YAZARLAR

Futbolun kayıp sanatları (6): Şapka takmak

Kısa süre önce Faroe 2. Ligi’nde yılın oyuncusu seçilen fork-lift operatörü Knudsen, ponponlu beresiyle Avusturya karşısında destan yazacaktı…

Hemen her spor gibi futbolun da sıkı kıyafet kuralları var. Kolyeden krampon çivilerine, kan bulaşmış formadan yüzüğe kadar birçok takı ve ekipman, oyuncu sağlığı başta olmak üzere çeşitli sebeplerden dolayı yasak ve kısıtlamalara tabi tutuluyor. Ancak kalecilerin keyfe keder kullanabileceği bir aksesuar hâlâ mevcut: Şapka.

CHAPEAU, SOMBRERO, HAT-TRICK

Şapka futbol dünyasına farklı kapılardan girmiş bir kelime. Latinler ve Fransızlar topu rakibin üzerinden geçirerek atılan çalımlar (örn. Cafu’nun Nedved’e, Ronaldinho’nun Athletic Bilbao savunmasına yaptığı terbiyesizlikler!) için şapka anlamındaki “sombrero”, “chapeau” sözcüklerini uygun görmüş. En bilindik kullanım ise “şapka hilesi” anlamındaki, aynı maçta üç gol atmaya karşılık gelen “hat-trick”. Kraliçe Victoria döneminde sihirbazların şapkadan üç tavşan çıkarmasına atıfla, ilk olarak krikette kullanılan tabirin 150 yılı aşan bir geçmişi var ve bugün evrensel hale gelmiş durumda. (Yine de Türkçe karşılık olarak “üçkağıt” seçeneğini düşünelim derim.)

Ancak şapkanın futboldaki varlığı sözcüklerden ibaret değil. Oyunun emekleme döneminden beri futbolcular başına bir şey takıyor. En yaygın sebep elbette göze güneş gelmesini, kafaya güneş geçmesini ya da şiddetli rüzgâr ve yağmurda görüşün bozulmasını önlemek. Gerçi farklı amaçlara memur edildiği de olmuş. Mesela 1930’larda Chelsea’nin Kuzey İrlandalı forveti Tommy Priestley dökülmüş saçlarıyla insan içine çıkmaktan utandığı için sahada bone benzeri bir başlıkla arz-ı endam etmiş.

Tommy Priestley ve göremediğimiz -eğer varsa- saçları

Ama Priestley istisnaydı; şapkanın esas sahibi kalecilerdi. Futbolun ekranlara taşındığı günlerde 1958 Dünya Kupası’nın iki büyük kalecisi Sovyet Lev Yaşin (tarihte Ballon d’Or kazanmış tek kaleci) ve Kuzey İrlandalı Harry Gregg (en büyük kurtarışını Münih faciasında takım arkadaşlarını uçağın enkazından çıkararak yapmıştı) döneme has kasketleriyle futbolseverlerin zihnine kazınacaktı. Türkiye’de ise Beşiktaş’ın “tartışmalı” kalecisi Varol Ürkmez 1960’larda şapka takan isimlerdendi.

Eldivensiz ama kasketli Harry Gregg topun nereye gideceğini merak ediyor

KURALLAR ve DİĞER AKSESUARLAR

Futbol kurallarının katı hükümlerinden biri, saha zemininde toptan – ve oyuncuların vücut ifrazatlarından – başka bir şey bulunmaması. Bu yüzden oyunculardan zemine düşebilecek ekipmanlara da izin verilmiyor. 1901 yılında yağmurlu bir maçta, elinde seyirciden ödünç aldığı şemsiyeyle gol atan Aston Villa sağ açığı Charlie Athersmith, ya da kolyesiyle sahada çalım satan yıldızlar artık yok.

Bugün oyuncular şort altına tayt, tişört altına “body” giyebiliyor. Şapka ise eşofmanla birlikte kaleciye tanınan bir ayrıcalık. FIFA ekipman mevzuatı şöyle diyor: “Tüm kaleciler herhangi bir şarta bağlı olmaksızın istedikleri renkte şapka takabilir. Aynı takımın kalecileri farklı şapkalar kullanabilir.” Yani şapka takmak için kalecinin bir bahaneye veya gerekçeye ihtiyacı yok. Üzerinde rakibe zarar verecek çıkıntı veya parça bulunmaması yeterli.

ŞAPKA EVRİMİ

Şapka, malum işlevi bir yana, neticede bir tekstil ürünü ve dolayısıyla modanın konusu olduğundan, sahadaki tarihi zamanın ruhuna ve trendlerine uygun olarak şekillendi. Yaşin ve Gregg’in kasketi 1970’lerden itibaren yerini “modern” kepe bıraktı. İngiltere’nin en üst ligde forma giyen en yaşlı futbolcusu unvanını hâlâ elinde bulunduran John Burridge, tepesi olmayan siperliğiyle 29 takımda oynadı, Ada’nın farklı sahalarında 43 yaşına kadar file bekledi.

John Burridge ve işte o siperlik!

 

Seksenlerden itibaren kep salgını başladı. Türkiye de akımdan nasiplendi. Öncülerden biri Fenerbahçe kalecisi Alman Toni Schumacher’di. Simoviç, Pfaff, devamında Engin İpekoğlu gibi kalecilerin başına şapkalar uğradı. 1994’te Bayern’den Beşiktaş’a gelen Raimond Aumann bugün muhtemelen her şeyden çok kepiyle hatırlanıyor. Avrupa’da ise Walter Zenga, Oliver Kahn gibi bazı önemli isimleri “kafası dolu” anımsamak mümkün.

PONPONLU KAHRAMAN

Ancak şapkalı bir futbol efsanesi arıyorsanız sürpriz bir rotayı takip etmeniz gerekiyor. Kuzey Atlantik’teki 50 bin nüfuslu Faroe Adaları, 1988 yılında FIFA’ya üye olduktan sonra 12 Eylül 1990 günü Euro elemelerinde tarihinin ilk resmi maçına çıkacaktı. Rakip, iki ay önce Dünya Kupası’nda mücadele etmiş Avusturya’ydı. Yarı-profesyonel Faroe’nin doğal olarak iddiası yoktu. Faroe hocası soyunma odasında oyunculara, “5-0’dan aşağısını öpüp başımıza koyarız” mealinde bir konuşma yapmıştı. Avusturya cephesi ise “10 tane atarız” düşüncesini basınla paylaşmıştı. Maç vakti geldiğinde tribünlerde 1.157 seyirci vardı.

İki takım yeşil zemine adım attığında en dikkat çeken isim Avusturya’nın yıldızları büyük golcü Toni Polster veya Andreas Herzog değil, Faroe kalecisi Jens Martin Knudsen oldu. Birkaç hafta önce Faroe 2. Ligi’nde (evet, öyle bir lig varmış) yılın oyuncusu seçilen, asıl mesleği balık fabrikasında fork-lift operatörlüğü olan Knudsen, maça ponponlu beyaz beresiyle çıkmıştı. Bol gollü eğlence beklentisiyle ekran başına geçenler Knudsen’i hemen benimsedi. Zaten komik bir maç olacaktı, Knudsen de duruma uygun giyinerek maçın ruhuna uygun davranmıştı.

Jens Martin Knudsen ve

efsaneleşen ponponlu beresi

 

Ancak kader beresini örmüştü. Faroe kahramanca savunmasıyla Avusturya’yı önce durdurdu, sonra 61. dakikada Nielsen’in golüyle vurdu. Kaleye gelen ortaları ve şutları savuşturmak için gövdesini siper eden Knudsen, defanstaki arkadaşlarıyla birlikte destan yazdı ve hakemin son düdüğü çalmasıyla halk kahramanı statüsüne yükseldi. Rivayete göre büyükannesinin ördüğü bere uğurlu gelmişti ve sonraki birçok maçta da başından çıkarmadı. 65 kez milli formayı giydi. Bununla yetinmeyerek Faroe’nin Can Bartu’su oldu: Jimnastikte ülke şampiyonluğunun ardından hentbol milli takımında – kaleci değil oyuncu olarak – forma giydi. Bildiğimiz kadarıyla salonda bere takmıyordu.

BİTTİ Mİ?

Bugünlerde şapkalı kalecilere nadiren rastlanıyor. İngiltere’de Joe Hart 2017 yılında İskoçya karşısındaki milli maçta kep taktığı için epey alaya alındı. Aynı yıl Barnsley kalecisi Adam Davies bir Leeds maçında güneşten çok rahatsız olunca maçı rakip taraftardan ödünç aldığı keple tamamladı. Yakın dönemde İtalya’da Samir Handanovic ve Pierluigi Gollini arada bir şapkalı çıktı. Ama örnekler parmakla gösterilecek kadar az. Neden?

Öncelikle, moda. Bugün anlaşılması zor gelebilir, ama kep takmak bir zamanlar havalı bir şeydi. Seksenlerde zincirli kolyeler, kısa şortlar ve altından bukleler saçılan kepler, futbolun ayrıksı tipleri olan kalecileri daha karizmatik gösteriyordu – en azından öyle düşünüyorlardı. Ancak kepler önce kamusal alanda, sonra sahada şıklık itibarını yitirmeye başladı. Saha dışında güneş gözlüğü moda oldu.

Maçların saati de etkendi. Seksenlerden itibaren akşam fikstürleri arttıkça güneşten korunmaya gerek kalmadı. Gündüz maçı kültürünün hâkim olduğu İngiltere ise genellikle bulutlu ve yağmurlu havası sayesinde şapkanın eksikliğini fazla hissetmedi.

İlginç ve olası bir faktör ise yapılaşmaydı. Son kırk yılda hem tribünler hem de genel olarak kentlerdeki binalar giderek yükseldi. Özellikle akşam üstü oynanan maçlarda batmak üzere olan güneşten gelen ışınlar ya civardaki gökdelenlere ve yüksek binalara, ya da tribüne takılıyor ve kalecinin gözüne ulaşamıyor.    

GERİ DÖNER Mİ?

Kaleciler – hatta oyuncular – bugün şapka değil başlık kullanıyor, ancak farklı bir amaçla. Son yıllarda oyunun temposu ve fiziksel yoğunluğu arttıkça çarpışmalar sertleşti. Eski futbolcularda giderek daha sık görülmeye başlayan demans benzeri sorunlar, oyunculuk dönemindeki kafa travmalarıyla ilişkilendiriliyor. Neticede bu tarz çarpışmalar yaşayan isimler bazen bir süreliğine -Raul Jimenez- bazense kendini rahat hissetmek için kariyerinin sonuna kadar -Petr Čech- başlık takabiliyor. Aynı tehlikeden dolayı sahadaki bütün oyuncuların kask veya koruyucu başlıklarla oynaması gerektiğini savunanlar var.

Ama şimdilik şapkanın geri dönmesi daha az ciddi sebeplere bağlı görünüyor. Bildiğimiz kadarıyla tarih gibi moda da tekerrür eden bir şey. Üstelik görünürlük çağındayız. Oyuncular kendilerini daha görünür kılmak, büyük kalabalıktan ayırt edilmek için gerek sosyal medyada gerekse sahada ellerinden geleni yapıyor. Kep takmak yeniden moda olursa şapkalı kaleciler de hortlayabilir. O zamana kadar Yaşin’in heybetli siyah-beyaz fotoğraflarına bakmaya devam…


Suat Başar Çağlan Kimdir?

1984 yılında Bornova’da doğdu. Balıkesir Fen Lisesi’ni ve Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitirdi. 2010 yılında Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Bizans Sanatı programında yüksek lisansını tamamladı. 2007 yılından beri İngilizce ve Fransızca dillerinden serbest çevirmenlik yapıyor. George Bernard Shaw, Alain Robbe-Grillet, C. L. R. James, Saadat Hasan Manto gibi yazarların eserlerini Türkçe’ye çevirdi; edebiyat, sanat ve felsefe alanındaki yazı ve tercümeleri çeşitli dergilerde yayınlandı. Gazete Duvar’da başladığı futbol yazılarına farklı mecralarda devam ediyor. Karşıyaka’da yaşıyor.