Geççek
Aşka kanar gibi, şarkıya da kanarız. Dolayısıyla iyi nabız tutmak, insanların kalbini nasıl hızlandıracağını bilmek popstarın, süperstarın, mega, ultrastarın bir tür günahı değildir. Zaten onu star yapan şey, tam da bu marifetidir.
“Arada bir unutmayan kişi ölçüsüzlük, yorgunluk ve bellek geriliminden ölür. (Werther gibi).” Roland Barthes, çok sevdiğim “Bir Aşk Söyleminden Parçalar”da arada bir unutmanın kalbin atmaya devam edebilmesinin, hayatta kalmanın koşulu olduğunu söylüyor. Kastettiği aşk acısı ve aşığın konsantrasyonu tabii, bugünkü hayatımızdan giderek eksilen şey… Aşığın hayatta kalabilmek için arada bir kalbini dinlendirmesi gerekiyor. İnsanı her cepheden sıkıştıran, boğan, tüketen ülke atmosferinde ise, tam aksine, kalbimizin atmaya devam edebilmesi için arada bir hızlanması gerekiyor. İşte Tarkan son şarkısı “Geççek”le bize bunu verdi bence, ben kendisinden razıyım!
Şarkının isminin dilbozan muzipliğini zaten baştan sevmiştim. En güçlü, sabırlı, sinirleri çelikten insanların bile bazen tek ihtiyacı, yalan da olsa kulağına “her şey çok güzel olacak” diye fısıldanmasıdır. Birinin bize adaletsizliğinden ayrı belirsizliğinden ayrı yıldığımız, hayatın anlamını aramakla dümdüz hayatta kalmak arasında sıkışıp kaldığımız bu delice berbat düzende inandırıcı bir “geççek” çekmesi az şey değil bana göre. Sevgili söylediğinde bu türden sözler bir tılsım kazanır, inandırıcı gelir. Gerçek bir star dediğimiz şey de işte, pek çok insan için güçlü bir sevgili imgesidir. Kahvaltıda elmas yutmuş ışıllığına eşlik eden içten sıcaklığıyla günlük hayatta karşılaşılma olasılığı çok düşük olsa da, milyonlarca insana aynı anda o hissi verebilen kişi…
Bu türden bir ışıltılı kumaşın bizde örneği pek az. Salt ekmeğinin peşinde olmayıp toplumsal konularda suya sabuna dokunan, popülerlikle vicdanı bir arada tutabilense, daha da az. Çoğumuz için ilk akla gelen örneği Tarkan. Bu nedenle “geççek!” deyince ona inanmak istiyoruz.
Şarkı daha ismi duyulduğu anda kalpleri coşturmaya başladı. Dün akşam 21:00’de YouTube’a düştükten sonraysa dakikalar içinde fırtınalar estirdi. Elbette şüpheyle karışık bir coşku oldu yarattığı. Şarkının hedef kitlesi olduğunu varsayabileceğimiz, hayatından hiç memnun olmayan (yani epeyce geniş!) kesim hem umuda ihtiyaç duyuyor çünkü, hem de boş umut vaadinden yılmış durumda. Sonraki hayal kırıklığını göze almamak için artık aşk meşk işlerine hiç bulaşmayan yılgın aşık gibi, umut yerine alaycı şüpheyi koymak anlaşılır bir tutum. Popüler kültür ürünlerinin ve çok popüler figürlerin aynı vaatle milyonlarca insanı harekete geçirebilmelerinin arkasında daima “formüle” bir kandırıkçılığın olduğunu düşünmek de yanlış değil. Evet, bazı hikâyeler, filmler, romanlar ve hiç kuşkusuz popüler şarkılar ağzımıza bir parmak bal çalıp bizi kandırırlar. Ama sadece buna ihtiyaç duymamız nedeniyle, onlarla girdiğimiz işbirliği ve oyun sayesinde mümkün olur bu. Aşka kanar gibi, şarkıya da kanarız. Dolayısıyla iyi nabız tutmak, insanların kalbini nasıl hızlandıracağını bilmek popstarın, süperstarın, mega, ultrastarın bir tür günahı değildir. Zaten onu star yapan şey, tam da bu marifetidir.
Tarkan’la ilgili bir başka yazımda Tarkan sevgimin temel nedenlerini şöyle anlatmıştım: “Tarkan’ı severim. Niye severim? Naziktir. Nezaketi de her şeyi gibi kendine özgü olduğundan altında buzağı arayasım gelmez. Yapay mı doğal mı, derecesi ne… Tarkan bir sahne yaratığı, hiçbir şeyi dümdüz olmayan, simli, janjanlı bir ruh. Onun doğallığı da kısmen bu ‘yapaylık’ta yani, ne bekleniyor ki?
Yılların megastarı olarak bu kadar ilgiye, şöhrete rağmen bir tık fazladan şımarmaması… Üç beş yıl içinde ün zehirlenmesinden kendini imha eden ünlüler cehenneminde ünden delirmemesi az şey mi? Her nevi Alfalık imkanına sahip olduğu halde kameralara çemkirmemesi, bir kadına, bir erkeğe, bir canlıya kötü davranırken görüntülenmemiş olması müebbet starlığı için yeterli benim gözümde.
İki şeye eminim: ‘Yıldızların yapıldığı maddeden’ ve iyi bir insan. Bu iki özelliği nedeniyle işte çirkinliğin elli tonuna boğulduğumuz bir ülkede güzel ve özel. Hep de öyle olacak diye umuyorum.”
“Geççek” benim için bu izlenimin tescili oldu. Şarkı, çıktıktan sonra çok hızlı biçimde tüm coşku, sevgi, nefret döngüsünü harekete geçirdi doğaldır ki. Hemen hemen her konuda olduğu gibi herkes bir anda alanın uzmanı kesildi, e buna da yapacak bir şey yok. Kendi adıma müzik türünün müşterisi olmasam da şarkıyı gayet seve coşa dinlediğimi, amaca uygunluğundan da etkilendiğimi söylemeliyim. “E daha ne olacaktı?” da diyorum. Çünkü bu bir parti programı değil pop şarkısı ve üstelik hamurunun alabileceğinin çok üstünde bir protest damar da barındırıyor, en azından sözleri:
Hep köşeye sıkıştırmadı mı?
Daha önce de sanki
Sırtımızdan vurmadı mı?
Bu kaçıncı darbe ilk değil ki
Düştük evet ama kalkmadık mı?
Biz hep hayata meydan okumadık mı?
Sen ferah tut içini
Biz neleri atlatmadık ki
Geççek geççek elbet bu da geççek
Gör bak umudun gününü gün etçek
Oh oh zilleri takıp oynıycaz o zaman
O çiçekten günler çok yakın inan
Dayan, çoğu gitti azı kaldı
Yapma! Güze, kışa boğma yazını
Yakındır sabrın zaferi
Düştük evet ama kalkmadık mı?
Biz hep hayata meydan okumadık mı?
Sen ferah tut içini
Biz neleri atlatmadık ki
(..:)Çok uzattın vallahi bıktık
Bi durmadın vermedin ki aman
Hadi yeter artık fena bunaldık
Düş babam artık düş yakamızdan
Var bir hayır her şerde dedik
Oturduk bir dolu ders de çıkarttık
Ama yeter artık, anladık tamam
Düş babam artık düş yakamızdan (…)
Elbette ki yoruma çok açık sözler, ensemizden düşmek bilmeyen pandemi kabusundan “tepemizdeki” kabustan ya da aynı anda ikisinden de, bahsediyor olabilir. Nitekim Tarkan şarkıya dair paylaşımında, “bir yıl kadar önce ruh halimin çok iyi olmadığı bir dönemden geçtim. Pandemi, dünyada olup biten üzücü olaylar, insanlığın endişe verici gidişatı, doğanın yok edilişi gibi bir sürü şey beni çok olumsuz etkilemiş, umudumu kaybeder gibi olmuştum. O anlarda bu şarkının melodi ve sözleri içimde yankılandı. Hepimize iyi gelecek bir şarkı yazmalıyım dedim,” gibi gayet akıllıca bir açıklama ve kendiliğinden savunma metni koyuyor ortaya. İşin tadı da burada değil mi zaten? Çok popüler figürlerin çoğunun, kaybedebileceklerinden endişe ederek muktedire yapışıp kaldığı ya da yavan mırıldanmalar dışında bir şey söylemeye cesaret edemediği bu zamanda, bu niyeti, alt metni gayet belli çifte anlamlı umut fısıltısı az şey mi?
Müzik eleştirmeni ya da müzik yazarı değilim ama “hikaye”den ve “vaat”ten anlarım. Bu nedenle de şarkının müziğinin esasen sözlerinin ve vaadinin akılda kalırlığına hizmet ettiğini, bu anlamda konuşkan bir şarkı olduğunu söyleyebilirim. Çok bildik bir formülle bestelenmiş, birçok başka şarkıya benziyor, bu nedenle de kolayca dile yapışıp beraber göbek attırıyor.
Klip de hayli başarılı. Dünyayla ilişkinin iyiden iyiye ekranlara bağımlı hale geldiği pandemi ve metaverse çağında, evimize ve kalbimize tabii elmas gülüşlü bir hacker olarak girecek Tarkan. Klibin Falling Down filminde (Joel Schumacher, 1993) çıldırtıcı şehir trafiğinde arabasına hapsolup kalmış D- Fens’in (Michael Douglas) yakın çekimlerle resmedildiği ünlü giriş sahnesini hatırlatan girişi de anlamlı. Burada bir kahramanın değil toplumun sıkışmışlığı anlatılmaya çalışıldığı için ergeninden pandemi kilosuyla ayna karşısında üst baş çekiştiren kadınına, üstü gömlekli altı baksırlı Zoom yorgunundan “pembe saçlı” gencine akla gelebilecek pek çok kesim de temsil ediliyor.
Alanındaki donanım ve birikimini tevazuyla, yazma coşkusuyla paylaşan, Gazete Duvar’daki müzik yazılarını yakaladığım günden beri severek takip ettiğim müzik yapımcısı ve müzik eleştirmeni Can Sertoğlu’na şarkıya dair fikirlerini sordum. Bayıldığım şu cümleyle başladı söze: “Tarkan öylesine özel bir sanatçıdır ki, Tarkan sevmeseniz bile Tarkan’ı seversiniz!”
Şöyle de devam etti: “Böyledir bu, Türkiye’de. Başka hiçbir sanatçı için aynısını söyleyemem. Ve Tarkan’ın, benzerine ender rastlanan bir süper gücü vardır. Neye nişan alacağını ve hedefi vurmak için neler yapılması gerektiğini çok iyi bilir. Her şarkısında hedefi vurmamıştır, zira sayılı şarkısında nişan almıştır. Ama nişan alıyorsa da hedefi vurmuştur genelde. Uzun yıllara yayılan kariyerinde birkaç tane vardır bu mahiyette şarkı. Oralarda da ince eleyip sık dokuyarak, değmek ve dokunmak istediği kim ve hangi konuysa bunu yapmayı başarmıştır. Bu bakımdan ‘Geççek’ hedefi yine 12’den vuracak her şeye sahip bir şarkı. Adı, sözleri, düzenlemesi, ritmik yapısı ve en belirgin unsur olan video klibiyle, derdini de umudunu da kestirmeden, basit ve etkin şekilde anlatıyor. Yapması gereken de bu zaten. Umudun önemini ve değerini ne ilk defa vurguluyor Tarkan, ne de son olacaktır bu. Bambaşka biçimlerde, farklı zamanlarda tutarlılıkla yapmıştır bunu diskografisinin dört bir yanında. İyi bir örnek olarak, ifade biçimini, bestesini ve sözlerini başka türlü sevdiğim, 2017 tarihli 10 albümünün ‘Geççek’ ile taban tabana zıt karakterdeki biricik kapanış şarkısı ‘Affedin Bizi Çocuklar’ın, benim de hislerimi çok iyi betimleyen şu sözleri geldi aklıma, yeni şarkıyı ilk dinleyişimde:
Aynıyız aslında özünde hepimiz aynı
Soluduğumuz nefes aynı
İnsan insana muhtaç yeri geldiğinde
Aynı yolun yolcusuyuz aynı
Affedin bizi affedin ey çocuklar
Büyüdük adam olamadık
Anlatın öğretin hepimize yeniden
Niye kirlendik saf kalamadık”
Bu mühim hatırlatmadan sonra, bir süre aklımda bu şarkının çalmasını istedim. Çünkü önemli olan hem ‘Geççek’ gibi bir şarkı yazıp söyleyebilmek, hem de bunun gibi. İşte bu nedenle Tarkan gerçek bir star. İşte bu nedenle, “Tarkan sevmeseniz de Tarkan’ı seversiniz.”
Ve geççek!
Zehra Çelenk Kimdir?
Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.
Dünyayı değiştirirken kendi yaralarını da sarmak mümkün mü 16 Ekim 2024
Doğumdan ölüme eril tahakküm ve artan şiddet 06 Ekim 2024
Kadınların mutluluğu ve mutsuzluğu 24 Eylül 2024
Melek değil katledilmiş bir kız çocuğu: Narin’e ne oldu? 10 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI