleceğine ABD Senatosu karar verecek. Bununla beraber Trump, Kongre’nin iki defa “azledilsin” dediği tek ABD başkanı olarak tarihe geçti.
Öte yandan korona virüsüne dönük aşılama faaliyeti, dünyada devam ederken Türkiye de aşılamaya başlayan ülkeler arasına katıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bazı siyasi parti liderleri ve sağlık çalışanlarının bir kısmı aşılandı. Aşılama devam ediyorken, bazı ülkelerin vize işlemleri için aşı kartı talep etmesi, hatta yalnızca bazı aşılardan olunmuşsa vize verilebileceğine dönük iddia, aşı milliyetçiliği tartışmalarını yeniden gündeme taşıdı.
Ana gündemde bu iki konu baskın biçimde tartışmalarda yer bulurken, gündemde yeteri kadar yer bulamayan bir konu var: Avrupa Birliği Sınır ve Sahil Güvenlik Ajansı'nın (Frontex) yeni üniformalarının tanıtımı. Bu hafta bu üniforma değişikliği haberi çerçevesinde Frontex’e ve faaliyetlerine mercek tutacağız.
SINIRLARIN VE DEĞERLERİN BEKÇİSİ FRONTEX
Frontex’in dokümanlarına bakıldığında kuruluş, kendini şöyle tanımlıyor: Avrupa'nın özgürlük, güvenlik ve adalet alanını koruma çabalarının önemli bir parçası olarak dış sınırlara destek vererek, çoğumuzun kanıksadığı iç sınır kontrolleri olmaksızın serbest dolaşımı garanti etmeye yardımcı olmak.
Dokümanlardaki tanıma dikkat edildiğinde iki unsur dikkat çekiyor. İlk olarak Avrupa’nın sahip olduğu özgürlük, adalet ve güvenliğin bir mültecinin girişiyle beraber yıkılacağına dönük inanç. Bu değerler, belirli sınırlarla çevrili alanda yaşayan insanlara mahsustur ve mümkünse başkasının bu değerlere ulaşması engellenmelidir. Yani Avrupa bir özgürlükler adasıdır ve mülteci akınından korunmalıdır. İkincisi “çoğumuz” denilen tanımlama. Herhalde çoğunluğun içinde olmadığınızı biliyorsunuzdur, ikametgah belgeniz AB ülkelerinden birinin sınırlarına dahil değilse, üzgünüm ama çoğunluk olamazsınız, en fazla Avrupa’yı kıskanan bir kitle olabilirsiniz. Temel insan haklarına sınır çizen bu tanımlama aynı zamanda bazı insanların bazı değerlere sahip olmasını da toprak temeline indirgiyor.
Amacı bu şekilde tanımlanan Frontex, AB’nin en yüksek düzeyde fonlanan ajanslarından biri, yıllık bütçesi 500 milyon euro'nun üzerinde. Ayrıca AB adına üniformayla temsilde bulunan ilk yapı. Yeni üniformaların heyecanla tanıtılmasına neden olan da bu. Böylesine yüksek meblağ ile fonlanan ajanstan beklenen, Avrupa sınırının güvenliği ve mülteci kurtarma operasyonlarını güvenle yerine getirmesi. Ancak AB içinde soruşturmaya neden olacak şekilde Frontex’in hiç de insani işler yapmadığı anlaşılıyor. Frontex’e dönük soruşturma uyarınca duruma bakalım.
FRONTEX SORUŞTURMASI VE İSTİFALAR
Ajans AB hukukuna bağlı olarak sınırların güvenliğinden sorumlu olmakla beraber, AB’nin yetkilendirmesiyle 2015’ten sonra AB’de politik krize neden olabilecek mülteci akınına karşı bir kalkan görevi üstleniyor. Tam da bu yetki genişlemesi, Frontex’in agresif ve hukuk dışı faaliyetlerine kapı açıyor. AB içerisinde ultra milliyetçi ve popülist liderlerin, partilerin, Frontex hayranlıklarının da arkasında bu gerekçe var.
Frontex'in daha önce mültecileri püskürtmek için yardım taleplerini duyduğu halde işlem yapmadığı, mültecilere uluslararası hukuka aykırı biçimde davrandığı, Macaristan’ın mültecilere dönük kötü muamelesine göz yumduğu biliniyordu. AB’nin karanlık yüzü olarak anılan ajans bu davranışları için değilse de 2020’deki bir gelişme nedeniyle mercek altında.
Soruşturmaya neden olan gelişme Türkiye’yle de alakalı. Türkiye ile AB arasında mültecilerin bir pazarlık aracına dönüştürülmesi yeni bir durum değil. Geçtiğimiz yıl, beklenen yardımın güncel koşullara uymadığı gerekçesiyle Türkiye, mültecilerin Yunanistan başta olmak üzere Avrupa’ya geçmesi için sınırlardaki kontrolü kaldırdı ve bir anda binlerce mülteci botlarla ya da yürüyerek Avrupa’ya ulaşmak için yola koyuldu.
Mültecilerin girişini önlemek isteyen Yunanistan, AB’ye çağrı yaptı ve Frontex Yunanistan sınırına konuşlandı. Soruşturma konusu da burada başlıyor. Frontex’e, Ege Denizi'nde botlarla Yunan adalarına geçmeye çalışan göçmenlerin, uluslararası hukuka aykırı şekilde geri itilmesinde payı olma, bunu bildiği halde müdahale etmeme suçlamaları yöneltiliyor. Konuya dönük olarak Der Spiegel dergisinin yaptığı araştırmada Meriç operasyonuyla mültecilerin Meriç Nehri'ne sürüldüğü, yine yüzlerce mültecinin içinde olduğu botların Yunanistan ve Frontex tarafından “itme” yöntemiyle Türkiye karasularına dönmeye zorlandığının kayıt altına alındığı ifade edildi. Üstelik dergiye göre, Frontex olana sadece göz yummakla kalmamış, bizzat suça iştirak etmişti. Nitekim soruşturma devam ederken, Ajans’ın üst düzey de dahil bazı yetkilileri istifa etti.
Frontex bugün mercek altına alınıyor olsa da, ona bu yetki verilirken aslında örtük olarak yapacaklarına göz yumulmuştu. AB dahil, pek çok yapı ve devletin yaslandığı değerlerin ve buna inancın hiç de eşitlikçi olmadığı, mültecilere dönük politika ve stratejilerinde görülüyor. Yani herkes adil, eşitlikçi, hukuktan ve demokrasiden yana ama kendine yetecek kadar, mültecilere yok...
MERİÇ’TEN TRABLUS’A FRONTEX
Soruşturma konusu Ege’de yaşananlarsa da ajansın Ege’de yaşattıklarının Akdeniz için fikir vermesi zor değil. Ege’den farklı olarak mülteciler, Libya ile İtalya ve Malta arasında mekik dokuyor. Frontex gemilerinin, uçaklarının burada da mültecileri geri dönmeye zorladığı, gemilere çıktığında mültecilerin izni olmadan DNA’ları başta olmak üzere tüm sağlık ve özel bilgilerini topladığı defalarca kayıt altına alındı. Ancak, Akdeniz’i Ege’den ayıran, daha acımasız bir gerçek var. Libya, Afrika’dan Avrupa’ya göçün en önemli durağı. Ancak ülkenin 2011’den bu yana içinde bulunduğu iç savaş, istikrarsızlık, küresel güç mücadelesinin zemini haline gelmesi, yetkin bir mülteci politikasına engel oluyor. Buysa 21. yüzyılda başka türlüsüne alışık olduğumuz, ancak en ilkel halinin sadece kitaplarda olduğunu sandığımız bir gerçeği yüzümüze vuruyor: Kölelik. Mecaz değil, katıksız, kelimenin gerçek anlamıyla kölelik. Libya’dan umutla Avrupa’ya doğru yola koyulmak isteyen mültecilerin büyük bir kısmı, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (UNHCR) göre köle olarak satılıyor, kafeslerde alıkonuluyor. Parası olan kendi bütçesine göre köle alabiliyor. Nitekim bu kölelerin iç savaşlarda kullanıldığı kayıtlarda yer alıyor. Yeni olmayan, bu durumun neredeyse 10 yıldır sürüyor olması.
İşte Frontex’in dönmeye zorladığı derme çatma botlardaki insanlar iki seçenekle yüz yüze kalıyor. Seçenek denilince bunun bir seçime dayanmadığını söylemek lazım, belki şöyle demek daha uygun: Ölümlerden ölüm beğenme. Botun batması ve insanların açık sularda boğulması. İkincisi, daha ürkütücü, çünkü ölüm zor olsa da bir defa ölmek, herhalde her gün ölmekten evladır. İkinci durum, Frontex’in süpürdüğü botlar yeniden Libya’ya vardığında başlıyor. Kafesler, insanlığını yitirmiş simsarlar, alıcılar mültecileri bekliyor.
UNHCR’ye göre köleliğin, işkencenin, eziyetin bu kadar kolay uygulanıyor olmasının bir sebebi de bu mültecilerin önemli bir kısmının kaydının olmaması. Kayıtlarda bir mültecinin adının olmaması şu anlama geliyor: Başına bir şey geldiğinde; kimsenin onun ardına düşememesi, ona ne olduğunu merak etmemesi, merak etse de izini sürememesi, yani varlığı kayıt altında olmadığı için yokluğunun kanıtlanamaması.
Güncel bir örnekle anlatalım, hepimizin ayağa kalktığı Whatsapp’ın yeni veri politikasının dahi önemsemediği insanlar demek. Aslında bir devletin vatandaşı olarak, tüketici olarak şirketlerin verilerinde birer sayı olmamız yeni değil, ancak yine bir o kadar yeni olmayan, sınırların duvarlarına, uluslararası suların hırçınlığına ve simsarların insafına terk edilen milyonlarca insanın hayatının değersizliği. Kayıtları yok, AB’de ikamet etmiyorlar, telefonları yok, Whatsapp için iyi bir tüketici profili sunmuyor, gelecek vaat etmiyorlar, o zaman neden Frontex’in yeni üniformalı muhafızlarıyla ölüme ve köleliğe yollanmasınlar ki…
Mühdan Sağlam Kimdir?
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda doktorasını yapmıştır. Enerji politikaları, ekonomi-politik, devlet-enerji şirketleri ilişkileri, Rus dış politikası ve enerji politikaları, Avrasya enerji politiği temel ilgi alanlarıdır. Gazprom’un Rusyası (2014, Siyasal Kitabevi) isimli kitabın yazarı olup, enerji ve ekonomi-politik eksenli yazıları mevcuttur. Barış için Akademisyenler “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzaladığı için 7 Şubat 2017'de çıkan 686 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edilmiştir. 8 Kasım 2023'te Ankara İdare Mahkemesi kararıyla Mardin Artuklu Üniversitesi'ndeki görevine iade edilmiş, ancak 27 Şubat 2024'te İstinaf Mahkemesi kararıyla yeniden ihraç edilmiştir. 2017-2023 yılları arasında aralarında Gazete Duvar, Almonitor, Kısa Dalga ve Artı Gerçek'in de bulunduğu medya kuruluşlarında çalışmıştır.
'Ortadoğu’da Kürt meselesinin çözümü Türkiye'siz düşünülemez' 13 Kasım 2024
'Erdoğan Kürt Sorununu çözmeye değil stabilize etmeye çalışıyor' 04 Kasım 2024
Yapay zekanın açıldığı kapı: Nükleerin yeniden keşfi 30 Ekim 2024
Cumhuriyet'in 101. yılı: Demokrasi, laiklik, anayasa, eşit yurttaşlık 29 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI