YAZARLAR

Gazetecilikte intikam!

Turan ile Nurettin, hepimizin hataları bir yana, kısacık yaşamlarına “hakiki gazetecilik”le onur katan meslektaşlardı. Herkese elbet uzun ömür dilerim ama… O günlerde bugünkü medya sefaletinin rezil içtihadını hazırlayan “büyük gazeteciler” keşke azıcık utanabilse.

Hürriyet’te haber şöyleydi:
“Gazeteci Nurettin Kurt 59 yaşında hayatını kaybetti… 2017 yılında Hürriyet’ten emekli oldu.”

Haberi hazırlayan Doğan Haber Ajansı idi. Ve istisnalar dışında, hemen her yerde haber bu şekilde çıktı.

Hürriyet, “hayatını kaybetti” diye ölümünü haber yaptığı kıdemli ve çalışkan Ankara gazetecisinin “hayatını kaybetmeden” önce, 2017’de “Hürriyet’teki işini kaybettiğini” yazamıyordu tabii.
Belki haberi yazan ajanstaki genç, eğer öyle biriyse, bunu bilmiyordu zaten. Ama bilenler de ekleyemezdi, yazamazdı ya!

Nurettin Kurt “Hürriyet’teki işini kaybedişi”ni o günler kibarca şöyle ifade etmişti: “Mecburen emekli oldum.”
Neydi mecburiyet?

Nurettin Kurt, önceki Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in o tarihte 1 milyon 6 bin TL olan makam aracını haber yapmıştı; o vakit haber de Hürriyet’te yayımlanmıştı.
Daha sonra, tepkiler üzerine Görmez aracı iade ederken, Kurt da “emekli edilerek işten atılacak”tı.

Sonraki ve bugünkü Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş bir gün “Araba almaktan korkuyoruz” dediğinde, “kovulmuş gazeteci” Kurt’un cevabı şöyle oldu:
“Ben kovuldum, artık alabilirsin.”
27 yılını vermişti Hürriyet’e.

Nurettin Kurt’u yazarken, aklıma ve kalbime Turan Yavuz geldi.
O da Milliyet’e yıllarını vermişti.
Bunun önemli bir bölümünü, ABD’de, Washington Temsilcisi olarak geçirmişti.

Turan Yavuz 1995’de hem Sedat Simavi, hem de Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ödüllerine layık görüldü.
O zamanlar Milliyet, haberleriyle çok ödüllü bir gazeteydi sanırım!

Turan’ın ödül aldığı haber, bir büyük gazetenin, o günkü Milliyet’in iki gün manşetten, tam sayfa verdiği; o günlerde Türkiye siyaset ortamını sarsan, devamı gelen, Meclis’i ayaklandıran, DYP-SHP hükümetini düşmenin eşiğine getiren, bugünler için “çok yabancı” bir haberdi.

1994’tü. İkimiz aynı yaştaydık. Ben Milliyet’in genel yayın yönetmeni, o Washington temsilcisi. Benzer heyecanlar, haber tutkusu, bağımsız gazetecilik ısrarı, kamu adına sorgulama ve denetim merakı, elbette hatalarımız da!

Bir ipucundan yola çıkıp Turan’ı Washington’dan New Hampshire’e göndermiştim. Günlerce araştırdı. Her bulduğunu yeniden yeniden konuştuk. Tekrar tekrar doğrulattı.
Nihayetinde “İşte Çiller’in ABD’deki Serveti” ortaya çıktı.

O günün iki büyük, çok satan gazetesi, (henüz Doğan Grubu’nda olmayan) Hürriyet ile Sabah’ın, o meşhur genel yayın yönetmenlerinin, ünlü yazarlarının kıyısına bile yanaşamadığı, sansürlediği haber işte!

Turan tüm malzemeleri alıp İstanbul’a geldi. Tüm sayfaları benim odamda, benim bilgisayarımda hazırladık. Çünkü… Gariptir ama, iktidara haber sızdıranlar vardı. Yani Başbakan Çiller ve eşine!
Akşam baskıya kadar çok az kişi gördü haberi.

Esas anlatmak istediğim bu kısmı değildi.
Nurettin Kurt’un ölümünün hatırlattığı, “Gazetecilerden intikam”ın yine ancak gazeteciler ve medya patronları marifetiyle alınabildiğiydi.

1995 sonunda yayın yönetmenliğinden istifa ettim. İktidar da çok mutlu oldu. Zaten kovulayım diye bastırıyorlardı.
Sonra, o da genç yaşında hayatını kaybeden, ölümüne çok üzüldüğüm, esasen daha da gençliğimizde arkadaşlık yaptığımız, Turan’ın da ABD’de iyi arkadaşı olmuş bir başka gazeteci genel yayın yönetmenliğine geldi.

İlk haberlerinden biri “Çiller Ailesinin mutluluğu”ydu. Olabilir tabii. Magazin neticede.
Ama daha sonra Turan Yavuz’u kovdular Milliyet’ten. Bir süre önce iki en önemli gazetecilik ödülünü getirdiği Milliyet’ten, iktidarın “Servet haberinin intikamı” olarak atıldı.

Sonra nasıl aktı hayat?
Yine bir bahar günü, 2007’de Turan hastalığa teslim olduğunda 50 yaşındaydı henüz!
Onun o “Başbakan’ın ABD’de gizlediği serveti” manşetiyle, endişe etse de gurur duymuş ama sonra kovulmasını kabul etmiş gazete sahibi, vicdanının son sesiyle olmalı, ölümünden önce, tedavisi için Turan’a destek olmuştu.

Turan ile Nurettin, hepimizin hataları bir yana, kısacık yaşamlarına “hakiki gazetecilik”le onur katan meslektaşlardı.
Yakınlarda veya daha önce kaybettiğimiz, kimi vurulmuş, kimi kırılmış, kimi atılmış, kimi itilmiş, kimi hırpalanmış nice hakiki gazeteci gibi.

Herkese elbet uzun ömür dilerim ama…
O günlerde bugünkü medya sefaletinin rezil içtihadını hazırlayan “büyük gazeteciler” keşke azıcık utanabilse.
Yıllardır öldürülen gazeteciliğin üstünde iktidarla iç içe tepinenler, ulaklık, uşaklık edenler, kapı kulluğunu ve fedailiği seçenler, doğru ve hakikat ile ilgisi kalmayanlar, başka meslektaşlarını itibarsızlaştırmak için kuduranlar, efendilerine boyun eğerken yanaşmalıkla böbürlenip bir de kibirden geri kalmayanlara da ne demeli bilmiyorum.

Kibrin sonu da kibir, tamam mı!


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.