Füsun Akatlı'yı okumak
Geçtiğimiz haftalarda Füsun Akatlı’nın yazıları 'Bütün Yazıları' genel başlığı altında dört cilt olarak yayınlandı. Bu yazıların yalınlığı, dolaysızlığı, abartısızlığı, nesnelliği ve içtenliği ile yazarların ve şairlerin ufkunu genişleteceği, estetik ve felsefi düşünce ortamına önemli katkı sağlayacağı kanısındayım. Akatlı’nın yazı üslubunu oluşturan tartışmacı, kavgacı ve “sohbet” özellikleri, okuru nasıl kırmadan, incitmeden yazılabileceğinin de örneklerini oluşturur.
Füsun Akatlı’yı ilk kez 1970’in sonlarında, Hacettepe Üniversitesi’nin Felsefe Bölümü'nde tanıdım. Öğretim üyesiydi. Bilge Karasu ve Oruç Aruoba da aynı bölümdeydi. Şiir, sanat, felsefe konuşmak için Beytepe Kampüsü’nde çalışan biri olarak sık uğradığım bölümün başkanı İoanna Kuçuradi’ydi. O günlerde, yani kırk yıl önce bölümün akademik kadrosunda birer asistan olan, bugünün değerli profesörleri sevgili İsmail Demirdöven’i, Harun Tepe’yi, Cemal Güzel’i ve Abdullah Kaygı’yı da selamlamadan geçmemeliyim. Bugünden geriye baktığımda, düşünüyorum da, Felsefe Bölümü, niteliğiyle ve niceliğiyle tam bir üniversiteydi. 1980 darbesinden sonra, eğitimde de yozlaşma süreci başladı. Felsefe bölümü de biraz erozyona uğradı. Oruç Aruoba ve Füsun Akatlı üniversiteden ayrıldılar. Bilge Karasu da aramızdan ayrıldı. Uzun yıllar sonra, Füsun Akatlı hocayla İstanbul’da, Doğuş Üniversitesi’nde karşılaştık. 1991’e kadar reklam sektöründe metin yazarı olarak çalıştıktan sonra, İstanbul Şehir Tiyatroları’na girmiş ve baş dramaturg olarak görev yapmış. 1998 ile 2005 yılları arasında Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nün kurucu başkanı olarak tekrar üniversitede görev almış. 2006’dan itibaren Doğuş Üniversitesi’nde, kurulmasında görev aldığı İletişim Bilimleri Bölümü’nün başkanlığını yapmış. Benim gibi Ankara’dan İstanbul’a gelip yerleşmiş, çeşitli vakıf üniversitelerinde akademik yaşamını sürdürüyordu. Elbette yazarlığını da… Hatta bana kalırsa Füsun hanım önce bir yazardı. Belki birçok insan onun öğretim üyesi olduğunu bilmezdi ve onu yalnızca yazar olarak tanırdı. Çünkü o genellikle akademik unvan kullanmazdı.
Füsun Akatlı’nın derli toplu yazılarını ilk kez 'Niçin Diyalektik?' adıyla yayınlanan kitabında okudum. Yazılarında bilgi alanı olan felsefeyi, yazınsal tür olan eleştiri ve denemeyle buluşturan bir dili vardı. Elbette bunda almış olduğu felsefe eğitiminin büyük payı vardır. Mezun olduğu Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin Felsefe Bölümü hocalarından Nusret Hızır’ın, Akatlı üzerinde büyük etkisi olacaktır. Bu etkiyi anlamak için Füsun Akatlı’nın 'Felsefenin Kıyılarında' adlı kitabında yer alan şu sözleri yeterlidir sanırım: “Nusret Hızır’ı 1962 yılında tanıdım. Tanıştığımızın ilk ayında kurulan yakınlığımız, 8 Mart 1980’e kadar, tam on sekiz yıl sürdü. Öğrencisi, asistanı, evladı gibi tuttuğu bir yakını, genç ruhunun tanıdığı olanakla arkadaşı, dostu oldum. Hocam, ustam, rehberim, baba figürüm, dostum oldu.” Felsefi düşüncenin edebiyat eleştirisiyle buluşmasında, İoanna Kuçuradi’nin, ilk baskısı 1980’li yıllarda yapılan, 'Sanata Felsefeyle Bakmak' adlı kitabında ifade ettiği düşüncelerin de etkisi olmuştur sanıyorum. Akatlı, 1980’li yıllarda, Türkiye’deki egemen sanat eleştirisi anlayışının daha çok “işlevsel sanat”ı, “görevci sanat”ı öne çıkaran, sanatın toplumsal yararını öncelikli ölçüt olarak savunan eleştiri anlayışına karşı daha özgür bir sanatı savundu.
Füsun Akatlı’nın edebiyat eleştirmenliği bağlamında yazdığı yazılar edebiyatımızın modernleşme sürecine de hız ve ivme kazandırmıştır diyebiliriz. Eleştirel deneme yazılarının merkezine aldığı yazarlar da bu dönemin özgün yazarlarıdır: Bilge Karasu, Leylâ Erbil, Adalet Ağaoğlu, Yusuf Atılgan, Hulki Aktunç, Tomris Uyar, Sevgi Soysal, Nezihe Meriç, Füruzan, Murathan Mungan, Oğuz Atay, Ferit Edgü, Orhan Duru, Pınar Kür, Selim İleri, Onat Kutlar…
Füsun Akatlı, bir söyleşisinde şöyle diyecektir: “Bir edebiyat ürününün içinde felsefe, bir felsefe yapıtının içinde edebiyat, olağanüstü bir uyum içinde sarmallanmamışlarsa, hangisi kazançlı ve baskın görünürse görünsün, ortaya çıkan yapıt da, felsefe ve/veya edebiyat da yara alıyor, zaafa düşüyor. (Bütün Yazıları 1,2016)” Gerçekten de edebiyat ile felsefenin ilişkisi her zaman bir sorunsal olarak canlılığını sürdürmüştür. Akatlı’nın dikkatimizi çektiği uyum, onun ifadesiyle “sarmallanmak”, bir edebiyat yapıtında, öykü, roman, oyun gibi bir kurmaca yapıtta, hatta şiirde gerçekleşmemişse, ortaya çıkan metin ne felsefe ne de edebiyat oluyor. Bu bağlamda şiirlerinde felsefi düşünceyi “sarmallamış” bir şair olarak Melih Cevdet Anday her zaman başarılı bir örnek olarak gösterilmiştir. Akatlı, Bilkent Üniversitesi’nin düzenlediği “Melih Cevdet Anday’ın Şiiriyle Geleceği Yaşamak” adlı sempozyumda şunları söyleyecektir: “…söz Melih Cevdet’e gelince şiirin içinde ‘düşünce’ öğesinin, ‘zihinselliğin’, ‘felsefe’nin izini sürme gereğini duyuyoruz? Elbette Anday bizi, özellikle ‘Kolları Bağlı Odysseus’ta, ‘Göçebe Denizin Üstünde’de, ‘Ölümsüzlük Ardında Gılgamış’ta bu izlerin peşine düşürmüştür. Ancak, kanımca, yüzeysel ve kestirme sonuçlara atlamak yerine, bu şiirlere şiirin araçları açısından ve onlarla eğilmekten şiirsel menfaatlerimiz olacaktır!” Öyle ya, eni konu üzerine konuşulan nesne, şiirdir, öyle değil mi?
Sanırım 2006’da, İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı'nda, Metin Altıok üzerine düzenlenmiş bir paneldeki konuşmacılar arasında Füsun hanımla birlikte ben de vardım. “Metin Altıok acının şairi değil, acının kendisidir” dediğimde, Füsun hanımın onaylayıcı jest ve mimiklerini unutamam. Demek eski eşinin bir şair olarak özgünlüğünü de objektif olarak gözlemleyebiliyordu. Ne diyordu Metin Altıok, “Kar” adlı şiirinde:
“ …Diz boyu birikmiş kar içinde
Yürürdük uzatarak açtığımız kanalı,
iki kar güvesi gibi sokaklarda seninle
Anardık bütün yitik aşkları
Bu karlı kış gününde.
Güngörmüş dağlara karşı
Sımsıcak öpüşürdük sarılıp birbirimize.
-Sevgilim, yanımda olsaydın keşke!”
Geçtiğimiz haftalarda Füsun Akatlı’nın yazıları 'Bütün Yazıları' genel başlığı altında dört cilt olarak yayınlandı. Bu yazıların yalınlığı, dolaysızlığı, abartısızlığı, nesnelliği ve içtenliği ile yazarların ve şairlerin ufkunu genişleteceği, estetik ve felsefi düşünce ortamına önemli katkı sağlayacağı kanısındayım. Akatlı’nın yazı üslubunu oluşturan tartışmacı, kavgacı ve “sohbet” özellikleri, okuru nasıl kırmadan, incitmeden yazılabileceğinin de örneklerini oluşturur.
Akatlı, bir yazar olarak onu tanıdığım, 'Niçin Diyalektik' adlı ilk kitabında, diyalektik felsefenin özelliklerini şöyle açıklar: “…Bu felsefe, açıklamak ve yorumlamakla yetinmez, değiştirmeyi de amaçlar. Dinamiktir. Durağan olmayan doğanın, durağan olmayan yaşamın, durağan olmayan insanın, felsefesi de durağan olmamalıdır. Hatta giderek diyebiliriz ki, diyalektik materyalizm, klasik anlamıyla bir felsefe değil, bir yöntemdir, insan düşüncesine bir anahtardır. Diyalektik materyalist dünya görüşü, insanı tüm yabancılaşmalardan, ekonomi alanında olduğu kadar düşünce alanında da yabancılaşmalardan kurtulmaya çağırır. "
Evet, dünyayı yorumlamak, açıklamak ve değiştirmek isteyenlere Füsun Akatlı’yı okumalarını öneririm.