YAZARLAR

Galatasaray dengeyi bulmaya başladı, Beşiktaş ise arafa sürükleniyor

Kayserispor mağlubiyeti Okan Buruk için belli ki öğretici bir yenilgi olmuş. Nitekim o yenilgiden sonra pasörlerle koşucular arasında bir denge bulma arayışına yöneldi, bu arayışı da sahip oldukları kalitenin daha iyi açığa çıkmasını sağladı. Beşiktaş için ise tam tersi bir durum söz konusu. Net olarak bir kimlik bunalımındalar.

İki takıma dair maç öncesinde en dikkat çeken şey; birinin rakip kaleye çok gidip az skor üretebilmesi, diğerinin ise rakipleri kalesine az getirip çok gol yemesiydi. Öyle ki, Galatasaray dün akşama kadar Süper Lig’in en fazla isabetli şut çeken takımıydı (75) ve bu şutların sadece 12’sini gole çevirebilmişti (yüzde 16); kendi kalesini bulan 28 şutun 14’ünü ağlarından çıkaran Beşiktaş ise rakiplerin isabetli şutlarının en yüksek yüzdeyle gole dönüştüğü takımdı (yüzde 50).

Başka bir deyişle, ikisinin de zaafı birbirini nötrleyebilecek türdendi. Veyahut birinden biri bu defa şeytanın bacağını kıracaktı.

İki takımın 11’lerindeyse birkaç sürpriz yer alıyordu. Galatasaray’daki tek soru işareti sol bekte kimin oynayacağıydı. Okan Buruk, son Fatih Karagümrük maçında bir gol de atan Emre Taşdemir’den vazgeçmedi. Buna karşın Kerem Aktürkoğlu yerine Barış Alper Yılmaz’ı tercih etmesi ise dikkat çekiciydi. Buruk bu maçta belli ki her iki kenarda topsuz oyununa tamamen güvenebileceği oyuncuların olmasını istemişti.

Beşiktaş’taysa maçtan kısa süre önce dizinde yaşadığı sorun nedeniyle kendini hazır hissetmediği için kadrodan çıkarılan Arthur Masuaku’nun yerine sol bekte Umut Meraş yer alıyordu. Son Ümraniyespor maçına göre bir diğer değişiklik ise sol önde Dele Alli yerine Kevin Nkoudou’nun olmasıydı. Aslında geçen hafta ikinci yarının başında Dele Alli’nin yerine Nathan Redmond oyuna girmiş ve Beşiktaş’ın özellikle toplu oyununun daha iyi olmasında Redmond’ın hücuma kattığı genişliğin büyük payı olmuştu. Dolayısıyla bu maçta da Dele Alli yerine onun tercih edilmesi, ters kanatta da Cenk Tosun’un olması beklenebilirdi.

Şenol Güneş’in Cenk’i tıpkı Ümraniyespor maçında olduğu gibi sağ kanatta başlatıp, sol kanatta Nkoudou’yu tercih etmesinin ise iki nedeni olabilirdi: Birincisi; Masuaku’nun yokluğunda Umut’u sol bekte daha derinde bekletip, Nkoudou’nun sol çizgide oyunu genişletmesini istemek. İkincisi; sağ kanatta Valentin Rosier’in çizgiyi daha etkili kullanma potansiyeli bulunduğu için önünde içeri kat edip ona kulvar açabilecek Cenk’i kullanmayı istemek.

Öte yandan Nkoudou’nun 11’deki varlığı ise Beşiktaş’ın derbide karşı hücumlara dayalı, daha topsuz oyun odaklı bir futbol tarzını tercih edeceğini de gösteriyordu. Nitekim öyle de oldu.

SAHADAKİ HİÇBİR ŞEY GÜNEŞ’E AİT DEĞİL

Güneş her ne kadar söylemlerinde önceki teknik direktör Valérien Ismaël’in futbol anlayışını hiç tasvip etmediğini ve oyuna dair neredeyse her şeyi değiştirmeleri gerektiğini açıkça belli etse de hem sezon arasında göreve getirildiği hem de elindeki kadro kendi tasavvuruna hiç uymadığı için bir süre daha Ismaël’in hattı üzerinden ilerlemek zorunda olduğunu görüyor.

Beş gollü Ümraniyespor maçının ardından açıkça gösterdiği memnuniyetsizliği bu yüzdendi. Dün akşam da sahada gördüklerimiz, bir Güneş takımında görmeye alışkın olmadığımız türden şeylerdi. Kale vuruşları da dâhil olmak üzere geriden hemen her topun uzun vurulması, hâliyle topa hiçbir şekilde sahip olunamaması, rakip yarı sahaya neredeyse hiç yerleşilememesi, rakip ceza sahasında çok az topla buluşulması ve akan oyunda örgütlü bir hücumun yok denecek kadar az olması. Bunların hepsi Güneş’i eşit ölçüde mutsuz edecek şeylerdi.

Açıkçası hem Beşiktaş’ın hem de Güneş’in şu an çok zor bir durumda olduğu söylenebilir. Sezon başında tamamen Ismaël’in pres futboluna uygun bir kadro kurulurken, ardından alınan bir dizi kötü sonuç, Beşiktaş’ı bir anda bambaşka anlayıştaki eski teknik direktörüne itti. Güneş, kendi idealleriyle bu kadar uyumsuz bir oyuncu topluluğunu görmeyi belki de beklemiyordu, ama gerçek bu: Beşiktaş’ın an itibarıyla kenarda sahayı dehşet içinde izleyen bir teknik direktörü var, çünkü sahada olup biten neredeyse hiçbir şey ona ait değil.

Bu yüzden sahada işler yolunda gitmediğinde hemen bir şeyleri değiştirip farklı şeyler olmasını bekliyor. Ümraniyespor maçının devre arasında üç oyuncu değişikliği birden yapması ya da dün akşam Mauro Icardi’nin ikinci golünden hemen sonra orta sahayı boşaltıp santrforu ikilemesi gibi. Ama tüm bunlar rakibe daha fazla fırsat vermekten başka bir işe yaramıyor.

Elbette Ismaël’in takıma dayattığı bazı şeylerden kopuşlar da söz konusu. Bunun başında da önde şiddetli baskı geliyor. Ki bu konuda Ismaël’in son döneminde de ciddi gerilemeler vardı. Ama dün akşam itibarıyla artık Beşiktaş’ın önde baskıyla bir ilgisi kalmamış gibiydi. Bu elbette Galatasaray deplasmanına özel bir tercih de olabilir. Ama hem neredeyse hiç pres yapmayıp hem de arkada bu kadar boşluklar vermek, Beşiktaş için net bir kimlik bunalımı göstergesiydi. Icardi de bu bunalımı dün akşam özelinde kendileri adına daha da derinleştirdi.

KALİTE Mİ, ÖRGÜTLENME Mİ?

Beşiktaş’ın ne toplu ne de topsuz oyunda ne yapmak istediğine dair bir fikir edinebildik dün akşam. Buna karşın Galatasaray ise çok daha derli topluydu. Her ne kadar ilk yarıda top yeryüzünden çok gökyüzünde salınsa ve bu Galatasaray’ın bilhassa geriden oyun kurma konusunda en az rakibi kadar büyük sorunlarının olduğunu gösterse de sarı-kırmızılılar toplu oyunda çok daha fazla çözüme sahipti.

Bunda da Buruk’un takımda birbirini tamamlayacak oyuncuları bulmaya başlamasının büyük payı vardı. Kayserispor mağlubiyeti onun için belli ki öğretici bir yenilgi olmuş. En uçta Icardi gibi net bir ceza sahası içi golcüsü varken onu besleyebilecek daha safkan kanat oyuncularına ihtiyacı olduğunu, Dries Mertens’in kenarlarda değil kaleye yakın şekilde kullanılması gerektiğini ve aynı şekilde onun da iki kenarda atletik becerileri yüksek oyunculara gerek duyduğunu o maçtan sonra kabul etti Buruk. Bu sayede pasörlerle koşucular arasında bir denge bulma arayışına yöneldi, bu arayışı da sahip oldukları kalitenin daha iyi açığa çıkmasını sağladı.

Şurası kesin ki, Galatasaray teknik beceri anlamında Süper Lig’in uzak ara en kaliteli kadrosuna sahip. Buna karşın bu kadronun mühendisliğinin pek özenli yapılmadığı da kesin, bu yüzden saha içinde hâlâ örgütlenme sorunları yaşıyorlar. Karşılarında ise Fenerbahçe ve Başakşehir gibi, örgütlülükleri yalnızca yerel ligde değil, aynı zamanda Avrupa’da da başarıyla sınanan yapılar var. Belki onlar kadar kaliteli değiller, ama çok daha örgütlüler.

Galatasaray’ın sahip olduğu kalite, dün akşam kimliksiz kalmış, araftaki Beşiktaş’ı yenmeye yetti, ama Fenerbahçe ve Başakşehir’in sıkı örgütlülüğünü de yenebilecek mi? Bu sorunun ilk cevabını önümüzdeki hafta alacağız.

Beşiktaş’ın ise en büyük şansı, tarihte ilk kez Dünya Kupası’nın sezon arasında düzenlenecek olması. Bu arada ya Güneş takımı kendi ideallerine yaklaştıracak ya da onun bu ideallerini paylaşan yeni oyuncular bulacak. Üçüncü bir yol yok gibi görünüyor.


Onur Özgen Kimdir?

1989, İzmir doğumlu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okudu. Gazetecilik hayatına 2008 yılında aylık sosyalist bir dergi olan RED Dergisi'nde başladı. Ardından sırasıyla Campaign Türkiye, FourFourTwo Türkiye, GOAL Türkiye ve Mackolik'te içerik editörlüğü ve yazarlık yaptı. Bir dönem BJK TV'de Avrupa futbolu üzerine yorumlarda bulundu. Son olarak ise GOAL Türkiye'de yazı işleri müdürlüğü görevini üstlendi. Şu anda Gazete Duvar ve Socrates Dergi'de futbol yazarlığı yapıyor ve Parodi Yayınları'nda yine futbol üzerine çocuklara yönelik kurgusal biyografi kitapları kaleme alıyor. Ayvalık'ta yaşıyor.