Futbol işgal altında
Spor dünyasından Rusya’ya gelen tepkiler gayet yerinde ve anlamlı. Küçük bir detayı saymazsak: Şu an feshedilen anlaşmalar aynı kişiler tarafından imzalamıştı…
Putin’in doymak bilmez neo-Petrocu iştahı gelip Kiev’e dayandı. Belirsizliğin hüküm sürdüğü savaş ortamında, sporları ve kulüpleri yönetenler birtakım yaptırım ve kınamalarla Rusya’ya tepkisini gösteriyor. Spor ve savaşın yolları ilk kez kesişmiyor, ancak içinde bulunduğumuz çağa özgü bazı tuhaflıklar var…
SAVAŞ DİLİ VE FUTBOL
Rekabete dayalı her oyunun dilinde savaşın yankısı duyulur. Etkileşim sözcük dağarcığıyla başlar. Futbol terminolojisi askeri literatürden alıntılarla dolu: “Şut” (ateş etmek), “vole” (grup ateşi), “kale”, “hücum”, “savunma”, “kontratak” (karşı saldırı), hatta taktik, strateji gibi tabirler askeriyeden alınma. Oyunu anlamak ve anlatmak için akın, bozgun, kaleyi topa tutmak, bombacı, füze gibi sözcükler kullanılmasına aşinayız.
Dildeki geçişkenlik tarihte de söz konusu. Futbol geçmişte defalarca savaşın gölgesine girdi. Oyunun henüz uluslararası organizasyonlara sahip olmadığı dönemde, I. Dünya Savaşı ulusal liglere ara verdirmiş, birçok genç futbolcu cepheye gidip geri dönememişti. Dünya Kupası açısından büyük darbeyi vuran ise II. Dünya Savaşı oldu. 1938’deki şampiyonanın ardından 1942 ve 1946 boş geçildi ve ancak 1950’de geri dönebildi.
Simon Kuper’in futbol literatürünün en ünlü kitabına “Football Against the Enemy” (“Düşmana Karşı Futbol”; gerçi bizdeki çevirisiyle “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir” adıyla yerleşti) ismini vermesi boşuna değildi. Örnekler muhtelif: 6 Ağustos 1942 tarihli “Ölüm Maçı” sonunda, Nazileri bütün tehditlere rağmen yenen Dinamo Kiev oyuncularından bazıları öldürüldü. 1969 yılında El Salvador ile Honduras arasındaki Dünya Kupası eleme maçının ardından “Futbol Savaşı” adı verilen ve 2 bin 100 kişinin öldüğü 100 saat süren çatışma yaşandı. 1974 Dünya Kupası elemelerinde Sovyetler Birliği muhalifleri stadyumlarda hapis tutan ve infaz eden faşist Pinochet yönetimindeki Şili’ye gelmeyi reddedince, Şili takımı rakibi olmadan sahaya çıkıp Sovyetleri “yendi”. Maradona 1986 Dünya Kupası’nda Arjantin-İngiltere maçındaki “Tanrı’nın Eli” golünün kerametini Falkland Savaşı’na yordu. 13 Mayıs 1990’daki Dinamo Zagreb-Kızılyıldız kapışmasında Dinamolu Zvonimir Boban’ın Sırp polise attığı tekme Yugoslavya iç savaşının katalizörlerinden biri olarak görüldü…
Maalesef yenileri de eklenebilir. Rusya 24 Şubat sabahı Ukrayna’ya girdi. Putin’in hamlesi sürpriz değildi, ama ölçeğinin bu denli büyük olması beklenmiyordu. Olayın üzerine bütün dünyadan Rusya’ya tepki, Ukrayna’ya destek yağıyor.
Spor âlemi de aynı görüşte. Formula 1 pilotu Alman Sebastian Vettel, Rusya Grand Prix’si yapılırsa yarışmayacağını söyledi; ardından Formula 1 yönetimi resmî açıklamayla yarışı takvimden çıkardığını duyurdu. Spor kulüplerinin sosyal medya hesaplarından “Savaşı Durdurun” çağrısı yapılıyor. İsveç, Polonya ve Çek futbol federasyonları mart ayında Rusya’da oynanacak Dünya Kupası play-off maçlarının başka ülkeye alınmasını istedi. UEFA, FIFA, Uluslararası Olimpiyat Komitesi gibi dünya sporunun yönetici kurumları ve bunların başındaki kişiler de yaşananları kınıyor, yaptırımlar yürürlüğe koyuyor, devamını planlıyor.
Kulüpler düzeyinde ise Manchester United, Rus havayolu şirketi Aeroflot ile sponsorluk sözleşmesini feshetti. Yine çoğunluk hissesi Rus devletine ait olan Gazprom enerji grubunun adını formasının önünde taşıyan Schalke 04, hafta sonu oynayacağı maçta firmanın adını kullanmayacağını açıkladı.
Tüm bu anlaşmaları sonlandırma veya askıya alma kararları son derece yerinde ve anlamlı. Küçük bir detayı saymazsak: Şu an feshedilen anlaşmalar aynı kişiler tarafından imzalamıştı…
NEREDEN ÇIKTI BU PUTİN?
Süreç yokmuş gibi yapıp sonuca hayret etmek Türkiye’ye özgü bir hastalık değil. Bugüne nasıl gelindiğini göz ardı edip şimdi yüksek sesle bağırmakta insanın içine sinmeyen bir şey var. Aslında Ukrayna diye bir devlet olmadığını, olamayacağını söyleyen Vladimir Putin -sürpriz!- 20 yıldır iktidarda ve bu sürede 11 kez komşu bölgelere ya bilfiil saldırdı ya da vekalet savaşı yürüttü. Anlayabildiğim kadarıyla ABD, Avrupa ve NATO’nun Soğuk Savaş bitmemiş gibi davranmaktaki ısrarının beslediği bir ruh halinin ürünü olan Putin, uzatmalı iktidarında elde avuçtakini tüketince koltuğa tutunmak için önce geçmişi kendisine göre düzeltti, şimdi o uydurma geçmişle uyumlu yeni bir gelecek inşa ediyor. Batı yaptırımlara başladı ve devam edecek, ama Rusya Çin’e fazla yanaşmasın diye “çok da şey edilmeyecek” gibi görünüyor. Velhasıl kelam, yine suçsuz insanlar ölüyor, dünya izliyor.
Halbuki dünyanın daha aktif katılım gösterdiği durumlar oldu. Sporu yönetenler yirmi yıllık yolculuğu boyunca Rus lideri yalnız bırakmadı. Putin iktidarına epey cömert davranıldı, bir sürü organizasyon ihsan edildi. 2013 Üniversite Oyunları (Kazan), 2014 Kış Olimpiyatları (Soçi), 2018 FIFA Dünya Kupası, 2008 (Moskova) ve 2022 (Saint Petersburg) Şampiyonlar Ligi finalleri Rusya’ya verilirken kimseden dişe dokunur bir itiraz gelmedi. Putin aşağı yukarı aynı Putin’di. Ukrayna’da kendi desteklediği hükümetin devrilmesinden bu yana dengesi iyice şaştı. 2014’te Kırım’ı ilhak, Ukrayna’nın doğusundaki Donbas bölgesini işgal etti. Bölgenin meşhur takımı Şahtar Donetsk beş yıldır maçlarını Harkiv’de oynuyor. Ama bugüne dek UEFA’dan da başkalarından da çıt çıkmamıştı. FIFA Başkanı Infantino’nun Putin’le sarmaş dolaş görüntüleri her yeri süslüyordu. Şimdi bir aklanma şovu sahneye koyuluyor.
GLOBAL DERTLER
Geçmişteki savaş-futbol kesişimlerini kavramak görece basitti. Bir tarafta Pinochet, Franco, Mussolini varsa diğer tarafı seçip kendinizi vicdanen rahat hissedeceğiniz bir konum alabiliyordunuz. Savunduğunuz veya sempati duyduğunuz ideolojiye göre bazı ülkeler ve kulüpler iyiydi, doğruydu; karşısındaki ise kötü ve yanlıştı. Ama küresel post-endüstriyel futbolu belirleyen karmaşık çıkar ilişkilerini ayıklamak o denli kolay değil. Elinizdeki değerli ürüne sırf ederinden daha fazla para veriyor diye kulüp-devletlere ve servetinin kaynağı şüpheli -hatta şüphesiz- sahiplere kucak açmanın sonuçları bir bir ortaya seriliyor. Trajikomik olan ise buna hayret edilmesi.
Mesela perşembe günü İngiliz Parlamentosu’nda İşçi Partisi’nden bir milletvekili 19 yıl gibi kısa bir süre sonra çok ilginç bir gerçeğin farkına vardı: Meğer Chelsea’nin sahibi Roman Abramoviç, Rus devletiyle yakın ilişkileri sayesinde haksız rant elde ediyormuş; bu yüzden İngiltere’ye girememeliymiş, malvarlığına el koyulmalıymış, hatta Chelsea kulübüne toptan el koyulsa yeriymiş. Henüz somut bir adım atılmış değil. Ada siyaseti, Abramoviç’in yatçıkları olan bir masum değil, Sovyetler Birliği sonrası dönemde “yağma Ivan’ın böreği” anlayışıyla idari kadroların yandaşlarına dağıtılan enerji şirketleriyle semirmiş bir “oligark” olduğunu öğrenmenin şokunu yaşıyor. Bakarsınız yarın öbür gün Amerikalılar ve Araplarla da tanışırlar.
Tek sorun tartışmalı sahipler değil. Kulüplerin tarihsel kimliğiyle yeni sponsorları ciddi çelişkiler var. Mesela Gelsenkirchen merkezli Schalke, madenci kulübü olmakla meşhur. Hatta Veltins-Arena’nın çıkış tüneli, kömür madeni galerisi şeklinde. Futbolculara kentte kendilerinden çok daha zor meslekler yapan emekçiler bulunduğunu, bunun bilinciyle mücadele etmeleri gerektiğini hatırlatıyor. Gayet de anlamlı. Velakin Schalke’nin ana sponsoru ve formasının üzerinde yazan marka, çoğunluk hissesi Rusya devletine ait olan Gazprom adlı enerji şirketi. Aynı şeyler Barcelona’nın geçmişteki Qatar Airways ya da Arsenal’ın devam eden Ruanda sponsorlukları için söylenebilir.
Daha birçok kulübün benzer ilişkileri var. Bugün Putin’i -ve yarın belki Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’i ya da Körfez ülkelerini- lanetleyenler, yıllardır bu kişilere hem maddi kaynak hem de hukuki meşruiyet sağlayarak iktidarlarını pekiştirmelerine katkıda bulunuyor. “Halkın takımı” olarak tanınan spor kulüpleri, kuruluşları ve organizasyonları, dünyanın farklı yerlerindeki başıboş diktatörlerin hem kendi hem “düşman” halklara yaptığı zulmü dolaylı yoldan beslemeye de devam ediyor.
Neoliberal küreselleşmenin genelde sporu, özelde futbolu getirdiği bu durumu değiştirmek isteyen var mı, orası belli değil. Galiba iş yine kolektif sağduyuya, yani taraftara düşüyor. Gelgelelim orası da karışık. Newcastle United taraftarının büyük bölümü Suudi hükümdarlığının işlediği suçlar yerine parıltılı transferlerle ilgilenmeyi tercih etti. Benzer durumdaki çoğu sporsever, “Gerçek sorumlular izin verdikten sonra biz niye dertlenelim” diye düşünüyor.
İNSANLAR VE SİYASETÇİLER
Kendilerince haklı sayılabilirler, ama doğru rotada olmadıkları kesin. Biz siyasetçi değil, insanız. Bu yüzden taraf seçmek veya “bize ne düşer” diye düşünmek yerine şiddetin durmasını istemekten başka çaremiz yok. Neyse ki spor dünyasında bunu yapan bireyler var. Ukraynalı veya Ukrayna’da çalışan birçok spor insanı işgali kınadı. Manchester City menajeri Pep Guardiola, Ukraynalı oyuncusu Oleksandr Zinçenko’yu desteklediklerini belirtti. Napoli-Barcelona Avrupa Ligi maçında futbolcular hep birlikte “Savaşı Durdurun” pankartı açtı.
Şu ana kadarki en cesur tepkiyi veren ise Rusya Milli Futbol Takımı oyuncusu Fedor Smolov oldu. Smolov’un kariyerini ve belki de daha fazlasını riske atarak savaş karşıtı açıklama yapması kıymetliydi.
Bu arada UEFA’dan beklenen açıklama geldi. Rus ve Ukrayna takımları Avrupa kupalarındaki iç saha maçlarını tarafsız sahada oynayacak. 28 Mayıs’taki Şampiyonlar Ligi finali de Saint Petersburg’dan Paris’e taşındı. Bence küresel futbolun yeni düzenine Dubai veya New York daha çok yakışırdı. Hem çeşitlilik artırılmış, yeni pazarlara yelken açılmış olurdu. İşin aslı, hiç oynanmasa da olur. Çocukların bombardıman korkusundan evinin önünde top oynayamadığı bir dünyanın değirmenine su taşıyacaksa, varsın bir Şampiyonlar Ligi finali eksik kalsın…