Gakgoşlar diyarı Elazığ
Birçok yerde Elazığ, bölgenin en gelişmiş şehirlerinden biri olarak gösteriliyor. İnsanın gelişmişlik kavramını sorgulayası geliyor. Belirleyici olan ne? Madenler mi, barajlar mı, nüfus mu? Yoksa insanların, özellikle gençlerin, hele hele kadınların bu şehirde bir gününün nasıl geçtiği mi?
“Gakgonun manası ince ve derin
Herkese gakgomsun denilmez gakgoş
Gakgo sembolüdür bizim illerin
Herkese gakgomsun denilmez gakgoş
Gakgomun mekânı Harput yöresi
Sağlamdır âdeti, örfü, töresi
Hiç olur mu gakgo elin teresi
Herkese gakgomsun denilmez gakgoş
Gakgom babacandır gözü de pektir
Mazluma yumuşak, zalime serttir
Kalleşliği bilmez haza, erkektir
Herkese gakgomsun denilmez gakgoş (...)”
Böyle başlayıp daha da devam ediyor Mehmet Bico Kerküklü’nün “Herkese Gakgom Denilmez Gakgoş” şiiri. Gakgoş’un özellikleri bu şiirde anlatılıyor ama tam olarak kelime anlamı, nasıl yazıldığı gibi konular hep soru işareti... Türkmen Türkçesinde “kaka”, Azerbaycan Türkçesinde “gağa” olarak görülen bu kelime, Elazığ yöresi ağızlarında zamanla gakko ve gakgo biçimini almış. Ağabey anlamında kullanılan bu şeklin sonuna küçültme, sevgi ve şefkat bildiren bir ek olan “ş” getirildiğinde kelime, gakkoş/gakgoş oluyor ve “küçük kardeş” anlamında kullanılıyor. Yani yazarken gakkoş da gakgoş da doğru aslında. Ama sona gelen “ş” harfi tartışma konusu olmaya devam ediyor. “Elazığlı olmak bir ayrıcalıktır.” diye her zaman Elazığlılığıyla övünen türkücü Mustafa Keser, bu tartışmaya şu sözlerle dalıveriyor: “Aslı gakgodur. Hangi puşt sonuna ş koydu bilmiyorum. Fatih Ürek namussuzunun işi bu. Bizi yumuşak göstermeye çalışıyor. Gakgo deyince sorun yok, gakgoş deyince nonoş gibi oluyor.”
'DOĞU ANADOLU’NUN YOZGAT’I'
Elazığ, Doğu Anadolu Bölgesi’nin güneybatısında, Yukarı Fırat bölümünde yer alıyor. Komşuları; Bingöl, Tunceli, Malatya, Diyarbakır... Elazığ’a kara, hava, demir ve hatta Keban Baraj Gölü nedeniyle feribot yoluyla ulaşmak mümkün... Kırsalından kent merkezi epey göç almış, merkezden de büyük şehirlere ya da yurt dışına kısmen göç vermiş. Nüfus bakımından Doğu Anadolu Bölgesi’nin en büyük dördüncü ili olsa da bölgenin en gelişmiş şehirlerinden biri olarak kabul edilse de Elazığlılar ya da Elazığ’a gidenler pek bu fikre katılmıyor. İnternetteki yorumlardan bazıları şöyle: “Fazla doğuda olan şehir.”, “Türkiye’de kime sorsanız haritada bile yerini gösteremediği zorlukların şehri.”, “Yolunuzun dahi geçmemesi gereken il.”, “Doğunun en yobaz ve ırkçı şehridir.”, “Doğu Anadolu’nun Yozgat’ı.” (Yalnız şu Yozgat’a her geçen gün daha da acıyorum.)
YENİ BAŞLAYANLAR İÇİN ELAZIĞ
Ekşi Sözlük’te “Elazığ” başlığının yanı sıra bir de “Yeni başlayanlar için Elazığ” başlığı açılmış. Her iki başlıkta da epey bilgi var. Okumaya üşenenler için özetlemeye çalışayım. Test etme fırsatım olmadı ama şu bilgi bana hayati geldi: “Misafirliğe giderseniz eve girer girmez önünüze bir bardak su koyarlar. Açsanız suyu sakın içmeyin yoksa peşinden çay gelir ve yemek falan göremezsiniz birkaç saat. Aç adam su içmez mantığı var Elazığ’da.” Pavyonlarla ilgili uyarılar da var ama bu konuya hâkim değilim. Davula klarnetin eşlik ettiği ramazan aylarında oruç tutmayanların başına epey olay gelmiş. Kadınsanız yılın on iki ayı gece geç saatlerde dışarı çıkmak, tekelden içki almak gibi konularda daha da temkinli olmanızda fayda var. Gerçi iki erkeğe de kendi evlerinin balkonunda bira içerken komşu tarafından “Burada aile var.” ikazı yapılmış! Bir erkek de uzun saçlı olduğu için dövülmüş ve hastaneye kaldırıldığında orada şort giydiği için bacağından bıçaklanan bir gençle karşılaşmış. “Günün hiçbir saatinde Yeşildere Sokak’a girmeyin” uyarısını görünce arama motoruna sokağın adını yazdım; karşıma “gazino”larda silahlı kavga haberleri çıktı. Elazığ’da birçok insanın silah taşıdığı bilgisi iyice tüylerimi diken diken yaptı.
İKİ GENÇ, İKİ ÖLÜM VE 'KONUŞANLAR'
Eskiden beri tarikatların ve cemaatlerin yoğun olduğu il olarak anlatılır Elazığ. Milliyetçilik ve muhafazakârlığın iliklere kadar işlendiği şehrin en ünlü ismi Mehmet Ağar olsa gerek. Aklıma Elazığ’ın Kanal 23 televizyonunda program sunuculuğu yapan Kazakistan uyruklu üniversite öğrencisi Yeldana Kaharman’ın şüpheli ölümü geldi. Yirmi bir yaşındaki genç, Mehmet Ağar’ın oğlu AKP Elazığ Milletvekili Tolga Ağar ile röportaj yapmak için evine gittikten bir gün sonra evinde ölü bulunmuş ve birçok iddia ortaya atılmıştı.
Peki, Enes Kara’yı hatırlıyor musunuz? Elazığ’da Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi ikinci sınıf öğrenci Enes Kara, bir video çekerek, “ailesinden ve öğrenci evinde kaldığı cemaatten baskı gördüğünü, psikolojik olarak yorulduğunu ve yaşama sevincinin kalmadığını” anlatmış, sonrasında bir binanın yedinci katından atlayarak, yaşamına son vermişti. İki gencin de ailesi ve yakınları için ne büyük acı!
Fırat Üniversitesi deyince bir de Hasan Can Kaya geldi aklıma. “Ne alakası var?” diyeceksiniz. “Konuşanlar”da konuklarından birine “Ne mezunusun?” diye soran Hasan Can Kaya’nın “Elazığ Bilgisayar Mühendisliği mezunuyum.” cevabını alınca, “Orada bilgisayar yok, abaküsleri var, onunla yapıyorlar.” demesi üzerine salonda kahkahalar kopmuştu. Peki, sonra ne mi oldu? Belediye başkanından AKP il başkanına kadar koca koca adamlar bu espriyi mevzu yaptı; Fırat Üniversitesi hukuki süreç başlatacağını duyurdu. Şu ülke, artık neye gülüp neye ağlayacağını; kimleri alkışlayıp kimlere haddini bildireceğini şaşırmış durumda!
'SALÇASI BOYDAN YANSIN'
Birileri çıkıp bana da haddimi bildirmeden Elazığ sokaklarına geri döneyim en iyisi... Elazığ’ın gencinin yaşlısının her gün en az iki kez yolunun düştüğü mecburiyet caddesinin adı, Elazığ Eski Hükümet Konağı’nın da bulunduğu “Gazi Caddesi”... Arkadaşlarla randevulaşma ve buluşma yeri ise Öğretmenevi’nin önü... Öğretmenevi’nin diğer bir özelliği de Atatürk’ün burayı ziyaretinde kullandığı eşyaları görebileceğiniz kent müzesi olarak da hizmet vermesi...
Bir de “Meşhur Köfteciler Sokağı” var. Elazığ’ın köftesini farklı yapan ekmeğinin tost gibi basılması ve içine salça sürülmesi... Dışına da biraz sıcak salça sürülmesini istiyorsanız “Salçası yansın.”, ekmeğin tüm dış yüzeyine sürülmesini isteniyorsa da “Salçası boydan yansın.” demeniz gerekiyor.
Eskiden daha yaygın olan, tek tük de olsa bazı erkeklerin başında göreceğiniz şapkanın adı “Sekiz Köşe”... Elazığ’a özgü sekiz köşe şapkanın her bir köşesinin anlamı var: Elazığ insanının, adil, yiğit, mert, şerefli, yetenekli, emin, arif ve cömert karakterli olmasını simgeliyormuş.
Orciğin anavatanı Elazığ’ın bir de delileri meşhurmuş. Bakın 1960’lı yıllarda nasıl bir olay yaşanmış: Personelin ihmali sonucu Elazığ Akıl Hastanesi’ndeki 423 hasta kaçar. Herkes panik olur ama başhekimin bir planı vardır. Doktor ağzına bir düdük alır, personelin arkasına geçmesini ister. Ekip düdüğü çala çala, “çuf çuf” diye diye sokakları dolaşmaya başlar. Zamanla “tren”e katılanların sayısı artar. Yeterli kalabalık olunca hastaneye dönerler ve plan tutmuştur, tüm hastalar hastanededir. Ama esas sorun akşam yoklama yapıldığında ortaya çıkar; hastaneye trencilik oynayarak gelenlerin sayısı 612’dir.
'KOFİK' KAVGASI
Abdulaziz’in tahta çıkışının beşinci yılında Hacı Ahmed İzzet Paşa devrinde buraya tayin edilen Vali İsmail Paşa’nın teklifiyle 1867 yılında “Mamurat ul -Aziz” adını almış ama telaffuzu güç olduğundan halk arasında kısaca “Elaziz” olarak söylene gelmiş. 1937’de şehre gelişi sırasında Atatürk’ün teklifi ile “Azık ili” anlamına gelen “Elazık” adı verilmiş. Bu isim daha sonra “Elazığ”a dönüşmüş. Yani son harfiyle kelime türetme oynarken söylendiğinde oyunu bitiren şehir ismi son hâlini almış.
Osmanlı idaresindeyken Harput, başlangıçta Diyarbakır eyaletine bağlı bir sancakmış. 1875’te müstakil mutasarrıflık, 1879’da da tekrar vilayet olmuş. Osmanlı devletinin son yıllarında Malatya ve Dersim sancakları da buraya bağlanmış, 1921’de ise ayrılmışlar. Aslında Elazığlılarla Malatyalılar ve Dersimliler pek birbirinden haz etmiyor. Hatta Elazığlılar ile Malatyalıları birbirine “kofik” dermiş. “Kofik”, hakaret kelimesi olarak kullanılsa da aslında “kurutulmuş dolmalık patlıcan ya da biber” demek.
Elazığ ağzına belki biraz daha örnek vereyim. “Git” kelimesini ele alalım. Şimdiki zamanda tekil ve çoğul şahıs çekimlerini yapalım: “Gidim, gidisin, gidi, gidik, gidişiz, gidiler.”
“Kofik” gibi kendilerine özgü başka kelimeleri de var. Mesela “Hersim çıktı”, “sinirlerim tepeme çıktı” anlamında kullanılıyor. “Ano, anuko” anne, “bibi” hala, “diyeze, eze” teyze, “çağa” çocuk demek... Aile fertlerinden ve yakınlarından bahsederken sahiplik eki kullanmıyorlar; “Ano nasıl?”, “Baba gitti.”, “Abla uyudu.” gibi... En kafa karıştırıcısı da duta “tut, tutmak fiilindeki tuta “dut” demeleri... Hemen her cümlenin başına “ha”, sonuna da “aa” ekliyorlar. Büyükler gençlere hâl hatır sorduğunda “Elini öpmüşüm.” diyorlar.
ADIM ADIM HARPUT
Elazığ’ın ilk yerleşim yeri aslında şimdiki Harput Mahallesi sınırlarında bulunuyor. Sokaklarında gezerken geleneksel ev mimarisini gözlemleyebilirsiniz. 175 yıllık Şefik Gül Kültür Evi, bahçesi, avlusu, çeşmesi, odaları, içindeki otantik ve antika eşyalarıyla bu mimariyi en güzel şekilde yansıtan bir müze ev...
Buradaki Harput Kalesi’nin bir adı da “Süt Kalesi”... Sebebini anlatayım: Kalenin temelleri atılıp duvarları yükselmeye başladığında su kıtlığı yaşanır. Ama bunun aksine hayvanların sütleri de oldukça boldur. Zamanın hükümdarı harç için süt kullanılması emrini verir. İşte bu kalenin harcı, su yerine sütle karılır ve kale tamamlanır.
İç kale ve dış surlar olmak üzere iki bölümden meydana gelen Harput Kalesi, tarihte gördüğü onarımlarla günümüze kadar kısmen korunabilmiş. Manzara izlemek için nefis...
Yapım tarihi kesin olarak bilinmeyen Harput Ulu Camisi’nin ise enteresan bir özelliği var: Caminin minaresi eğri şekilde duruyor. Kimisi bunun bilinçli olarak böyle yapıldığını kimisi de deprem sonrasında eğrildiğini söylüyor. Kurşunlu Camisi’ne nakledilen ve halen bu camide kullanılmakta olan Harput Ulu Camisi’nin meşhur dış minberi, tahta oymacılık sanatı açısından oldukça önemli bir eser olarak gösteriliyor.
Harput Kalesi’nin doğusunda yer alan Meryem Ana Kilisesi, Anadolu’nun en eski mabetlerinden... MS 179 yıllarında inşa edildiği sanılan binanın, ilk olarak kaledeki putperestler tarafından putların saklanması için kullanıldığı, Yakubi Hristiyanlarının daha sonra burayı kiliseye çevirdiği düşünülüyor.
Arzu ederseniz buralardan çok uzaklaşmadan kubbeleri kurşunla kaplı olan Kurşunlu Cami’yi, El Emeği Göz Nuru Çarşısı’nı, Mansur Baba Türbesi’ni, Arap Baba Mescidi ve Türbesi’ni ziyaret edebilirsiniz. Kurşunlu Cami bahçesinde bir de 300-400 yıllık olduğu tahmin edilen çınar ağacı bulunuyor.
Harput’tan Üniversite Mahallesi’ne taşınan Elazığ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nin teşhir salonlarındaki eserler, 493 sikke, 1071 arkeolojik ve 602 etnografik eserden oluşuyor.
Merkezdeki Tarih’i Kapalı Çarşı’ya giderseniz çekiç sesleri arasında bakırcı ustalarını izleyebilir, Elazığ’a özgü ürünleri bulabilirsiniz.
Buzluk Mağarası da Harput’a çok uzak değil. Yer altı hava akımı sonucunda kışları sıcak, yazları ise soğuk olan bu doğa harikasında, yaz aylarında buz oluştuğunu öğrenmek benim için çok şaşırtıcı oldu. Eski dönemlerde yöre insanları haziran, temmuz ve ağustos aylarında bu mağaradan çıkardığı buzları hayvan sırtlarında Harput’a getirip satıyormuş. Günümüzde yazın yerli turist akını yaşanıyor mağaraya.
Buzluk Mağarası’nın birkaç kilometre ilerisindeki Ölbe Vadisi, keyifli yürüyüş güzergâhının üzerinde bulunuyor. Vadinin yükseltilerinde bulunan Deve Mağarası, kaya sığınağı niteliğinde... Mağara tavanında kuşların barındığı oyuklar ve güneş ışınlarının içeri girmesini sağlayan doğal pencereler var. Koyun Mağarası ise vadinin batı ucunda...
MADENLERİN VE BARAJLARIN ETKİSİ
Ufaktan ilçelere doğru adım atmaya başladık. Aslında Elazığ’ın ilçeleri biraz enteresan... Ağın ilçesinin topraklarının bir kısmı Keban Baraj gölü altında kalmış. Küçük, yeşillikler içindeki ilçede Kilise Düzü Höyüğü, Kalecikler Höyüğü, Hoşirikte Bizans Kilisesi, Ağın Nekropolü, Pağnik Köyü Öreni, Kara Mağara Köprüsü, Hastek Kalesi, Kaya Sığınağı bulunuyor. Yörede krom cevherinin bulunması ve tesislerin kurulmasıyla yerleşim merkezi hâline gelen Alacakaya’da ise Demirkapı Han ve Sori Şelalesi yer alıyor. İlin bir diğer şelalesi de Arıcak ilçesinin Erimli kasabasında...
Kovancılar ilçesi, Keban Baraj Gölü ve Murat Nehri nedeniyle âdeta yarımada görünümünde... 1930’lu yıllarda boş ve çorak araziden ibaret olan, günümüzde ise her geçen gün büyüyen Kovancılar’a yine aynı tarihlerde Balkanlar’dan gelenler yerleştirilmiş. Burası Türkiye’nin ilk planlı köyü olma özelliğine sahipmiş. İlk ve Orta çağlardan kalma birçok eseri barındıran Palu ilçesinde ise Palu Kalesi, Palu Köprüsü, Palu Konağı, Urartu Kralı Menaus’a ait taş kitabe, Surp Lusovoriç Kilisesi, Kara Cemşit Bey Külliyesi, bazı cami, mescit ve hamamlar görülebilir.
ENTERESAN BİR İLÇE MADEN
Maden, Türkiye’nin en enteresan ilçelerinden olabilir. Türkiye’nin ilk tenis kortunun Moda’da açıldığı bilinir ama Madenliler, 1900’lü yılların başında, bakır fabrikasında çalışan Alman mühendisler için ilk kortun ve hatta Türkiye’nin ikinci sinema salonunun ilçelerinde açıldığını iddia ediyor. İlk olsun, bilmem kaçıncı olsun yine de o yıllardaki gelişmişlik açısından etkileyici bir yermiş Maden. Bakır işletmelerinin Etibank’a devriyle gelişimini sürdürmüş. Ta ki özelleştirmeye kadar... Şimdilerde ise üstüne türlü oyunlar oynanan hayalet şehir görünümünde. Bölgenin ilk ve en eski saat kulesi, tarihî taş köprüsü, eski Hükümet Konağı, 1862 yılına tarihli Cam-i Kebir, bu ilçede...
KARALEYLEK VE SAKLIKAPI KANYONLARI
Baskil ilçesinin Malatya sınırının neredeyse tamamına yayılmış Karakaya Baraj Gölü bulunuyor. İlçedeki Karaleylek ve Saklıkapı kanyonları gerçekten görülmeye değer.
Fırat Nehri üzerindeki ve teknelerle ulaşılan Kara Leylek Kanyonu, dünyada sayılarının 10-15 bin çift olduğu tahmin edilen karaleyleklerin yuva yaptığı doğa harikası bir alan... Üst tarafına yürüyerek de ulaşılabilen kanyonda, ağız kısımları genellikle Fırat Nehri’ne dönük mağaralar bulunuyor. Bu mağaraların en önemlisi ise Tepesidelik Mağarası...
Saklıkapı Kanyonu ise dört kilometre uzunluğunda ve bir ucu Fırat Nehri’ne açılıyor. Karstik oluşumları, doğal ve ilgi çekici yüzey şekilleri ile her geçen gün ziyaretçisi artıyor. Kanyonun tabanında, yüksek yamaçlardan düşen kaya blokları içerisinde milyonlarca yıl önce deniz altında yaşamış canlıların fosilleşmiş kalıntılarına rastlanılmış.
KEBAN VE HAZAR
Doğal güzellikleri ve kaplıcalarıyla anılan Karakoçan ilçesinde tarihî önem taşıyan herhangi bir yapıya rastlanmazken Elazığ’ın en ilgi çekici gesire alanı Keban Baraj Gölü civarı olsa gerek. 125 kilometre uzunluğunda ve 675 metrekare alanındaki Türkiye’nin en büyük suni göllerinden Keban Baraj Gölü üzerinden üç ilçeye feribotla geçiş yapılıyor. Gölün iskelelerinde ve Elazığ-Bingöl karayolu üzerindeki sahilde çok sayıda balık lokantası hizmet veriyor.
Ama sahil deyince asıl turizm potansiyeli olan yer, Sivrice ilçesindeki Hazar Gölü... Plajlar, kamplar, yazlıklar, balık evleri, spor aktiviteleri, şiir akşamları derken gölün çevresi her geçen gün renkleniyor. Gölün altında Kilise Adası civarından başlayan ve tarihi kesin olarak ortaya çıkarılamamış Batık Kent bulunuyor.
Üzüm bağlarından şarap üretimi yapılan Sivrice’nin doğa tutkunları çeken diğer bir destinasyonu Hazar Baba Dağı... 2 bin 347 metre yüksekliğindeki dağda bir de Hazar Baba Kayak Merkezi bulunuyor. Yaz aylarında ise bu dağda yürüyüşler ve yamaç paraşütü yapılıyor.
ÇAYDA ÇIRA
Şimdi yazıyı bitirirken Çayda Çıra oyunundan bahsetmediğimi fark ettim. Elde tabaklar ve tabaklara konulan mumlarla oynanan Çayda Çıra’nın Elazığ’a ait bir halk oyunu olduğunu vurgulayayım da Elazığlılar bana kızmazsın. Hadi bir de efsanesini yazayım: Harıngit Çayı’nın kıyısında kurulu bir köyde düğün vardır. Bu köyün ileri gelenlerinden birinin oğlu evlenmektedir. Yenilir, içilir, günlerce eğlenilir. Artık düğünün son gecesidir. Eğlence olanca coşkusu ve güzelliğiyle devam etmektedir. Aniden ay tutulur. Bu olay pek hayra yorumlanmaz. Düğüne katılanlar, bunu uğursuzluk olarak yorumlar ve tedirgin olur. Düğünün neşesi kaçar, coşkusu donar. Damadın annesi Pembe Hatun, bu duruma çok üzülür. Ne kadar mum varsa köyde toplatır, tabaklara dizer ve orada bulunanların ellerine tutuşturur. Kendisi de başa geçerek mumların ışığında oynamaya başlar. Çalgıcılar hemen bu oyuna uygun bir müzik bulur. Davetliler coşar, eğlence devam eder. Böylece Çayda Çıra oyunu ve melodisi ortaya çıkar.
Serpil Kurtay Kimdir?
1978 yılında Almanya’nın Esslingen kentinde doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Bilecik’te tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1999 yılında mezun oldu. 1995-2003 yılları arasında Evrensel Gazetesi’nde muhabir, istihbarat şefi ve haber müdürü olarak çalıştı. Ardından on altı yıl Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün dergisinde editörlük ve genel yayın yönetmenliği görevinde bulundu. Çeşitli dergilerde yazarlık, kitap editörlükleri yaptı, yayın süreçlerinde görevler aldı. Hâlen kitap editörlüğüne, Antalyaspor Kulübü’nün dergisinde ve Gazete Duvar’da da yazılarına devam ediyor.
Adana’ya gidek mi? Şalvarından giyek mi? Kebabından yiyek mi? 15 Mayıs 2024
Tencerem var, tavam var, Antepliyim havam var 17 Nisan 2024
Balığın esir düştüğü yer: Balıkesir 03 Nisan 2024
Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen, ne çok sevdim ikinizi de bilsen 20 Mart 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI