Futbolumuzun 90 dakikalık hâl-i pürmelâli
İki takımın da maç boyunca kaybetmekten ödü koptu. Ve sonunda yalnızca tek bir isabetli şutun atıldığı, buna karşın tam 45 faulün yapıldığı, topun durmaksızın en fazla 1 dakika 44 saniye oynandığı ve sadece 43 dakika boyunca oyunda kaldığı bir derbi izledik. Bunca harcanan paranın, yapılan afra tafranın, satılan cakanın, edilen tantananın neticesi bu işte; eziyet dolu bir futbol ve hayatlarımızdan çalınıp giden iki saat.
Tarihlerinin en iyi sezonlarından birini geçiren Fenerbahçe ve Galatasaray. 16 maçta sadece beş puan kaybetmişler. Henüz ilk yarı bitmeden en yakın rakipleriyle aralarına çift haneli puan farkı koymuşlar. Süper Lig’in uzak ara en pahalı, gösterişli ve kaliteli iki kadrosu karşı karşıya.
Her ne kadar Fenerbahçe-Galatasaray fikstürü, seyirlik anlamında çok şey vadeden bir futbol derbisi olmasa da, iki takımın karşılaşmasından bu defa beklentiler büyüktü.
İki teknik direktörün başlangıç kadrolarındaki tercihleri de bu beklentileri biraz daha büyüttü. İki takımda da tutucu orta sahalar İsmail Yüksek ve Kaan Ayhan kenardaydı. İsmail Kartal, Fred’in yokluğunda Miguel Crespo’nun yanına uzun süredir orta sahada görülmeyen İrfan Can Kahveci’yi çekmiş, onun sağ kanatta boşalttığı yerine de Cengiz Ünder’i tercih etmişti; Okan Buruk da Lucas Torreira’nın yanına Kerem Demirbay’ı, önüne Dries Mertens’i koymuş, başka bir deyişle tıpkı meslektaşı gibi yaratıcı ve hücuma dönük bir merkez üçlüyü seçmişti.
AH ŞU İYİMSERLİĞİMİZ!
Yoksa iki takımın da savunmadansa hücumu düşüneceği, alanları korumaktansa boşluk yaratmaya çalışacağı, kaybetmemektense kazanmayı isteyeceği keyifli bir derbi bizi mi bekliyordu? Yine iyimserliğimizin kurbanı olmuştuk. Kâğıt üzerinde birbirinden kaliteli oyuncular sahadaydı, ama bunu bize göstermemeye yemin etmişlerdi sanki. İki takım da elinde avucunda ne varsa birbirinden saklamanın peşindeydi.
Fenerbahçe kendi sahasında oynamasına rağmen neredeyse hiç önde basmadı rakibine. Galatasaray’ın hata yapmasını bekleyip durdu. Buna karşın sarı-kırmızılılar da topa hâkim olsa da rakibi karşısında bir baskı kuramadı. Barış Alper Yılmaz’ın sol bekten taşıdığı toplar dışında hiç etkili olamadı. Daha ziyade kendi yarı sahasında topla oyalandı. Nasılsa karşılarında kendilerini zorlayan bir rakip de yoktu.
İki takımın ne şişin ne kebabın yanmaması için gösterdikleri bu olağanüstü gayrete maçın hakemi Arda Kardeşler de iştirak etti. İlk yarı boyunca tam yirmi faul olurken, bunların çoğu iki takım oyuncularının en ufak bir müdahalede kendilerini yere bıraktığı pozisyonların neticesinde gerçekleşti. Madem oyuncuların futbol oynamaya niyeti yoktu, hakemin de canına minnetti. Oyunun bu kadar durduğu ilk yarıya sadece bir dakika uzatma vererek kendince dalgasını bile geçti.
Maça dair tek umudumuz, iki takımdaki bireysel yeteneklerin bir an gelip zincirlerini kırması ve bizi ayağa kaldıracak bir şeyler yapmalarıydı. Bu da gerçekleşmedi. Dusan Tadic, oyunda kaldığı 70 dakika boyunca sadece dört isabetli pas verebildi. Eski takım arkadaşı Hakim Ziyech’in de ondan farklı bir yanı yoktu. Mauro Icardi yalnızca 15 kez topla buluşabildi. Ligin en yaratıcı beki Ferdi Kadıoğlu sadece bir driplingle oynadı. Dries Mertens, İrfan Can Kahveci, Kerem Aktürkoğlu, Cengiz Ünder… Hiçbiri ortada yoktu.
GALEANO’NUN KEMİKLERİ SIZLADI
"Şimdilerde on bir oyuncunun on biri de kale direklerine asılmış, gol yememeye çalışıyorlar; doğal olarak da gol atmaya vakit kalmıyor" diye betimler günümüz futbolunu Eduardo Galeano, güzelim kitabı Gölgede ve Güneşte Futbol’da. İki tür futbol vardır ona göre; atak ya da ürkek futbol. Futbolun ürkeklik tarafından esir alındığından, çünkü cesaretin kâr sağlamadığından bahseder.
Profesyonel futbolun gün geçtikçe daha zevksiz bir spor dalı durumuna geldiğini, maçı kaybetme endişesinin verdiği stresin, futbolu giderek daha fazla hıza ve kuvvete dayanan bir ortama doğru sürüklediğini, artık daha çok koşulduğunu, ama daha az riske girildiğini söyler. Modern futbolcular ise “başarı sağlamada ya da hezimeti önlemede uzmanlaşmış görevliler” idir onun için. Bu futbolcuların yoksun bırakıldıkları bir özgürlükten de söz eder: İçlerinden geldiği gibi oynama özgürlüğü.
Oynamaktan yoksun bir futbol, Galeano’nun deyimiyle ürkek futbol, dün akşam da Kadıköy’deydi. İki takımın da maç boyunca kaybetmekten ödü koptu. Bunun neticesinde de tek isabetli şutun atılıp tam 45 faulün yapıldığı, topun durmaksızın en fazla 1 dakika 44 saniye oynanabildiği ve sadece 43 dakika boyunca oyunda kalabildiği bir derbi ortaya çıktı. Başka bir deyişle, bunca harcanan paranın, yapılan afra tafranın, edilen tantananın satılan cakanın neticesi; hayatlarımızdan çalınan iki saat oldu.
Üstelik beş gün sonra Süper Kupa maçında bir daha karşılaşacak bu iki takım. Hazır maç da Suudi Arabistan’da oynanacakken, boykot mu etsek, ne yapsak?