Futbolun Kayıp Sanatları (13): Çepel
Şili liginde bir oyuncu maça çıkarken yanına toplu iğne almış, hakeme çaktırmadan her fırsatta rakiplerine batırmıştı…
Her oyun gibi futbol da kazanmak için oynanıyor. Ama zafere farklı yollardan gitmeye çalışanlar da var. Futbolun kayıp sanatlarında sıra, kirli bir sanatta…
ÇEPEL
İngilizler “cheat” veya “cheating” diyor. Sözlük anlamı bir durumu kendi lehine çevirmek için karşınızdakini aldatmak, hile yoluyla avantaj elde etmek. İş üçkağıda gelince bizim de zengin bir söz dağarcığımız var: Pislik, çamur, dalavere, hile, düzen, tezgâh gibi kelimeler seçilebilir. Müsaadenizle ben biraz daha geçmişte kalmış “çepel” tabirini kullanacağım.
Futbolda sonsuz hile imkânı var: Yönetim seviyesinde finansal, hukuki hileler yapmak, takım olarak iyi pas yapan bir rakibi ağırlayacağınız maç öncesi sahayı suya boğup patates tarlasına çevirmek mümkün. Şike ve doping gibi suçlar baki. Taraftarsanız rakibin kaldığı otelin önünde sabaha kadar davul çalıp, penaltı atacak oyuncunun gözüne lazer tutabiliyorsunuz. Ancak biz oyuncuların – ve bazen kulübe efradının – saha içindeki alicengizlerine odaklanacağız.
Yaygın çepeller listesi kabarık: Küçük veya sıfır temasta kendini yere bırakmak (Arjen Robben), yapılan faulü abartmak (Neymar), topun elinize çarptığını belli etmemek için yüzünüzü tutmak (Sergio Ramos), elle oynamak hatta gol atmak (Diego Maradona), penaltı noktasını eşelemek (Fabio Bilica), rakibi ısırmak (Luis Suarez), üzerinize vurulan topu farklı bir yere gelmiş gibi gösterip abartarak rakibinizi attırmak (Rivaldo), penaltıda bir iki adım öne fırlamak, üst direği sarsarak, sözde atlayacağı köşeyi göstererek rakibin dikkatini bozmak (bütün kaleciler), vakit geçirmek için kramplar geçirivermek (sadece öndeki takım oyuncularına kramp girmesi tıbbın en büyük gizemlerinden biri), marke ettiğiniz oyuncuya küfür ve tekme savurmak (Diego Simeone), taç çizgisinin dışında sakatlanıp zaman geçirmek adına kendini içeri atıvermek, cezalı olacağınız maçı seçme amacıyla kasıtlı kart görmek, hakeme doğru hayali kartlar sallayarak kart istemek, golden sonra ağlardaki topu alıp bir an evvel santra yapmak isteyen rakibe izin vermemek.
SENİN ETİĞİN SANA, BENİM ETİĞİM BANA
İlk bakışta etik dışı görünüyor. Özellikle İngiltere, Kuzey Avrupa, Avustralya ve ABD’de kendini yere atmak gibi hareketler bir nevi tabu olarak görülüyor ve sportmenliğe sığmadığı düşünülüyor. Ancak dünyada ne kadar insan varsa o kadar etik anlayışı var. Avrupa’da ayıp ve günah sayılan birçok hamle Latinler için sorun yaratmıyor; hatta kimi örneklerde takım için kendini feda etmek olarak görülüp yüceltiliyor.
Lyon ve Metz’te forma giymiş Paraguaylı santrfor Roberto Cabanas farkı şöyle anlatıyor: “Güney Amerikalılar futbolu Avrupalılar gibi oynamaya hazır değil. Sizin kirli oynamak dediğiniz şeye biz futbol diyoruz.”
Aynı düşünen başkaları da var. 15 yıl önce bir Sampdoria-Roma maçında çıkan arbedede oyuncular birbirine girmiş, maçtan sonra televizyon görüntülerine bakılmış, Sampdoria’dan Diana’nın parmağını rakip savunmacı Cufré’nin gözüne soktuğu görülmüştü. İlginçtir, Diana’ya verilen cezaya en çok karşı çıkan, olayın mağduru Arjantinli Cufré oldu: “Futbol böyle bir oyun; bazı şeyler sahada kalmalı ve sonradan gündeme getirilmemeli. Tahrik ve tekme de oyunun parçası.”
HOCALAR DA İSTİYOR
Çepel, futbolcularla sınırlı değil. Athletic Bilbao’da üç kez hocalık yapan Javier Clemente oyuncularının “fazla iyi” olmasından yakınıyordu: “Ömrümde böyle şey görmedim. Tekme yesek bile ayakta kalıyoruz. 23 oyuncudan sadece ikisi işin inceliklerini biliyor. Size bir şey yapılınca karşılık vermeniz gerekir” diyordu. Benzer şikayetler Tottenham’ı çalıştırdığı günlerde José Mourinho’dan da gelmişti. Ekibinin fazla nazik olduğunu, bu şekilde bir şey kazanamayacaklarını iddia ediyordu.
İş saha içi hileye geldi mi Mourinho’nun sözüne güvenmekte fayda var. 2003 UEFA Kupası yarı finalinde Porto’nun başında olan Mourinho, hızlı bir taç atışıyla kontratak başlatmak isteyen Lazio’lu Castroman’ı durdurunca kırmızı kart görmüş, ama sezon sonunda takımına kupayı getirmişti. Portekiz Ligi’nde de önünden kaçan bir kanat oyuncusunu formasından çekip kulübeden atılmıştı.
GERÇEK KÖTÜLER
Latinlerin kötü şöhreti sebepsiz değil. Arjantin ve Uruguay ise genellikle çepel erbabı olarak biliniyor ve karşılıklı hileleri 1930’daki ilk Dünya Kupası’na kadar uzanıyor. Ama yalnız değiller. 1990’ların sonunda Reggina’da oynayan Giacomo Tedesco, Cagliari forması giyen Nelson’un hasta kızıyla dalga geçince dayağı yemiş ama rakibini attırmıştı. Real Madrid efsanesi Michel’in, saçlarıyla meşhur Valderrama’nın oralarını avuçladığı pozisyon meşhur. Suyunu çıkaranlar da var: 2006 yılında Şili’de Audax takımından bir oyuncu sahaya çıkarken yanına bir toplu iğne almış, hakeme çaktırmadan her fırsatta rakiplerine batırmıştı.
1978’de Dünya Kupası’nı kaldıran Arjantinli Américo Gallego’nun alametifarikası ise serçeparmağının tırnağını hiç kesmeyip maç içindeki hırgür sırasında jilet gibi kullanmasıydı. Bir keresinde Paolo Rossi’nin boynuna attığı çiziği gururla anlatacaktı.
İspanyol Juanfran ise Real Madrid B takımı günlerinde tuhaf bir maddenin kurbanı oldu: Rakibi Juanfran’la önce tokalaşmış, sonra sever gibi yaparak elini yüzünde gezdirmiş; birkaç dakika sonra Juanfran’ın gözleri başta olmak üzere bütün yüzünde korkunç bir kaşıntı başlamıştı.
Latinlerin hile eğilimi doğuştan kötü olmalarından kaynaklanmıyor. Avrupa’nın aksine daha zor şartlarda büyüyen çocuklar, futbolda ve hayatta ayakta kalabilmek için küçük yaştan itibaren yan yolları sapmayı mecburen öğreniyor. Rekabet daha sert, şartlar daha zorlu; futbolcu olmak ile gecekondu mahallesinde kalmak arasındaki fark çok büyük. Üstelik sadece sizin değil ailenizin yaşamını da bütünüyle değiştirme ihtimali var.
YILDIZLARIN ARKASINDA
Hileye başvuranlar genellikle rakibi mağlup etmenin başka yolu olmadığı kanaatiyle hareket ediyor. Bu yüzden saha içi pisliklere en maruz kalanlar en büyük yıldızlar oluyor. Bugünlerde Adana Demirspor’u çalıştıran Vincenzo Montella, Roma’daki takım arkadaşı Totti’nin küfür, tekme ve müdahalelere gösterdiği sabrı inanılmaz buluyordu. Pelé, Juventus’un Uruguaylı sert savunmacısı Paolo Montero’nun daha da sert babası Julio’ya, “Top ayağımdayken tamam ama en azından top yokken tekme atma” diyerek adil bir teklifte bulunmuştu. Kötü muamelenin en ünlü hedeflerinden Maradona ise sert markaj uygulayan bir rakibine maç boyu ne kadar çirkin olduğunu söyleyip sinirlerini bozmuş, nihayetinde oyuncu hakeme gidip “Bana çirkin diyor!” diye şikâyet etmişti. Büyülü ayaklar yıllar boyunca yeşil zeminde her tür çepele maruz kaldı. Hatta bu kadar çok pisliğin hedefi olmak büyüklüğün şanından sayıldı. Yıldızlar ise esas adiliğin futbolu çirkinleştiren tekme ve fauller olduğuna inandı.
EN ÜNLÜLER
İki olay ise yaşandıkları sahne itibariyle öne çıkarılmaya değer. Birincisi 1990 Dünya Kupası son 16 turundaki Arjantin-Brezilya maçı. İddiaya göre mücadelede Arjantinli bir oyuncu sakatlanınca sahaya giren sağlık görevlisi Miguel di Lorenzo, sıcaktan bunalmış serinlemek isteyen Brezilyalı Branco’ya zehirli su vermişti. Branco birkaç dakika içinde başının döndüğünü ve ayakta zor durduğunu hissetti. Hile konusunda uzman sayılan Arjantin teknik direktörü Carlos Bilardo’nun, “Olmadı diyemem” ifadesi ve Maradona’nın “diğer Brezilyalılara da içirmeye çalıştım” şakası şüpheleri pek dindirmiyor. Ama Brezilyalıların iddialarına rağmen FIFA olay hakkında soruşturma açmadı ve gerçekte ne olduğu hala bilinmiyor.
İkincisi ise daha taze. 2006 Dünya Kupası finalinde uzatmanın son dakikalarında Fransa’nın kaptanı ve her şeyi Zinedine Zidane’ın Marco Materazzi’ye attığı kafa futbolun en ünlü anlarından biri. Kafayı atan Zidane olsa da – kariyerinde daha önce de benzer eylemleri olmuştu – iddialara göre gerçek hilebaz Materazzi’ydi. Gaddarlığıyla ünlü İtalyan oyuncunun Zidane’a ne söyleyip çileden çıkardığı hala meçhul. Neticede Fransa penaltılara Zidane'sız gidip finali kaybetti. Materazzi ise finalden birkaç ay sonra “Zidane’a aslında ne dedim?” adında bir kitap çıkardı ve gelirini bir yardım kuruluşuna bağışladı.
BİTTİ Mİ?
İnsanın olduğu yerde hile bitmeyeceği için sahadaki çepel de son bulmayacak. Bugünün oyuncuları da kendini yere atıyor, serbest vuruşta önünden çekilmeyen rakibe topu vurdurarak sarı kart görmesini sağlıyor; hatta hakemin sıktığı köpüğü eliyle alıp daha avantajlı bir noktaya taşıyanlar bile var.
Ancak çepelin en büyük özelliği çaktırmadan yapılması ve yakalanılmamasıydı. Sayısız kamera ve Hazreti VAR eski tip hilelerin büyük bölümünü literatürden çıkardı. Fair Play adına olumlu bir gelişme gibi görünse de hile bitmedi, sadece yer ve şekil değiştirdi. Küresel futbolun küresel yönetiminde gördüğümüz dalaverelerin yanında, saha içinde küfreden bir savunma oyuncusunu melek sayabiliriz…