YAZARLAR

Futbolun Kayıp Sanatları (8): Jübile maçları

Oyuncuların emekli ikramiyesine ihtiyacı kalmamış olabilir ama futbolseverlerin değer verdikleri isimlerle vedalaşmaya hâlâ hakkı var…

Her güzel kariyerin bir sonu var. Futbolda jübile maçlarının tarihi yüz yıldan fazla. Ne var ki okulun son gününü hatırlatan, kuralların berhava olduğu, futbolseverlere birçok neşeli hatıra bırakan bu köklü gelenek giderek yok oluyor…

ETİMOLOJİ

“Jübile” sözcüğünün tarihi kadim zamanlara dayanıyor. İbranice “yovel” kelimesinden gelen jübile, esasen Yahudilikte her biri yedi yıllık yedi dönemin sonundaki ellinci yıla karşılık geliyordu. Arazi mülkiyeti ve kullanımıyla ilgili hesaplar ve düzenlemeler için ortaya çıktığı söyleniyor. Ancak zaman içinde, özellikle Hıristiyanlıkla birlikte dinsel anlamı ağır bastı ve her elli yılda bir gelen kutlu seneye işaret eder oldu. Anlatılana göre jübile yıllarında köleler ve mahkumlar azat edildi, borçları affedildi, Tanrı merhametini en çok bu yıllarda gösterdi.

Modern futbolun sahibi İngilizler ise “jübile” derken monarşinin onar yıllık dönemlerini kast ediyor. Mesela (1966 Dünya Kupası’nda İngiliz futbolculara kupayı bizzat takdim eden) Kraliçe II. Elizabeth bu sene tahttaki 70. yılını kutlayarak Platin Jübile yaptı. Futbolda ise jübile sözcüğünü değil, kabaca “Takdir veya Şükran Maçı” olarak çevrilebilecek “Testimonial Match” ifadesini tercih ediyorlar. Futboldaki kullanımını Fransızlardan almışız.

NEDİR? NE İŞE YARAR?

Jübile emektar futbolcuları onurlandıran bir organizasyon. Genellikle veda olarak düşünülse de özellikle yurtdışında oyuncuların kariyerine devam ettiği birçok örnek var. Kurala bağlanmış bir hizmet süresi şartı yok ama teamül aynı takımda 10 yılın tamamlanmış olması yönünde. Tarihi ise yüz yıldan fazla. Geçmişte Latin Amerika’da ve Ada’da özellikle popülerdi. Bazı kültürlerde kulüp takımında yapılması şart koşuluyor ve milli takım vedaları farklı isimlerle anılıyor.

Jübile maçları biri manevi diğeri maddi olmak üzere iki amaç için ortaya çıktı. Manevi amaç, bekleneceği üzere, taraftarın ve oyuncunun birbirine karşılıklı minnetini göstermesi ve vedalaşmasıydı. Müdavimler sevdikleri futbolcuyu son kez izleyecek olmanın hüzünlü zevki için tribüne koşardı. Üst düzey futbolcuların jübileleri hep kapalı gişe oynadı.

Ancak bu âdetin doğuşu o kadar da ruhani bir motivasyona dayanmıyor. Oyuncuların henüz büyük paralar kazanmadığı günlerde futbol sonrası yaşamlarını nasıl idame ettirecekleri sorusunu cevaplamak kolay değildi. Jübile maçları tam da bu iş için icat edilmişti. Maçın net hasılatı oyuncuya bırakılıyor, organizasyon bir nevi “emekli ikramiyesi” işlevi görüyordu.

Billy Meredith, United’ı mı yoksa City’yi mi daha çok sevdiğini düşünürken…

Maddi yardım boyutunun abartıldığı uygulamalar da oldu. Manchester Metropolitan Üniversitesi’nden spor tarihi uzmanı Gary James, 1900’lerin başındaki bazı jübile maçlarında güvenlik görevlilerinin tribünlerin önüne gelip battaniye benzeri bir örtü açtığını, seyircilerin bu örtülere sadaka kabilinden para attığını anlatıyor. İlk üst düzey jübile maçlarından biri ise 1912 yılında oynanmış, Manchester United oyuncusu Billy Meredith ezeli rakip – ve eski takımı – Manchester City’ye karşı sahaya çıkmıştı. Ama Meredith örneğinde işler biraz karıştı. Vaat edilen maç hasılatını alamadığı için sinirlenen Billy, United’dan ayrılıp bir kez daha City’nin yolunu tuttu ve kariyerinin son demlerini kentin mavi yakasında geçirdi. Ayrıca o zamanlar veda için ayrı bir maç seçilmiyor, ligde sembolik öneme sahip bir fikstür aynı zamanda jübileye dönüşüyordu.

RİTÜELLER VE HATIRALAR

Elbette bu özel müsamerenin kendine has ritüelleri var. Mesela takım seçimi. Oyuncunun ya eski ve yeni takım arkadaşları, ya kendi takımıyla ezeli rakibi arasında veya kariyerinde özel öneme sahip bir fikstürün tekrarı olarak oynanıyor. Bazı örneklerde futbolcu her iki takımda da forma giyiyor. Sahalara veda edecek isim genellikle 90 dakikayı tamamlamıyor. Türkiye’deki örneklerde maçın ilk 10-15 dakikasında oyundan çıkmasına aşinayız. Önceden belirlenen bir dakikada hakem düdüğünü çalıyor ve iki takımın oyuncuları jübilenin öznesini omuzlara alıp saha dışına çıkarıyor.

Büyük kutlamalar unutulmaz yıldızları bir araya getirebiliyor. 1965’te Sir Stanley Matthews’un vedasında bir tarafta Lev Yaşin, Eusebio, Alfredo di Stefano ve Ferenc Puskas, diğer tarafta Denis Law, Jimmy Greaves, Bobby Charlton ve Bobby Moore gibi devler vardı. Efsaneye göre maçı televizyondan 100 milyon kişi izlemişti.

Metin Oktay ve Can Bartu ezeli rakiplerinin formasıyla…

Türkiye’deki en unutulmaz örnek ise elbette Metin Oktay’ın jübilesiydi. Galatasaray ile Fenerbahçe arasındaki müsabakada iki takımın efsaneleri Oktay ve Can Bartu on dakika boyunca rakiplerinin formasıyla mücadele ederek futbol tarihimizin en unutulmaz anlarından birine imza attı. Benzer bir şekilde Tottenham efsanesi Paul Gascoigne de Arsenal’dan Paul Merson’ın jübilesinde kırmızı-beyazlı formayı sırtına geçirecekti.

Gascoigne’e kırmızı az yakışıyor…

Gelgelelim her jübile maçı gül gülistanlık olmuyor. West Ham’ın emektar savunmacısı Julian Dicks’in 2000 yılındaki vedasında rakip Athletic Bilbao’ydu. Bask ekibi karşısındaki mücadele “Terminatör” lakaplı Dicks’in şanına uygun bir şekilde geçti. Bir ara işler çığırından çıktı ve West Ham’dan Igor Stimac yaptığı acımasız faul sonucu sarı kart gördü. Devamında 17 oyuncu birbirine girdi. Neyse ki hakemin ricası üzerine West Ham’dan Di Canio ve Bilbao’dan Joseba Etxeberria saha dışına alınınca ortam sakinleşti.

İngiliz golcü Alan Shearer ise diz sakatlığı yüzünden kendi jübilesini az kalsın kaçırıyordu. Neticede maça gelen Shearer başlama vuruşunu yapıp kulübeye geçti, ardından son dakikadaki penaltıyı atmak için oyuna girip golünü kaydetti.

Ters giden jübilelerden en ünlüsü ise Johan Cruyff’a ait. Hollandalı yıldızın 1978 yılındaki “Ajax’a veda” maçında (sonrasında Los Angeles Aztecs, Washington Diplomats, Levante, yeniden Ajax ve Feyenoorda’da oynayacaktı) konuk Bayern Münih, kendilerine sunulan yol ve konaklama hizmetlerinden duyduğu rahatsızlığın acısını sahada çıkardı. Acımasız Almanlar Ajax’ı tam 8-0 mağlup etti; hatta Bayern’in sayılmayan üç golü de vardı.

Yine de eğlenceli anılar çoğunlukta. Liverpoollu Jamie Carragher, Everton’ın kazandığı penaltıyı kendi kalesine göndererek kariyerindeki sakarlıklara görkemli bir nokta koymuştu. Everton’dan Tony Hibbert ise kulüpte oynadığı 308 maçta hiç gol atmamışken AEK Atina ile oynanan jübilesinde topu serbest vuruştan filelere gönderince seyirciler sevinçten ne yapacağını şaşırıp soluğu yeşil zeminde almıştı.

YERLİ FUTBOLCUMUZ GÖKLERDE

Türkiye’de jübilelerin en cafcaflı dönemini 1980 ile 2005 yılları arasında yaşandı. Başrolde ise genellikle Fatih Terim vardı.

Terim’in imparatorluk eğilimi hocalığa geçtikten sonra ortaya çıkmadı. Oyunculuk günlerinde de önemli görünmeyi ve kendini biraz yüceltmeyi seviyordu. Galatasaray’daki 12 sezonun ardından 4 Ağustos 1985 günü Fenerbahçe Stadı’nın çimlerine helikopterle inerek şanına yakışır bir jübile merasimi yaptı. Dönemin meşhurları da Sarı-Kırmızılı formalarıyla sahada arz-ı endam etti. Uçuş deneyiminden çok hoşnut olmayan Terim ise sırf havadayken forması görünsün diye kapıyı açık bıraktıklarını, bu yüzden inanılmaz korktuğunu, ayrıca saha içindeki kalabalığın dağılmayacağından çok endişe ettiğini anlatacaktı. Neyse ki helikopterin alçalmasıyla ortaya çıkan rüzgâr yeşil çimlerdeki güruhu dağıtmış, kimse zarar görmeden görev tamamlanmıştı.  

İmparator gökten zembille Fenerbahçe Stadı’na iniyor…

1996 yılına gelindiğinde Terim artık Galatasaray’ın hocasıydı ve veda sırası Uğur Tütüneker’e gelmişti. Terim maçtan önce soyunma odasında kadroyu yaparken Uğur’a, “Kaç dakika oynarsın?” diye sordu. Uğur, “45 dakika oynarım hocam” deyince hocadan, “E bırakmasaydın oğlum o zaman” cevabını aldı.

Türkiye’deki son unutulmaz jübile maçlarından birinde de Terim’in imzası vardı. Beşiktaşlı “Şifo” Mehmet Özdilek’in 2001 yılındaki vedasında Siyah-Beyazlılar İnönü Stadı’nda Terim’in çalıştırdığı Milan’la karşılaştı. Milenyum atmosferinin bol ışıklı, havai fişekli eğlencesiyle geçen organizasyon, maç gelirinin Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı’na bağışlanması ile de ses getirmişti.

NEDEN YENİLERİNİ GÖRMÜYORUZ?

Jübile maçları hâlâ yapılıyor ama eskisi kadar sık olmadığı ortada. Türkiye’de ise neredeyse tamamen unutuldu. Bunun farklı sebepleri var.

Birincisi, oyuncuların emeklilik ikramiyesine ihtiyacı kalmadı. Üst düzey bir futbolcunun kariyeri boyunca kazandığı para – biraz doğru yönetildiği takdirde – ömür boyu fazlasıyla yetiyor. Zaten bu yüzden jübile maçları şimdilerde çoğunlukla yardım amacıyla yapılıyor.

İkincisi, vakit yok. Futbol fikstürü öyle sıkışık hale geldi ki genellikle sezon başında, bazen de sezon sonunda yapılan jübilelere yer kalmadı. Yıldızlar lig, yerel kupalar, Avrupa kupaları ve milli maçlar arasında mekik dokuyor. Takımlar da sezon biter bitmez yenisinin hazırlıklarına başlıyor. Geriye kalan küçük boşluklar da yurtdışı kampları ve büyük sponsorların finanse ettiği, genellikle ABD ve Çin gibi ülkelerdeki hazırlık turnuvalarıyla kaplanıyor.                   

Sembol isimler de azaldı. Jübile maçı organizasyonu için her şeyden önce jübilesi yapılacak bir oyuncu gerekiyor. Ancak aynı kulübe uzun yıllar hizmet etmiş, camianın parçası olmuş oyuncuların sayısı günden güne azalıyor. Transferin cazibesi oyundaki işgücü trafiğini baş döndürücü seviyeye çıkarmış durumda.

Türkiye’de özellikle geçerli olduğunu düşündüğüm ama dünyaya da teşmil edilebilecek bir sebep ise kutuplaşma. Sadakat giderek azalsa da hâlâ var, ancak eskisi kadar takdir görmüyor. Başka alanlarda olduğu gibi futbolda da kamuoyunun üzerinde hemfikir olduğu figürler bulmak zor. Bir oyuncu Fenerliyse Galatasaraylılar tarafından sevilme ve sayılma ihtimali zayıf. Hatta kendi taraftarının bile sevgi-nefret gelgitleri arasında sıkışıp kalıyor. “Taraflı-tarafsız herkesin sevdiği” ifadesi tedavülden kalkmak üzere.

Genel olarak vedalaşmayı beceremeyen bir memleket olmamızın da etkisiyle, kendi takımımızdaki yıldızlarla bile huzur içinde ayrılamıyoruz. Sözleşme yükümlülüklerini yerine getirmeyen veya kulüp içi siyaset yüzünden anlamsız davranışlara giren kulüpler, simge isimlerle ihtilaflı boşanmalar yaşıyor. Bazen benzer tavırlar oyuncu tarafında da görülebiliyor.

Özetle, ufukta yeni jübileler görünmüyor. Türkiye’ye bakınca sanırım en büyük aday Fernando Muslera. Görkemli jübilelere memleketi Uruguay’dan aşina olan 36 yaşındaki Muslera eldivenlerini çıkarmaya karar verince mesela Fenerbahçe’ye karşı güzel bir vedayla uğurlanabilir. Oyuncuların emekli ikramiyesine ihtiyacı kalmamış olabilir ama futbolseverlerin değer verdikleri isimlerle vedalaşmaya hâlâ hakkı var…


Suat Başar Çağlan Kimdir?

1984 yılında Bornova’da doğdu. Balıkesir Fen Lisesi’ni ve Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitirdi. 2010 yılında Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Bizans Sanatı programında yüksek lisansını tamamladı. 2007 yılından beri İngilizce ve Fransızca dillerinden serbest çevirmenlik yapıyor. George Bernard Shaw, Alain Robbe-Grillet, C. L. R. James, Saadat Hasan Manto gibi yazarların eserlerini Türkçe’ye çevirdi; edebiyat, sanat ve felsefe alanındaki yazı ve tercümeleri çeşitli dergilerde yayınlandı. Gazete Duvar’da başladığı futbol yazılarına farklı mecralarda devam ediyor. Karşıyaka’da yaşıyor.